e-posta ile Paylaş

GÖNDER

Kabala İlmi, dünyadaki tüm ilimleri kapsar.
Baal HaSulam “Özgürlük”
“Bu ilim, gizliliğin sonunda çocuklara bile ifşa olacaktır.”
Baal HaSulam “Kabala Öğretisi ve Özü”
Son neslin günleri yaklaştığında, çocuklar bile, kurtuluşu ve sonu bilip, bu ilmin sırlarını bulacaklardır.
Sulam’ın Önsözü ile Zohar Kitabı
“Ben’i arayanlar, Ben’i bulacaklar” ve yazdığı gibi , “Aradım ve bulamadım, buna inanmayın.”
Baal HaSulam “On Sefirot Çalışmasına Giriş”
MENÜ

KABALA KÜTÜPHANESİ

Ana Sayfa > Baruh Halevi Aşlag (Rabaş) > Kabala Kütüphanesi > Makaleler > Çalışmada Hâkimler ve Görevliler Nedir?

Çalışmada Hâkimler ve Görevliler Nedir?

Makale No. 38, 1989

“Bütün kapılarında kendine hâkimler ve görevliler atayacaksın” diye yazılmıştır. Çalışmada neyin “hâkimler” ve neyin “görevliler” olduğunu anlamalıyız. Ayrıca çalışmada “tüm kapılarınızda” ifadesinin ne olduğunu da anlamalıyız. Ayrıca, “Kendin için sunağın yanına Aşera [putperestlik ağacı] dikmeyeceksin” diye yazılanları da anlamalıyız. Bilgelerimiz şöyle der: “Kim layık olmayan bir hâkim atarsa, İsrail’de bir Aşera dikmiş gibi olur.” Ayrıca, çalışmada değersiz bir hâkimin ne olduğunu ve yasağın neden “Aşera dikmiş” kadar şiddetli olduğunu da anlamalıyız.

Maddesellikte, bir mahkeme salonu olduğunu ve oradaki düzenin, herkesin adaletin kendi tarafında olduğunu iddia etmesi ve hâkimlerin hükmü verip, kimin haklı olduğuna karar vermesi şeklinde olduğunu görürüz. Ama hâkimler, kimin haklı olduğuna çoktan karar vermiş olsalar bile, bu sadece potansiyel olarak böyledir. Adaleti görüyoruz, ama suçlu bulunan kişi hâkimlerin verdiği karara uymak istemiyor, bu yüzden hüküm polise veriliyor ve polisler de hükmü uyguluyor. Yani görevliler, suçlunun hakkından geliyor ve onun arzusu hilafına hükmü infaz ediyorlar. Ancak hükmün infazı için bir mahkeme kararı olmadığı sürece, kişi hâkimlerin iyi olduğunu, ancak hükme itiraz etmediği halde, hükme itaat edemeyeceğini söylüyor.

Düzen şu ki, görevliler hükmü infaz etmeye geldiklerinde, görevlilerle tartışmak imkânsızdır çünkü onlar sadece adalet sarayının elçileridir. Bu nedenle, görevlilerle tartışmaya yer yoktur, zira tartışmak ve kişinin aklından geçen her şeyi söylemesi yalnızca mahkemede mümkündür. Birisi tartışmak istediğinde, görevliler ona güler ve “Boşuna konuşuyorsun; hâkimlerin söylediklerine uymak zorundayız” derler.

Aynı şey çalışma için de geçerlidir. Bir kişi hakikat yolunda yürümek istediğinde, iyi eğilim ile kötü eğilim arasında bir savaş başlar ve her biri “Hepsi benim” iddiasında bulunur. Yani, kötü eğilim tüm bedenin kendisine ait olduğunu iddia eder, bu da bedenin yalnızca kişinin kendi iyiliği için çalışması gerektiği anlamına gelir. İyi eğilim ise tüm bedenin yalnızca Yaradan rızası için çalışması gerektiğini savunur. Peki iki taraf birbiriyle tartıştığında ne yapılmalıdır? Kararı vermesi için bir hâkime gideriz. Hâkim bedenin kime ait olduğunu, yani bedenin kimin için çalışması gerektiğini söyler.

Dolayısıyla kişinin kalbindeki bu hâkim -ki kişi bedenin kime ait olduğunu söylemesi gerektiği için ona itaat etmek ister- bu hâkimin değerli olması gerekir. Ama bu hâkimin değerli olup olmadığını nasıl bilebiliriz? Bu yalnızca hâkimin yüceliğine bağlıdır. Başka bir deyişle, hâkimin çalışmanın yüceliğini ve önemini ne ölçüde anladığını, yani büyük bir krala mı yoksa küçük bir krala mı hizmet ettiğimizi görmeliyiz.

“Değerli bir hâkim” demek, uğruna çalışmamız gereken Kral’ın yüce ve önemli bir Kral olduğunu, kişinin hayvani arzulardan alabileceği her türlü hazdan vazgeçmeye değer olduğunu kalben kabul ettiğini anlaması demektir. Kişi Kral’a hizmet etmenin verdiği hazzın bu dünyanın tüm hazlarından çok daha önemli olduğunu anlar. Vazgeçmeye değer olan bu konu, ancak hâkim Yaradan’ın yüceliğini biliyorsa ve bunu edinmişse mümkün olabilir.

Ya da başka türlü de olabilir: Eğer bize Yaradan’ın yüceliğine mantık ötesi bir şekilde inanmamız gerektiğini söyleyen bilgelere inanıyorsa. Yani, kişi Yaradan’ın yüceliğini mantık dahilinde görmekle ödüllendirilmemiş olsa, tam tersine, cennetin krallığının yükünü mantık dahilinde üstlenmek istese de her seferinde buna direnir. Ve o zaman, beden, yani kişinin kalbindeki hâkim, kişinin kendisine söylediği hiçbir şeyden etkilenmezse kişi ne yapabilir? Her ne kadar dinlese ve kişiye, mantıklı olmadığını söylemese de bu “fısıldayanların sesini duymayan sağır bir engerek yılanı gibidir” şeklinde yazılmış olana benzer.

İlk olarak, kişi bedenin, Yaradan rızası için çalışmaya değer olduğu konusunda hakeme ve hâkime itaat etmek istemediği kararına varmış olmasının doğal olduğunu söylemelidir, zira insan doğası gereği kendisi için alma arzusuyla doğmuştur. Bu nedenle, hâkim Yaradan’ın rızası için çalışmamız gerektiğini söylese de o bunu yani bir insanın zevk almadığı bir şeyi yapmasının nasıl mümkün olduğunu anlamaz. Ancak hâkim ona tüm kaygılarının Yaradan’ın sevinci olduğu bir dereceye ulaşması gerektiğini söylemiştir. Hâkim ona Tora’dan kanıt getirmesine rağmen, “Bizi ihtişamı için yaratan Tanrımız kutsaldır” ve ” Efendimizin tüm işleri O’nun rızası içindir”, beden ısrar eder ve ” Görüyorum ki, aklıma ve mantığıma aykırı olan bir şeyi yapmam gerekiyor” der.

Dolayısıyla bu durumda iki yaklaşım vardır: 1) “Haklı olsan bile sana itaat etmek istemiyorum. Bu nedenle,” der beden, “emrine itaat etmeyeceğim.” 2) “Bazen sana itaat etmek istiyorum ama edemiyorum, çünkü ne zaman doğaya uygun olmayan bir şey yapsam ızdırap çekiyorum ve bu ızdıraplara, yani Yaradan’ın rızası için çalışmaya tahammül edemiyorum” der. Bu gerçek bir ölüm ve kendimi ölüme nasıl terk edebilirim?”

Bu nedenle, kişi zorlayıcı bir şekilde hareket etmelidir. Yani, bilgelerimizin şu söylediğine inanmalıdır: “Arınmak için gelene yardım edilir.” Bu, kişinin bedenine şunu söylemesi gerektiği anlamına gelir: “Söylediğin şey -doğaya aykırı şeyler yapamayacağın- doğrudur. Ancak, eylemlerin esas olarak niyette olduğunu bilmeliyiz, yani niyetin, kişinin yaptığı eylemin Yaradan’ın rızası için olacağı yönünde olması gerekir.”

Beden bunu anlayamasa da doğaya, yani akla ve zekâya karşı olduğu için, bunu kendi aklıyla değil, sadece inancıyla yapar. Bu yüzden buna “bir eylem” denir. Ve bir kişi Tora ve Mitzvot’u [emirleri/iyi işleri] akılla değil de eylemle yerine getirmek istediğinde, eğer hakikate ulaşmak istiyorsa, -hâkimlerin söylediklerini uygulamak istediğinde -Yaradan rızası için çalışmamız gerektiğini söylemelidir. Buna “görevliler” denir ve görevliler söz konusu olduğunda, onlarla tartışmanın bir anlamı olmadığını, görevlilerle tartışmanın söz konusu olmadığını, yani kendilerine söylenenleri duymadıklarını görürüz.

Maneviyatta da durum aynıdır. Kişi mantık ötesine geçtiğinde bedenle tartışmamalıdır. Bedene “Senin haklı ya da haksız olman bizim için önemli değil” demelidir. Belki beden yüzde yüz haklıdır ama görevliler hâkimin emrini uygular ve kişi Yaradan’a görevlilere güç vermesi için dua etmelidir ki suçlu olanın üstesinden gelebilsinler. Maneviyatta bu, kişinin Yaradan’a kendisinin üstesinden gelmesi için güç ve kudret vermesi için dua etmesi gerektiği anlamına gelir, ki böylece bedeni yenebilir ve hâkimlerin söylediklerini yerine getirebilir.

Bununla ne sorduğumuzu anlayacağız, Çalışmadaki “hâkimler ve görevliler” nedir? Bu, bedenin kime ait olduğunu belirleyecek hâkimler atamamız gerektiğidir. Yani, bu beden çalıştığında, onun çalışmasından istifade eden kimdir? Kazanç, kişinin kendi yararına mı yoksa Yaradan’ın yararına mıdır? Kişi daha sonra hâkimlerin kararını uygulamak için üstesinden gelme gücüne ihtiyaç duyar ve üstesinden gelme gücüne “görevliler” denir. Bu “tüm kapılarınızda” olmalıdır.

“Tüm kapılarınızda” ne demek diye sormuştuk? Kelimenin tam anlamıyla, her kapıda hâkimler ve görevliler olması gerektiği anlamına gelir gibi görünüyor. “Kapılarınız” diye yorumlamalıyız. Zohar’ın “Kocası kapılarda bilinir” ayeti hakkında söylediği gibi. “Kapılarda” ifadesini, “Her biri kalbinde kabul ettiğine göre” şeklinde yorumlar. Demek ki, kişi kalbinde Yaradan’ın yüceliğini ve büyüklüğünü kabul ettiği ölçüde, her şeyi yerine getirebilmek için oraya “hâkimler ve görevliler” atamalıdır.

Şimdi sorduğumuz soruyu anlayabiliriz: “Kendin için bir Aşera, sunağın yanına herhangi bir ağaç dikmeyeceksin” ne anlama geliyor? Bilgelerimiz şöyle der: “Kim layık olmayan bir hâkim atarsa, İsrail’de bir Aşera dikmiş gibi olur.” Biz de sorduk: Neden bu yasak, sanki kişi İsrail’de puta tapmayı ekmiş kadar şiddetli?

Yukarıdakilere göre, çalışmada her insan küçük bir dünya olduğu için, kötü eğilim ile iyi eğilim arasında bir kavga olduğunda, her biri “Hepsi benim”, yani “beden bana ait” iddiasında bulunur. Kötü eğilim, bedenin, Yaradan rızası için değil, kişinin kendi iyiliği için çalışması gerektiğini, Yaradan rızası için çalışmanın bize yabancı bir çalışma olduğunu iddia eder. Ve bedenin Yaradan rızası için çalışması gerektiğini söyleyen iyi eğilime itaat etmemiz gerektiğinden, sonuç olarak, bir kişi değersiz bir hâkim atadığında, yani Yaradan rızası için çalışmamız gerektiğini söylemeyi bilmeyen ama bedenin iyiliği için çalışmamız gerektiğini söyleyen bir hâkim atadığında, İsrail’de puta tapıcılığı yerleştirmiş olur, zira hâkim Yaradan rızası için çalışmamız gerektiğini anlamaz ama bize yabancı bir çalışma olan bedenin iyiliği için çalışmamız gerektiğini söyler.

“Değersiz bir hâkim” hakkındaki yasağın bu kadar şiddetli olmasının nedeni budur, çünkü hâkim kişiye Aşera adı verilen puta tapmasını söyler. Bu nedenle, eğer kişi ne yapacağını bilmek istiyorsa ve içindeki hâkime güvenmek istiyorsa, önce bu hâkimin tüm gerçeği içeren bir karar verip veremeyeceğini, yani ona hakikat yolunda yürümesini, yani Yaradan’ın rızası için çalışmasını söyleyip söyleyemeyeceğini görmelidir.

Yukarıdakilere göre, bilgelerimizin söylediklerini yorumlamalıyız (Tanhuma 8), “Tümüyle gerçek olan bir yargıda bulunan herkes bir sonraki dünyanın yaşamıyla ödüllendirilir.” Bu, öteki dünyanın yaşamıyla ödüllendirilmek isteyen kişinin, Tora’da ve çalışmada çok fazla emek gerektirmeyen çok kolay bir yol olduğunu ima eder. Kişi bunun yerine, bütünüyle doğru olan bir hüküm verrmeye çalışırsa, öteki dünya ile ödüllendirilecektir. Yukarıda anlatılanlara göre, çalışma düzenindeki bir “hâkim”, bedenin kime ait olduğuna, yani bedenin Yaradan rızası için mi yoksa kişinin kendi iyiliği için mi çalışması gerektiğine karar veren kişidir.

Dolayısıyla, kişinin kalbine yerleştirdiği bu hâkim, bedenin kime ait olduğuna, yani kimin uğruna çalışması gerektiğine, Yaradan rızası için mi yoksa Yaradan rızası için değil de kişinin kendi iyiliği için mi çalışması gerektiğine karar verir. Eğer hâkim değerli bir hâkim değilse ve Yaradan’ın yüceliğini takdir etmeyi bilmiyorsa ve hâlâ kendisi için alma arzusu yüzünden önyargılıysa ve kişi “kimin için çalışılması gerektiği konusunda hâkimin kararını ve söylediklerini dinleyeceğim” diyorsa, bu hâkimin görünüşte bir Aşera, yani putperestlik diktiği sonucuna varılır.

Demek ki, kişinin itaat etmek istediği bu hâkim ona Yaradan için çalışmanın değersiz olduğunu söylüyor. Eğer kişi bu hâkimi dinlerse, puta tapmak zorunda kalacak ve Yaradan rızası için çalışmayacaktır.

Bu nedenle bilgelerimiz şöyle dediler: “Layık olmayan bir yargıç atayan kişi, sanki bir Aşera dikmiş gibidir.” Bu konudaki ciddiyetin ne olduğunu sorduk, eğer hâkim layık değilse, bu sanki puta tapmak gibi midir? Buradaki ima, yapılan çalışmanın gerçekten puta tapmak olduğudur, çünkü Yaradan için çalışmamıza gerek olmadığını söyler. “Sanki İsrail’de bir Aşera dikmiş gibidir” der, zira herkes “İsrail” yani Yaşar-El [Yaradan’a doğru] niteliğine sahip olmalıdır, yani “tüm çalışmalarınız Yaradan rızası için olacak”. Ancak değersiz hâkim, kişinin kendisi için çalışmasının daha iyi olduğunu söyler. Buna “puta tapma” denir.

Bu sayede bilgelerimizin söyledikleri hakkında ne sorduğumuzu anlayacaksınız: “Tümüyle gerçek olan bir yargıda bulunan herkes bir sonraki dünyanın yaşamıyla ödüllendirilir.” Öyleyse, öteki dünyanın yaşamıyla ödüllendirilmek için neden bu kadar çok çalışmalı ve zahmet çekmeliyiz? Ne de olsa daha kolay bir yol vardır -tümüyle doğru olan bir hüküm vermeye çalışmak ve böylece öteki dünyanın yaşamıyla ödüllendirilmek.

Çalışmada bu, “gerçek” ve “tüm gerçek” olduğu anlamına gelir. “Gerçek”, kişinin kalbindeki hâkimin ona ödül alabilmesi için Tora ve Mitzvot’a uyması gerektiğini söylediği anlamına gelir. Yani, yerine getirdiği Tora ve Mitzvot, kendi çıkarı için bir ödül ve ceza ile birlikte olmalıdır. Dolayısıyla bir yandan buna “gerçek” denir. Maimonides’in şöyle dediği gibi, “Bu nedenle, küçüklere, kadınlara ve eğitimsiz insanlara öğretirken, onlara sadece korkudan ve ödül almak için çalışmaları öğretilir. Daha fazla bilgelik kazanana kadar, bu sır onlara yavaş yavaş gösterilir” (Hilchot Teshuva, Bölüm 10).

Bu, hâkimin gerçeğe dair bir hüküm verdiği anlamına gelir.

Diğer taraftan, “tüm gerçek”, hâkimin kendi iyiliğimiz için değil, Yaradan’ın rızası için çalışmamız gerektiğini söylediği anlamına gelir. Buna “tüm gerçek” denir, yani eylem doğrudur ve niyet de doğrudur. Buna “tüm gerçek” denir.

Yine de “tüm gerçeğin” ne anlama geldiğini yorumlamalıyız. Bu, gerçeğin doğru olduğu, herkesin bunun doğru olduğunu kabul ettiği ve kişinin açıkça bunun gerçek olduğunu söylemediği anlamına gelir. Bunu On Sefirot Çalışması’nda (Bölüm 13) yazılanlara göre anlayabiliriz, burada on üç niteliğin yedinci ıslahını yorumlar: 1) El [Kel diye okunur], 2) Merhametli, 3) Lütufkâr, 4) Erech [uzun], 5) Apaim [yüz. Erech Apaim “uzun yüz” veya “sabırlı” anlamına gelir], 6) Merhamette Büyük, 7) Ve Gerçek.

“Ve Gerçek”in ne olduğunu yorumlamaktadır. Onun sözleriyle, “Bu nedenle, bu ıslahı ‘Ve Gerçek’ adıyla adlandırır, çünkü aşağıdaki iki Kutsal Elma’nın ifşa olmasıyla, O’nun aşağıdakiler üzerindeki İlahi Takdir’inin hakikati ortaya çıkar. Bu nedenle, O’nun İlahi Takdir’inin ifşasına ‘Ve Gerçek’ denir, çünkü bu O’nun arzusunun gerçeğidir ve dünyalardaki tüm gizlemeler yalnızca O’nun İlahi Takdiri hakkındaki bu gerçeği ortaya çıkarmak için gelir, ki bu da yarattıklarına iyilik yapmaktır. Bu nedenle ZA’daki bu ıslaha ‘Ve Gerçek’ adı verilmiştir.”

Yukarıdakilere göre, “Tümüyle gerçek olan bir yargıda bulunan herkes bir sonraki dünyanın yaşamıyla ödüllendirilir.” ifadesinin anlamını anlayabiliriz. Bu demektir ki, o zaman, kişinin bedenindeki tüm dünya ulusları gerçeği görürler -Yaradan’ın arzusunda, yani O’nun yarattıklarına iyilik yapma arzusunda bulunan haz ve mutlulukla ödüllendirilirler. Ve buna “tüm gerçek” denir.

Telif Hakkı © 1996 - 2015 Bnei Baruh. Tüm hakları saklıdır.
Bu sitede sunulan tüm materyal, Bnei Baruh Kabala Eğitim ve Araştırma Enstitüsü tarafından dünyanın ıslahı ve hayatın iyileştirilmesi amacı ile sunulmaktadır.
Bu nedenle, içeriği değiştirilmediği ve kaynağına gönderme yapıldığı takdirde, tüm materyalin kullanımına ve dağıtımına izin verilmiştir.
19 - 0,093