Kabala ilmi nedir? Bütün olarak, Kabala ilmi kendi yolunda tüm açılarıyla düzenlenmiş – dünyalarda ortaya çıkan ve ifşa olması tasarlanmış ve zamanın sonuna dek dünyalarda ortaya çıkabilecek tüm suretlerde – Tanrısallığın ifşasıyla ilgilidir.
Yaratılışın Amacı
Amaçsız hareket olmayacağından Yaradan’ın önümüzde düzenlenmiş olan Yaratılışta bir amacı olduğu kesin. Bu çeşit çeşit realitenin tümünde en önemli şey hayvanlara verilen algıdır – yani her biri kendi varlığını hisseder. Ancak sadece insana verilmiş olan en önemli algı, aklî faaliyetle ilgili algıdır ki bununla kişi aynı zamanda diğerindeki acıları ve huzuru da hisseder. Dolayısıyla, eğer Yaradan’ın bu Yaratılışta bir amacı varsa bunun konusu insandır. İnsanla ilgili olarak şöyle denilmiştir, “Yaradan’ın tüm işi onun içindir.”
Ancak, yine de Yaradan’ın bu türü yaratmasının amacını anlamamız lazım. Aslında bu, insanı Daha yukarı ve daha önemli bir dereceye yükseltmek, Yaradan’ını, ona zaten verilmiş olan insan algısıyla hissetmek içindir. Ve kişi dostunu bildiği ve hissettiği gibi Yaradan’ın sözlerini de öğrenecektir, Musa’yla (Musa Peygamber) ilgili şöyle yazıldığı gibi, “Ve Yaradan Musa’yla yüz yüze konuştu, insanın dostuyla konuştuğu gibi.”
Herkes Musa gibi olabilir. Şüphesiz, önümüzdeki Yaratılışı inceleyen herkes, işleyişi, kişinin dostuyla konuştuğu gibi Yaradan’ı ile sohbet edip anlaşabileceği muazzam algıyı edinene dek gelişen, O’nun büyük hazzını görüp anlayacaktır.
Yukarıdan Aşağıya Doğru
Hareketin sonunun ilk düşüncede olduğu bilinmektedir. Kişi bir ev inşa etmeye başlamadan önce amacı olan daireyi düşünür. Sonuç olarak, projenin bu iş için uygun olup olmadığını inceler.
Bizim maddemizle de böyledir. Amacı öğrendikten sonra Yaratılışın tüm işleyişi, her köşede, girişte ve çıkışta, kişinin dostunu hissettiği gibi Tanrısallığı hissedene dek niteliklerini geliştirmek, insan türünü orta yerinden yetiştirmek için tamamen önceden düzenlenmiştir.
Bu yükselişler, ta ki amacını tamamlayıp gerçekleştirene dek derece derece düzenlenmiş merdivenin basamakları gibidir. Ve bu basamakların nitelik ve miktarının iki realitede düzenlendiğini bilmelisiniz: 1) fiziksel madde, ve 2) manevi olguların varlığı.
Kabala dilinde bunlara “Yukarıdan aşağıya” ve “aşağıdan Yukarıya” denir. Bu, fiziksel maddelerin, Yaradan’ın Işığının Yukarıdan aşağıya – ilk kaynaktan, O’nun Özü’nden, Işığın bir ölçüsünün kesildiği ve Tsimtsum’dan Tsimtsum’a (kısıtlamadan kısıtlamaya) fiziksel dünya yani en altta fiziksel varlıklar ile oluşana dek – ifşasının bir silsilesi olduğu anlamına geliyor.
Aşağıdan Yukarıya Doğru
Sonrasında aşağıdan Yukarıya bir düzen başlar. Bunlar, insan neslinin geliştiği ve yaratılışın amacına tırmandığı merdivenin basamaklarıdır. Bu iki realite Kabala ilminde her detayıyla açıklanmaktadır.
Kabala Çalışmanın Gerekliliği
Karşı çıkan biri şöyle diyebilir, “Dolayısıyla, bu ilim Yaradan’ın ifşasında belli bir ölçü de ödüllendirilmiş kişiler içindir. Ancak, insanların çoğunluğunun bu yüce ilmi bilme gerekliliği ne olabilir ki?”
Aslında, dini vecibelerin öncelikli amacının sadece davranışları arılaştırma olduğu yaygın fikri vardır, yani arzulanan her şey fiziksel dini vecibelerle, hiçbir ekleme yapmadan veya bundan hiçbir sonuç gerekmeden, incelemekle ilgilidir. Eğer böyle olsaydı, sadece ifşa olanı ve uygulamalı eylemleri çalışmak yeterlidir diyenler haklı olurdu.
Ancak durum böyle değildir. Bilgelerimiz zaten söylemişti, “Yaradan, kişinin boğazdan mı enseden mi kurban kestiğini neden önemsesin? Sonuçta, sevaplar sadece insanları arındırmak için verilmiştir.” Dolayısıyla, hareketlerin incelenmesinin ötesinde bir amaç vardır ve hareketler sadece bu amacın hazırlıklarıdır. Bu nedenle, açıkçası, eğer hareketler arzulanan bu amaç için düzenlememişse sanki hiçbir şey mevcut değil gibidir. Ayrıca, Zohar’da şöyle yazılmaktadır: “Amaçsız bir sevap, tıpkı ruhsuz bir beden gibidir.” Dolayısıyla, amaç da harekete eşlik etmelidir.
Bir diğer yandan hedef, eylem yapmaya değer, gerçek bir hedef olmalıdır, bilgelerimiz bununla ilgili şöyle dediler: “‘Seni insanlardan ayıracağım ki Benim olasın,’ böylece onlardan ayrılığın Benim Adıma olacak. Kimsenin, ‘domuz eti yemesi imkânsızdır’ demesine izin verme. Tersine, kişi şöyle demeli ‘mümkün ama ne yapabilirim ki Cennetteki Babam beni mahkûm etti.’”
Dolayısıyla, eğer kişi iğrendiğinden ya da başka bedensel zarardan dolayı domuz etinden kaçınırsa, dini vecibelere göre yasaklı olan tek ve düzgün niyeti olmadığı sürece, domuz eti yememesi sevap olarak kabul edilmez. Her bir sevap ile böyledir ve sadece o zaman kişinin bedeni zaman içinde sevabı çalışarak arınır ki arzulanan amaç budur.
Dolayısıyla, fiziksel eylemlerin çalışılması yeterli değildir; Işık ve Işığı Veren’deki her şeyi, yani bir Yargı ve Yargıç bulunduğunu inançla incelemek için arzu edilir niyeti doğuran şeyleri çalışmamız lazım.
Bu yüce şeyi sağlayacak gücü olanın ödül ve cezaya inancın doğru kitaplarla birlikte çok çaba gerektirdiğini anlamayacak kadar kim aptal olabilir? Bu nedenle, aksiyondan önce bile Yaradan’a, O’nun Yasasına ve O’nun İlahi Takdir’ine inanca alışmak için bedeni arındıracak bir çalışma gerekmektedir. Bilgelerimiz bununla ilgili şöyle dediler, “Kötü eğilimi yarattım; Işığı da buna iksir olarak yarattım,” zira “garantörünüzün kendisinin bir kefile ihtiyacı vardır,” çünkü kötü eğilim olan kendi zevkiniz için alma arzularınız kişinin dini vecibeleriyle ıslahı yapabilmesine izin vermeyecektir.
İksir (Şifa) Olarak Işık
Kötü eğilimi hükümsüz kılmak ve hizaya getirmek için tek iksir Işık’tır, bilgelerimizin dediği gibi, “Onun içindeki Işık onları değiştirdi.”
Kitapların İçindeki Kelimelerin Çoğu Çalışma İçindir
Bu, yazıların neden pratik uygulamadan uzun uzadıya değil de sadece çalışmadan, yani Yaratılış eylemine girişten bahsettiğini açıklıyor. Bunlar, Yaratılış, İsimler, Emirler’in çoğu ve söylemeye gerek yok, efsaneler ve tefsirlerin tümüdür. Bununla beraber, bunlar Işığın barındığı yerler olduğundan, kişinin bedeni arınacak, kötü eğilimi azalacak ve kişi Işığa ve ödül ve cezaya inanca gelecektir. Manevi çalışmanın incelenmesindeki ilk derece budur.
Emir Mumdur ve Öğreti Işıktır
Şöyle yazılmıştır, “Zira emir mumdur ve Öğreti Işıktır.” Kişinin mumları olup da onları yakacak ışığı olmadığında karanlıkta oturduğu gibi, ıslaha eğilimi vardır ama kaynakları olmayan da karanlıkta oturur. Bunun nedeni, yazıların Işık olmasıdır ki bununla bedendeki karanlık aydınlanır ve yanar.
Tüm Yazılar Eşit Işık Değildir
Manevi kaynakların yukarıda bahsedilen gücüne göre, yani içindeki Işığın ölçüsünü dikkate alırsak; Işık, kişinin maneviyatı çalışarak alacağı Işığın ölçüsüne göre, derecelere ayrılmalıdır. Açıkçası, kişi kaynakların Yaradan’ın bilgelerimize ifşasına ilişkin sözlerini ölçüp, tartıp düşündüğü zaman bunlar kişiye pratik uygulama konularını ele almaktan daha çok Işık getirir.
Manevi çalışma ne kadar fiziksel dini vecibelerden ne kadar önemliyse, Yaradan’ın bilgelerimize ifşası Işığa kıyasla daha önemlidir. Maneviyatın Işığını almayı arzulamış, dürüst bir kalbe sahip herkes bunu kabul edecektir.
İlmin Yayılmasının Ortaya Çıkması ve Bunun Gerekliliği
Kabala ilminin tümü Yaradan’ın ifşasından bahsettiğinden, doğal olarak, bu görevi öğretecek daha başarılı bir şey de yoktur. Kabalistler bunu hedeflediler – yani ilmi, çalışmaya uygun şekilde düzenlemeyi.
Ve böylece Kabalayı gizlilik zamanına kadar çalıştılar (bunu belirli nedenden dolayı gizlemeye karar verdiler.) Ancak bu, sonsuza kadar değil sadece belirli bir süre içindi, Zohar’da şöyle yazıldığı gibi, “Bu ilmin günlerin sonunda ifşa edilmesi planlanmıştır ve hatta çocuklara bile.”
Buna göre, yukarıda bahsedilen ilim hiçbir şekilde Kabala ilmiyle sınırlı değildir, zira Kabala ilminin özü Yaradan’ın Özü’nden ortaya çıkan manevi Işıktır. Şöyle yazıldığı gibi, “Dışarı doğru ışıklar gönderebilir misin ki bunlar gidip sana yukarıda bahsedilen iki yolla – Yukarıdan aşağıya ve aşağıdan Yukarıya – ilgili olarak: ‘Biz buradayız’ diyebilsinler’”
Bu konular ve dereceler, insanlar için uygun olan bir dille yayılırlar, çünkü bunlar gerçekten de bu dünyadaki tüm varlıklar ve bu dünyada onların dalları olan işleyişler içindir. Böyle olmasının nedeni şudur, “Hiçbir çimen tanesi yoktur ki yukarıdaki meleği ona etkileyip ‘Büyü!’ demesin.” Dolayısıyla, dünyalar birbirinden meydana gelir ve mühür ve damga gibidirler. Ve birinde olan her şey, son dalları olan fiziksel dünyaya kadar diğerinde de vardır, ancak her biri Yukarısındaki dünyayı mührün damgası gibi içerir.
Bu yüzden, Üst dünyalardan veya onların işleyişlerinden, sadece onlardan veya işleyişlerinden uzanan fiziksel, alt dalları aracılığıyla bahsederiz ki bu da kutsal kitaplar veya laik öğretiler veya Kabalistlerin dili olan insanlar vasıtasıyla veya hemfikir olunan isimlere göre yapılır. Zohar’ın gizliliğinden bu yana Geonim’in (589-1038 dönemi) Kabalası’ndaki işleyiş buydu.
Böylece, Yaradan’ın ifşasının tek seferlik bir ifşa olmadığı, ancak Yukarıdan aşağıya ve aşağıdan Yukarıya ortaya çıkan yüce derecelerin tümünün ifşası için gereken bir süre içinde devam eden bir konu olduğu açıklanmış oldu. Bunların üzerinde ve sonunda Yaradan ortaya çıkar.
Bu tıpkı, son kişi ve son ülkeyi incelemeyi tamamlamadan önce tüm dünyanın kendisine ifşa olduğunu söyleyen, tüm ülkeler ve dünyadaki insanlar üzerine uzman bir kişiye benzer. Kişi bunu gerçekleştirene dek tüm dünyayı edinmemiştir.
Benzer şekilde, Yaradan’ın edinimi önceden belirlenmiş yollarla ortaya çıkar. Yaradan’ı edinme arayışında olan kimse, Yukarıda ve aşağıda bu yolları edinmelidir. Açıkçası, burada önemli olan Üst Dünyalardır, ancak alt ve Üst dünyalar birlikte edinilir çünkü şekillerinde değil sadece maddelerinde fark vardır. Üst bir Dünyanın maddesi daha arıdır, ancak şekiller birbirinden damgalanmıştır ve Üst Dünyada var olan altındaki tüm dünyalarda da zorunlu olarak vardır zira alttaki dünya Üstündeki dünya tarafından damgalanmıştır. Yaradan’ı arayan kişinin edindiği bu realiteler ve bunların işleyişleri “dereceler” olarak adlandırılır, zira bunların edinimleri biri diğerinin üzerinde olacak şekilde düzenlenmiştir, tıpkı merdivenin basamakları gibi.
Manevi İfadeler
Manevi bir şeyin görüntüsü yoktur, dolayısıyla üzerinde düşünecek harfleri de yoktur. Genel olarak maneviyatı, kişinin kıyafetlendirdiği ve Yaradan’ın ifşası için gereken miktar kadar edindiği Basit Işık olarak ifade etsek de, bu bile ödünç alınmış bir ifadedir. Bu böyledir çünkü manevi dünyada “Işık” olarak adlandırılan her şey güneş ya da mum ışığı gibi bir şey değildir.
Manevi dünyada Işık olarak bahsettiğimiz şey, doğası gereği, insan aklından alınmıştır çünkü kişinin aklında bir şüphe çözümlendiğinde bedeninde baştan aşağı bir tür ışık bolluğu ve haz keşfeder. Bu nedenle bazen öyle olmadığı halde “aklın ışığı” deriz. Çözüme kavuşmuş incelemeler için uygun olmayan bedenin maddesinin o kısımlarında parlayan ışık elbette akıldan daha aşağı bir şeydir. Dolayısıyla, bu alt, niteliksiz organlar da ışığı alıp edinebilirler.
Bununla beraber, aklı bir takım isimle adlandırabilmek için ona “aklın ışığı” deriz. Benzer şekilde, Üst Dünyaların realitesinin unsurlarını “Işıklar” olarak adlandırırız, zira bunları edinene bedeni boyunca, baştan aşağı, ışık ve haz bolluğu getirirler. Bu nedenle, “kıyafetlenmeyi” edinmiş birini adlandırabiliriz, çünkü Işığı kıyafetlendirmiştir.
Şöyle sorabiliriz, “Onları çalışmada kullanılan gözlem ve edinim gibi, isimlerle adlandırmamız, ya da zihinsel akıl fenomenini vurgulayan ifadelerle kişinin kendisini ifade etmesi daha doğru olmaz mıydı?” Mesele şu ki; bu, anlama fenomeninin işleyişine benzer bir şey değildir, zira akıl, realitenin tüm unsurları arasından belli bir daldır. Dolayısıyla, kendine özgü dışavurumları vardır.
Bu, derecelerde böyle değildir, zira dereceler bir dünyada var olan tüm unsurları içeren tam bir bütündürler. Her unsurun kendi özel yolu vardır. Çoğunlukla, derecelerdeki konuların algısı hayvansal bedenin algısına benzer: kişi biraz öz edindiğinde onun tümünü baştan aşağı edinir.
Zihinsel aklın yasalarıyla ölçecek olursak, kişinin o özde edinebileceği her şeyi edindiğini söyleyebiliriz ve eğer bunu bin yıl daha düşünse edindiğine küçücük bir şey bile ekleyemez. Bununla beraber, başlangıçta şöyledir……yani her şeyi görür ancak gördüğü hiçbir şeyi anlamaz. Ancak, zaman geçtikçe İbur (Gebe kalma), Yenika (emzirme), Mohin (yetişkinlik) ve ikinci bir İbur gibi ek konular edinmek zorunda kalacaktır. Aynı zamanda, edinimlerini istediği gibi hissetmeye ve arzuladığı gibi kullanmaya başlayacaktır.
Bununla beraber, kişi gerçekte, başlangıçta gerçekleştirdiği edinimlere bir şey bile eklemedi. Bu olgunlaşma gibidir: daha önce olgun değildi, dolayısıyla anlayamıyordu ve şimdi olgunlaşma tamamlandı.
Böylece, edinimlerin akıl fenomeninin işleyişinden büyük farkı olduğunu görüyorsunuz. Bu nedenle, kullanmaya alışık olduğumuz tanımlar bizim için akıl fenomeniyle yeterli olmayacaktır. Biz, sadece fiziksel konulara uygulanan işleyişleri kullanmaya zorlanıyoruz, zira bunların maddeleri bütünüyle ayrı olmalarına rağmen şekilleri tamamen birbirine benzerdir.
Gerçeğin İlminde Dört Dil Kullanılır
Gerçeğin ilminde dört dil kullanılır:
Kutsi Kaynakların Dili
Kutsi kaynakların dili, bu işe mükemmel uygun, temel, gelişmemiş bir dildir, çünkü çoğu kısımlarda kök ve dal ilişkisini kapsar. Bu anlaşılması en kolay dildir. Bu dil ayrıca en eski dildir; Adam HaRişon’a atfedilmiş Kutsi Dildir.
Bu dilin iki avantajı bir dezavantajı vardır. İlk avantajı anlaşılmasının kolay olmasıdır ve edinimde yeni olanlar bile ihtiyaçları olanı anında anlarlar. İkinci avantajı ise konuları, tüm diğer dillerden daha çok, geniş çaplı ve derinlemesine açıklamasıdır.
Dezavantajı ise belli konuları ve sebep sonuç bağlantılarını ele almak için kullanılamamasıdır. Böyle olmasının nedeni, her konunun bütünüyle açıklığa kavuşturulması gerekliliğidir, çünkü tüm konuyu sunmadıkça hangi unsura değindiğini açıkça anlamak mümkün değildir. Bu nedenle, bu dil küçük detayları ve sebep sonuç bağlantılarını göstermekte uygun değildir.
Ayrıca, dualar ve geleneksel vecibelerin dili bu kitaplardan alınmıştır.
Yasaların Dili
Yasaların dili, realitenin değil realitenin varoluşunun dilidir. Bu dil, orada sunulan yasaların köküne göre tümüyle otantik peygamber yazılarının dilinden alınmıştır. Ancak, kutsal kitaba göre bir avantajı vardır: her konuya tüm ayrıntılarıyla iner ve dolayısıyla, Üst Köklere daha doğru olarak dikkat çeker.
Bununla beraber, en büyük dezavantajı, anlaşılmasının zor olmasıdır. Bu dil, tüm dillerin en zorudur ve sadece “zarar vermeden giren ve çıkan” olarak nitelendirilen tam bir bilge bunu edinebilir. Elbette, Kutsal Kitaptan alındığı için ilk dezavantajı da kapsıyor.
Efsanelerin Dili
Efsanelerin dili, arzulanan anlama en mükemmel şekilde uyan alegoriler olduğundan anlaşılması kolaydır. Basit olarak incelerken, anlaşılması Kutsi Kitaplara göre daha kolay görünüyor. Ancak, tam olarak anlaması zor bir dildir, zira kendisini kök ve dal silsilesinden bahsetmekle sınırlamaz. Sadece alegoriler ve olağanüstü nüktedanlık vardır. Bununla beraber, Kutsi Kitaplar ve yasaların diliyle açıklanamayan ve derecenin özüyle ilgili anlaşılması zor, sıra dışı konseptleri çözmekte son derece zengindir.
Kabalistlerin Dili
Kabalistlerin dili, kelimenin tam anlamıyla bir dildir: hem kök hem dalla ilgili olarak hem de sebep sonuçla ilgili olarak çok kesindir. Bu dil, somut detayları ifade edebilme marifetine sahiptir. Ayrıca, bu dil aracılığıyla arzulanan konuya öncesi ve sonrasında gelen konu ile bağlantı kurma gerekliliği olmadan doğrudan yaklaşmak mümkündür.
Bununla beraber, bu dillin içinde gördüğünüz tüm somut yeteneklere rağmen çok büyük bir eksikliği de vardır: bu dili kendi aklı ile anlayan usta bir Kabalist bilge haricinde edinmek çok zor, neredeyse imkânsızdır. Bu diğer dereceleri aşağıdan Yukarıya ve Yukarıdan aşağıya kendi aklıyla anlayan biri bile bu dilde hâlâ bir şey anlamayacaktır ta ki bu dili öğretmeninden yüz yüze almış bir bilgeden alana dek.
Kabala’nın Dili Her Şeyde Dâhildir
İsimler, adlandırmalar ve Gimatria tümüyle Kabala ilmine aittir. Bunların diğer dillerde bulunmalarının nedeni de tüm dillerin Kabala ilmine dâhil olmasıdır. Bunun nedeni, isimler, adlandırmalar ve Gimatria’nın diğer dillerin tümüyle destekleyicisi olmaları gereken özel konular olmasıdır.
Ancak, kişi gerçeğin ilminin ifşasının açıklamaya hizmet eden bu dört dilin zaman içinde teker teker geliştiğini düşünmemeli. Gerçek şu ki bunların dördü de bilgelerin önünde aynı anda ortaya çıktı.
Aslında, her biri tüm diğerlerinden oluşur. Kabala dili Kutsi Kitaplarda mevcuttur, Tsur’un (Kaya) üstünde durmak, ıslahın metodunda on üç erdemlilik niteliği gibi ve bir bakıma her bir cümlede hissedilir. Yazılarda yapılar da vardır ve bunların tümünün üstünde Şarkıların Şarkısı vardır ki, bunların tümü Kabala’nın dilidir. Yasalar ve efsanelerde de benzer şekildedir ve tüm dillerde aynı anlamı taşıyan silinemeyen isimler konusunda daha da çok böyledir.
Dillerin Evriminin Sırası
Her şeyin içinde aşamalı bir gelişim vardır ve kullanılabilecek en kolay dil diğerlerinden önce gelişimini tamamlamış olan dildir. Dolayısıyla, ilk ürünler Kutsal Kitabın dilindeydi, zira bu en uygun dildi ve o dönemde yaygındı.
Bunu müteakip yasaların dili geldi, zira bu, Kutsal Kitabın diline tümüyle dalmıştır, bunun yanı sıra yasaların nasıl uygulanacağının halka gösterilmesi gerekiyordu.
Üçüncüsü ise efsanelerin diliydi. Bu da Kutsal Kitap’ta pek çok yerde bulunmasına rağmen sadece yardımcı bir dildi çünkü konuların algılanmasını aceleye getirir. Bununla beraber, temel bir dil olarak kullanılamaz zira kök ve onun dalının kesinliğinden yoksundur. Bu yüzden, ender kullanıldı ve dolayısıyla gelişmedi.
Ve efsaneler döneminde bilgelerimizin sözlerini açmak için geniş çaplı kullanılmalarına rağmen bu sadece Kutsi Kitap’ın dili ile birlikteydi. Gerçekte, bilgelerimizin bu dili geniş çaplı kullanmaları Kabala dilinin gizlenmesinden sonra, Yohanan Ben Zakai’nin döneminde ve kısa süre öncesinde, yani Tapınağın yıkılmasından yetmiş yıl önce başladı.
En son gelişen Kabala’nın dili oldu. Bunun nedeni bu dili anlamanın zorluğuydu: edinime ilaveten, kişinin kelimelerin anlamını anlaması gerekmektedir. Dolayısıyla, bu dili anlayanlar bile kullanamadılar, zira çoğunlukla nesillerinde yalnız idiler ve birlikte çalışacak kimseleri yoktu. Bilgelerimiz bu dili, Maase Merkava olarak adlandırdılar, zira bu dil kişinin diğer hiçbir dille yapamayacağı, derecelerin Herkev’inin (Düzenleme) birbiri içindeki detaylarını ayrıntılarıyla açıklayabileceği özel bir dildir.
Kabala Dili Herhangi Bir Konuşma Dili Gibidir ve Ayrıcalığı Tek Bir Kelimenin İçerdiği Anlamdadır!
İlk bakışta, Kabala dili yukarıda bahsedilen üç dilin karışımı gibi görünür. Bununla beraber, bu dili kullanmayı anlayan biri kendi içinde baştan sona eşsiz bir dil olduğunu görür. Bunun kelimelerle değil kelimelerin anlamlarıyla ilgisi vardır. Diller arasındaki tüm fark budur.
İlk üç dilde neredeyse bir kelimenin bile tam anlamı yoktur, kelimenin neye işaret ettiği okuyucuya bırakılmıştır. Sadece birkaç kelimeyi veya bazen konuyu birleştirerek içerik ve anlamları anlaşılabilir. Kabala dilindeki avantaj içindeki her kelimenin içeriği ve anlamını herhangi bir dilden daha az olmamak kaydıyla okuyucuya tam bir kesinlikle açık etmesidir: her kelime kendi kesin tanımını taşır ve başka bir kelimeyle yer değiştiremez.
İlmi Unutmak
Zohar’ın gizliliğinden bu yana bu önemli dil yavaş yavaş unutuldu çünkü giderek daha az kişi tarafından kullanıldı. Ayrıca, alıcı bir bilgenin bu dili anlayan alıcı birine aktarmasında bir nesil ara vardı. O günden bu yana muazzam bir eksiklik oldu.
Bu dile sahip son kişi olan Kabalist Musa de Leon’un bu dilin bir kelimesini bile anlamadığını açıkça görebilirsiniz ki, bu dil dünyada onun vasıtasıyla ortaya çıkmıştır. Bunun nedeni, Zohar Kitabı’nın parçalarını sunduğu o kitaplarda kelimeleri kesinlikle anlamadığı çok açıktır çünkü Zohar Kitabı’nı Kutsal Kitap’a göre yorumladı. Derlemelerinden de anlaşılacağı gibi kendisi muazzam bir edinime sahip olmasına rağmen anlayışı tamamen karıştırmıştı.
Nesiller boyunca böyleydi: bütün Kabalistler tüm yaşamlarını Zohar’ın dilini anlamaya adadı ancak ellerini kollarını bulamadılar, çünkü Zohar’ın üzerine Kutsal Kitap’ın dilini zorladılar. Bu nedenle, bu kitap Kabalist Musa de Leon’un kendisine olduğu gibi onlara da mühürlenmişti.
Ari’nin Kabala’sı
Bu durum, eşi benzeri olmayan Kabalist Ari’nin gelişine kadar böyleydi. Onun edinimi herhangi bir sınırın ötesinde ve üstündeydi ve o bizlere Zohar’ın dilini açtı ve bu dilin içindeki zemini hazırladı. Bu kadar genç ölmeseydi, Zohar’dan çekilecek Işığın miktarını hayal bile edemeyiz. Bize bahşedilen az miktar yolu ve içeriği ve nesiller boyunca Zohar’ı tümüyle anlamaya ulaşmanın gerçek ümidini hazırladı.
Bununla beraber, neden Ari’yi izleyen büyük bilgelerin bu ilimde derlenmiş tüm kitapları ve Zohar’ın tefsirlerini bırakıp, hatta kendilerini neredeyse görünmekten bile men edip, yaşamlarını Ari’nin sözlerine adadıklarını anlamalısınız. Bu nedeni, Ari’den önce gelen bilgelerin kutsallıklarına inanmamaları değildi; Allah korusun böyle düşünmememiz lazım. O büyük bilgelerin gerçeğin ilmindeki edinimlerinin muazzam olduğunu gözleri olan herkes görebilir. Sadece cahil bir aptal onlardan şüphe edebilir. Ancak, onların ilimdeki mantıkları ilk üç dili izledi.
Her bir dil doğru olmasına ve kendi yerini bulmasına rağmen, bu sıraları kullanarak Zohar’da kapsanan Kabala ilmini anlamakta oldukça yanlış yönlendirici ve tümüyle uygunsuzdurlar. Böyle olmasının nedeni, unutulduğundan dolayı Zohar’ın tümüyle farklı bir dil olmasıdır. Bu nedenle, onların açıklamalarını kullanmıyoruz; ne Kabalist Musa de Leon’un, ne de ondan sonra gelenlerin, zira onların Zohar’ı yorumlayan sözleri doğru değildir ve bugüne kadar sadece bir tefsirimiz var – Ari’nin tefsiri.
Yukarıda yazılanların ışığında, Kabala ilminin içselliği Kutsi kitaplardan ve efsanelerden farklı değildir. Aralarındaki tek fark açıklamalarındadır.
Bu bir ilmin dört dile çevrilmesi gibidir. Doğal olarak, ilmin özü dilin değişmesi ile değişmemiştir. Düşünmemiz gereken tek şey ilmi öğrenciye aktarmak için hangi çevirinin daha uygun olduğudur.
Konu bu şekilde önümüzde: Gerçeğin ilmi, yani Yaradan’ın Yolu’ndaki varlıklaraYaradan’ın niteliklerinin ifşasının ilmi, dünyevi bilimler gibi nesilden nesle aktarılmalıdır. Her nesil öncekine bir bağlantı ekler ve ilim böylece gelişir. Dahası, halka açmaya daha uygun hale gelir.
Dolayısıyla, her bilge öğrencilerine ve takip eden nesillere kendisine bahşedilen ilavelerle birlikte önceki nesillerden miras aldığı her şeyi aktarmalıdır. Açıkçası, edinenlerin edindiği gibi manevi edinim, bir başkasına aktarılamaz ve bir kitapta da yazılamaz. Böyle olmasının nedeni, manevi nesnelerin hiçbir şekilde hayal gücünün harflerinde belirememeleridir (ve şöyle yazılmasına rağmen, “…..peygamberlerin rehberliği vasıtasıyla benzerlikler kullandım,” kelime anlamıyla böyle değildir.)
İlmi Aktarmanın Sırası
Bu durumda, edinen bir kişi edinimlerini nesilden nesle ve öğrencilere nasıl aktarabilir? Bunun için bir yol olduğunu bilmelisiniz: kökler ve dalların yolu. Tüm dünyalar ve onları dolduran her şey, her detayında, Bir, Eşsiz ve Bütün Düşüncedeki Yaradan’dan ortaya çıktı. Düşünce, tek başına basamaklandı ve tüm dünyaları, yaratılışları ve onların işleyişlerini yarattı, Hayat Ağacı’nda ve Tikuney Zohar’da yazıldığı gibi.
Bu yüzden, hepsi birbirine eşittir, tıpkı ilk mührün bunların tümünde damgalandığı mühür ve damgası gibi. Sonuç olarak, amaçla ilgili Düşünceye yakın olan dünyaları “kökler” olarak ve amaçtan daha uzak dünyaları “dallar” olarak adlandırıyoruz. Bunun böyle olmasının nedeni, aksiyonun sonunun ilk düşüncede olmasıdır.
Şimdi bilgelerimizin efsanelerdeki yaygın deyişini anlayabiliriz: “ve onu dünyanın sonundan sonuna kadar seyreder.” “…..dünyanın başından sonuna kadar” demeleri gerekmez miydi? Ancak iki son vardır: 1) Amaçtan uzaklığına göre bir son, yani bu dünyadaki son dallar anlamında ve 2) “Nihai amaç” denilen bir son, zira amaç olayın sonunda ifşa olur.
Ancak açıkladığımız gibi, “Aksiyonun sonu ilk düşüncededir.” Dolayısıyla, amacı dünyaların başında görüyoruz. Bu, bizim “ilk dünya” veya “ilk mühür” olarak addettiğimiz şeydir. Tüm diğer dünyalar bundan kaynaklanır ve tüm yaratılışların (varlıkların) – cansız, bitkisel, hayvansal ve konuşan – tüm durumlarında, formlarının bütünüyle tam olarak ilk dünyada mevcutturlar. Orada mevcut olmayan hiçbir şey dünyada ortaya çıkamaz, çünkü kimse sahip olmadığı şeyi veremez.
Dünyalarda Kök ve Dal
Artık dünyalardaki kök ve dal konusunu anlamak daha kolay. Bu dünyadaki cansız, bitkisel, hayvansal ve konuşan seviyelerin her biri formlarında değil sadece maddelerinde farklı olarak bir Yukarısındaki dünyada kendisine tekabül eden parçasına sahiptir. Dolayısıyla, bu dünyadaki bir hayvan veya kaya fiziksel bir maddedir ve Üst Dünyada ona tekabül eden hayvan ve kaya zaman ve yer kaplamayan manevi bir maddedir. Bununla beraber, bunların nitelikleri aynıdır.
Ve burada şüphesiz ki, doğal olarak formun niteliği koşuluna bağlı olan madde ve form arasındaki ilişki konusunu eklememiz lazım. Benzer şekilde, Üst Dünyadaki cansız, bitkisel, hayvansal ve konuşan seviyelerin çoğunluğuyla Üst Dünyanın Yukarısındaki dünya ile arasında benzerlikler bulacaksınız. Bu, tüm unsurların tamamlandığı ilk dünyaya kadar devam eder, şöyle yazıldığı gibi “Ve Yaradan yarattığı her şeyi gördü ve baktı ki çok güzeldi.”
Kabalistler bu yüzden, yukarıya, yani aksiyonun sonunun ilk dünya, yani amaç olduğuna işaret etmek için dünyanın her şeyin merkezinde olduğunu yazdılar. Ayrıca, amaçtan uzaklık amaçtan en uzak olan bu fiziksel dünyaya “Dünyaların, Kaynağından düşmesi” olarak adlandırılır.
Bununla beraber, tüm fiziksel unsurların sonu zaman içinde gelişmek ve Yaradan’ın onlar için planladığı amacı yani ilk dünyayı gerçekleştirmektir. İçinde olduğumuz bu dünyayla karşılaştırıldığında ilk dünya son dünyadır, yani maddenin sonudur. Bu nedenle, amacın dünyası en son dünya gibi görünür ve bu dünyanın insanları bizler bu dünyaların arasındayız.
Gerçeğin İlminin Özü
Şimdi, bu dünyada yaşayan türlerin ortaya çıkışı ve onların hayatlarının işleyişinin muazzam bir ilim olduğu gayet açık olduğuna göre, dünyadaki İlahi Bolluğun ortaya çıkışı, dereceler ve bunların işleyişleri birleşerek fizik biliminin çok daha ötesinde muazzam bir ilim yaratıyor. Bunun böyle olmasının nedeni, fiziğin sadece belli bir türün belli bir dünyada varoluşunun düzenlenmesinin bilgisi olmasıdır. Konuya özeldir ve başka bir ilim ona dâhil değildir.
Gerçeğin ilminde böyle değildir zira Kabala ilmi; cansız, bitkisel, hayvansal ve konuşan derecelerin tümünün tüm koşul ve işleyişleriyle, Yaradan’ın Düşüncesinde, yani amaçta dâhil olduklarının bilgisidir. Bu nedenle, en küçüğünden en yücesine kadar dünyadaki tüm öğretiler bu ilme dâhildir çünkü bu ilim, doğunun batıdan olduğu gibi birbirinden en farklı ve uzak olan tüm farklı öğretileri eşitler. Onları eşit kılar, yani her öğretinin yöntemi bu ilmin yoluna çıkmak zorunda bırakılır.
Örneğin, fizik bilimi tam olarak dünyaların ve Sefirot’un sırasına göre düzenlenmiştir. Benzer şekilde, astronomi de aynı sırayla düzenlenmiştir ve müzik bilimi de vb. Bu yüzden, Kabala ilminde görüyoruz ki tüm öğretiler öyle bir şekilde düzenlenmişlerdir ki tek bir bağlantı ve tek bir ilişkiyi izlerler ve bir çocuğun önceki nesline ilişkisi gibidirler. Bu nedenle, dünyanın tüm öğretilerinde derin bilgiye sahip olmayan hiçbir gerçek Kabalist görmeyiz, zira onlar bunları gerçeğin ilminden edinirler çünkü tüm öğretiler gerçeğin ilmine dâhildirler.
Birlik
Kabala ilmiyle ilgili en şaşırtıcı şey içindeki bütünselliktir: bu muazzam realitenin tüm unsurları, hepsi birlikte, tek bir şeye – Her Şeye Gücü Yeten’e – gelene dek bu ilimde birleşmiştir.
Başlangıçta, tüm öğretilerin bu ilimde yansıdığını görüyorsunuz. Bunlar tam olarak kendi sırasıyla düzenlenmiştir. Sonuç olarak, tüm dünyalar ve tahmin edilemeyecek boyutta olan, gerçeğin ilminin kendisinin emirleri, “On Sefirot” denilen sadece on realite altında birleşirler.
Sonrasında, bu on Sefirot, dört harfli bir İsim olan dört şekilde düzenlenmiştir. Ondan sonra, bu dört şekil Eyn Sof’u (Sonsuzluk) ima eden Yod’un ucuna dâhil edilmiştir.
Bu şekilde, bu ilme başlayan kişi Yud’un ucuyla başlamalıdır ve buradan “Adam Kadmon’un dünyası denilen” ilk dünyadaki on Sefirot’a geçmelidir. Buradan kişi Adam Kadmon dünyasındaki sayısız detayın muhakkak neden ve sonuç ilişkisiyle, astronomi ve fizikte gördüğümüz aynı yasalarla, yani sabit bozulmaz, muhakkak birbirinden çıkan, birbirinden basamaklanan yasalarla, Yud’un ucundan Adam Kadmon dünyasındaki tüm unsurlara kadar yayıldığını görür.
Şöyle sorabiliriz, “Eğer materyal bilinmiyorsa, onu nasıl çalışıp inceleyebiliriz?” aslında, bunu tüm öğretilerde görürsünüz. Örneğin, anatomi çalışırken – çeşitli organlar ve bunların birbirlerini nasıl etkiledikleri – bu organların bütün olan genel konuya, yaşayan insan bedenine, benzerliği yoktur. Ancak, zaman içinde, bu ilmi derinlemesine öğrendiğinizde bedenin dayandığı tüm detayların genel bir ilişkisini oluşturabilirsiniz.
Burada da böyledir: genel konu Yaradan’ın niteliğinin, O’nun varlıklarına ifşasıdır; şöyle yazıldığı gibi “….yeryüzü Yaradan’ın bilgisiyle dolacaktır.” Bununla beraber, yeni başlayan biri tüm diğerleri tarafından etkilenen genel konunun bilgisine sahip olmayacaktır. Bu nedenle, kişi tüm ilmi tamamlayana kadar tüm detayları ve neden ve sonuç yoluyla nedenlerini olduğu kadar, bunların birbirlerini nasıl etkilediklerini de edinmelidir. Kişi her şeyi derinlemesine bildiğinde, eğer arınmış bir ruhu varsa sonunda genel konu ile ödüllendirilecektir.
Ödüllendirilmese bile, bu muazzam ilmin herhangi bir algısını edinmek bile çok büyük bir ödüldür çünkü tüm diğer öğretiler üzerindeki üstünlüğü bu ilmin her bir konusunun değeri gibidir ve Yaradan’ın O’nun varlıkları üzerindeki üstünlüğü gibi değer verilir. Benzer şekilde, konusu Yaradan olan bu ilim, konusu O’nun varlıkları olan bir ilimden daha değerlidir.
Bu, algılanamadığından dünya bunu düşünmekten kaçınmıyor. Sonuçta, bir gök bilimci de yıldızları ve gezegenleri değil sadece onların muazzam İlahi Takdir’de önceden belirlenmiş olan mükemmel ilim ile gerçekleştirdikleri hareketlerini algılayabilir. Benzer şekilde, gerçeğin ilminin bilgisi de bundan daha gizli değildir, tıpkı yeni başlayanların bile hareketleri her yönüyle anladıkları gibi. Tersine, tüm engelleme Kabalistlerin bu ilmi akıllı bir şekilde dünyadan gizlemeleri yüzündendi.
İzin Verme
Gerçeğin ilminin ifşasına izin verilen böyle bir nesilde doğduğum için çok memnunum. Ve şöyle sormalısınız, “İzin verildiğini nereden bileyim?” Şu cevabı veririm, ifşa etmek için izin verildim. Şimdiye kadar, halka açık olarak iştigal etmenin ve her kelimeyi bütünüyle açıklamanın yolları hiç bir bilgeye ifşa olmamıştır. Ve ben de ifşa etmemeye öğretmenimin yanında yemin ettim, benden önceki tüm öğrencilerin yaptığı gibi. Bununla beraber, bu yemin ve yasaklama sadece peygamberlere ve onlardan öncesine uzanan nesilden nesle sözle aktarılan durumlarda geçerlidir. Eğer bu yöntemler halka ifşa edilseydi onlar bu ilme, sadece bizler tarafından bilinen sebeplerden dolayı, büyük zarar verirlerdi.
Bununla beraber, kitaplarımda çalıştığım yöntem izin verilen bir yoldur. Dahası, öğretmenim tarafından bu ilmi yayabildiğim kadar yayma talimatı verildim. Bunu “konuları kıyafetlendirme yöntemi” olarak adlandırıyoruz. Yazılarında Raşbi’nin bu yolu “izin verme” olarak adlandırdığını göreceksiniz ve Yaradan’ın bana sonuna kadar verdiği şey budur. Bunun öğreticinin yüceliğine değil, neslin koşuluna bağlı olduğunu kabul ediyoruz, bilgelerimizin dediği gibi; “Küçük Şamuel değerliydi, ancak nesli değersizdi.” Bu nedenle, ilmi ifşa etme hareketiyle ilgili ödüllendirilmemin neslimden dolayı olduğunu söyledim.
Soyut İsimler
Kabala’nın soyut isimler kullandığını düşünmek çok ciddi bir yanlıştır. Tersine, sadece gerçeğe değinmektedir. Aslında, bizler algılamasak da dünyada gerçek olan şeyler var örneğin, mıknatıs ve elektrik gibi. Ancak, kim bunların soyut isimler olduğunu söyleyecek kadar aptal olabilir ki? Neticede, bunların etkilerini tüm detayıyla biliyoruz ve bunların özünü bilmediğimiz de umurumuzda değil. Sonuçta, bunların etkilerinden dolayı bunları kesin nesneler olarak addediyoruz. Ve bu gerçek bir isimdir. Yeni konuşmaya başlayan bir çocuk bile bunların etkilerini sadece hissetse bile onları adlandırabiliyor. Kuralımız şudur: Edinmediğimiz hiçbir şeyi adlandırmayız.
Öz Maddesel Şeylerde Algılanmaz
Dahası, taşlar ağaçlar gibi özünü edindiğimizi sandığımız şeylerle bile, dürüst bir incelemeden sonra görüyoruz ki onların özünden sıfır edinimle kalıyoruz, zira bizler sadece bunların bizim duyularımızla etkileşimlerinden kaynaklanan etkilerini ediniyoruz.
Ruh
Örneğin, Kabala üç güç olduğunu belirttiğinde; 1) Beden, 2) Hayvansal Ruh ve 3) Kutsal Ruh; bu, ruhun özünden bahsetmemektedir. Ruhun özü değişkendir; ruhun özü, psikologların “benlik” ve materyalistlerin de “elektrik”[1] olarak addettiği şeydir.
Ruhun özünden bahsetmek zaman kaybıdır, zira tüm fiziksel nesnelerde olduğu gibi duyularımıza etki etme yoluyla düzenlenmemiştir. Bununla beraber, manevi dünyalardaki üç tür aksiyonun bu değişkenin özünü inceleyerek, onları Üst Dünyalardaki asıl işleyişlerine göre, farklı isimlerle derinlemesine ayırt edebiliriz. Bu yüzden, burada soyut isimler değil sadece, kelimenin tam anlamıyla somut isimler vardır.
Benim Tefsirimim Önceki Tefsire Üstünlüğü
Kabala ilminde konuları yorumlamak için laik öğretiler kullanabiliriz, zira Kabala ilmi her şeyin köküdür ve onların tümü bu ilme dâhildir. Bazıları anatomiden yardım almıştır, şöyle denildiği gibi, “o zaman Yaradan’ı bedenim olmaksızın göreceğim” ve bazıları da felsefeden yardım almıştır. Son zamanlarda, psikoloji ilminin geniş çaplı kullanımı mevcuttur. Ancak, bunların hiç biri gerçek tefsirler olarak kabul edilmemektedir, zira bunlar Kabala ilminin kendisinde hiçbir şey yorumlamamaktadır, bunlar sadece bize tüm diğer öğretilerin Kabala ilmine nasıl dâhil olduğunu göstermektedir. Bu nedenle, öğrenciler başka bir yerde başka bir şeyden yardım alamazlar….. Yaradan’a hizmet etme ilmi tüm dış öğretilerin yanında Kabala ilmine en yakın olan ilim olsa bile.
Ve söylemeye gerek yok ki, anatomi bilimi veya felsefeye göre yorumlarla yardım almak mümkün değildir. Bu nedenle, kök ve dal ve neden ve sonuç vasıtasıyla yorumlayan ilk kişi olduğumu söyledim. Dolayısıyla, kişi benim tefsirim vasıtasıyla bazı konuları anlayacak ise, bunun bu konunun Zohar’da ve Tikunim’de ortaya çıktığı her yerde kendisine faydası olacaktır, tıpkı tek bir yerde tüm diğer şeyler için yardım alabileceğiniz kelimesi kelimesine tefsirlerde olduğu gibi.
Dışsal öğretilere (dünyevi bilimler) göre çeviri yapma tarzı zaman kaybıdır çünkü birinin diğerine göre gerçekliğini kanıtlamaktan başka bir şey değildir. Dışsal bir öğretinin kanıta ihtiyacı yoktur, zira İlahi Takdir buna tanıklık etmesi için beş duyuyu hazırlamıştır ve kişi Kabala’da, (bütün bunlara rağmen) konuya kanıt getirmeden önce konuyu anlamalıdır.
Dışsal Öğretilere Göre Yorumlama Tarzı
Bu, Kabalist Şem Tov’un yanlışının kaynağıdır: Kabala ilmine göre Aklı Karışık Olanlar İçin Rehber’i yorumladı. Tıp biliminin veya herhangi bir bilimin, felsefe ilminden hiç de geri kalmaksızın Kabala ilmine göre yorumlanabileceğini bilmiyordu veya bilmezliğe geldi. Böyle olmasının nedeni tüm ilimlerin Kabala ilmine dâhil olması ve mührüyle damgalanmasıdır.
Elbette, Aklı Karışık Olanlar İçin Rehber, Kabalist Şem Tov’un yorumladığı şeyden hiç bahsetmedi ve o da …….Yaratılış Kitabı’nda nasıl olduğunu hiç görmedi, o Kabala’yı felsefeye göre yorumladı. Bu tarz bir tefsirin zaman kaybı olduğunu zaten ispatladım, zira dış öğretilerin kanıtlanma gereği yok ve kelimeleri anlamadan Kabala ilminin gerçekliğine kanıt getirmenin anlamı yoktur.
Bu tıpkı bir savcının savını açıklamadan sözlerini doğrulamak için şahitler getirmesi gibidir (manevi çalışmayla ilgili kitaplar hariç, zira Yaradan’a hizmet etmenin ilmi gerçekten bu ilmin doğruluğuna ve başarısına tanıklar ister ve bizler bunun için gerçeğin ilminden yardım almalıyız.)
Bununla beraber, bu yaklaşımın tüm derlemeleri ve yolları hiçbir şekilde zaman kaybı değildir. İlmi derinlemesine anladığımızda, bunları nasıl arayacağımızın yollarıyla birlikte bu öğretilerin ilmin içine nasıl dâhil olduğuyla ilgili de karşılaştırmalardan fazlaca yardım alabileceğiz.
İlmi Edinmek
İlmin gerçeğinde üç sıra vardır:
1. İlimdeki özgünlük. Bu ilmin insan yardımına ihtiyacı yoktur, zira tümüyle Yaradan’ın hediyesidir ve hiçbir yabancı bu ilme müdahale edemez.
2. Kişinin yukarıdan edindiği kaynakları anlaması. Bu tıpkı tüm dünyanın gözleri önüne serilmiş olduğunu gören bir kimseye benzer ve yine de bu dünyayı anlamak için çabalayıp çalışmalıdır. Kişi her şeyi kendi gözleriyle görmesine rağmen, aptallar ve akıllılar vardır. Bu anlayışa “gerçeğin ilmi” denir ve Adam HaRişon, bu bilgiyle gözleriyle gördüğü ve edindiği her şeyi tam anlamıyla maksimum seviyede anlayabileceği yeterli bilgi silsilesini alan ilk kişidir.
Bu bilginin sırası sadece ağızdan ağza verilir. Bunların içinde kişinin dostuna ekleyebileceği veya geri çekilebileceği evrimin bir sırası da vardır (hâlbuki bu dünyanın realitesini anlarken, ilk izlenimde herkes ekleyip çıkarmadan eşitçe alır, Âdem gibi. Baktığımız zaman herkes eşittir ancak anlayışta böyle değildir – nesiller boyunca bazıları gelişir, bazıları geri çekilir.) Ve bunun aktarımının sırası bazen “Özel İsim’i (Yaradan’ın Adı) aktarmak” olarak adlandırılır ve bu pek çok koşul altında verilmiştir, ancak sadece sözel olarak yazılı değil.
3. Bu yazılı bir emirdir. Tamamen yeni bir şeydir, zira kişinin edinimlerinin yayılımını sonraki nesillere aktardığı, ilmin gelişimi için bir hayli yer olmasının yanında bunda başka muazzam bir güç vardır: Bu ilimle iştigal eden herkes, içinde yazılanları hâlâ anlamasalar da yine de bu ilim tarafından arındırılırlar ve Üst Işıklar onlara yaklaşır. Yukarıda da açıkladığımız gibi, bu sıra dört dil içerir ve Kabala ilminin dili bunların hepsini geçer.
İlmi Aktarmanın Sırası
İlmi öğrenmek isteyen kişi için en başarılı yol, gerçek bir Kabalist aramak ve kişi kendi aklıyla bu ilmi anlama ile ödüllendirilene, yani ilk izlenime dek onun tüm yönlendirmelerini izlemektir. Sonrasında, kişi ikinci izlenim olan ilmi ağızdan ağza aktarma ile ve bundan sonra üçüncü izlenim olan yazılı olanı anlamakla ödüllendirilir. Sonra, kişi öğretmeninden ilmin tümünü ve onun araçlarını kolaylıkla devralmış olur ve artık kişinin gelişmesi ve yayılması için zamanı vardır.
Bununla beraber, gerçekte ikinci bir yol vardır: kişinin muazzam arzusu vasıtasıyla, Cennetleri görme gücünün ona açılmasıdır. Bu durumda, kişi tüm kaynakları kendi başına edinir. Bu ilk izlenimdir. Ancak sonrasında, kişi hâlâ çalışmalı ve kapsamlı bir şekilde çabalamalıdır ta ki kişi önünde eğilip itaat edebileceği ve ilmi yüz yüze aktarımla alabileceği Kabalist bir bilge bulana dek, bu ikinci izlenimdir ve sonra üçüncü izlenim gelir.
Kişi, başından itibaren Kabalist bir bilgeye bağlı olmadığından edinimler büyük çaba ile gelir ve çok zaman alır ve kişiye gelişimi için az bir zaman bırakır. Ayrıca, bazen bilgi gerçekten sonra gelir, şöyle yazıldığı gibi “ve onlar ilimsiz ölecekler.” Bunlar yüzde doksan dokuzdur, bizim “giren ancak çıkmayan” dediklerimiz. Onlar önlerine serilen dünyayı gören ancak ağızlarındaki ekmek dışında hiçbir şeyini anlamayan, cahil ve aptallar gibidirler.
Aslında, ilk yolda bile herkes başarılı olmaz. Edinenlerin çoğunluğu kanaatkâr olur ve kendilerini öğretmenlerine yeterince boyun eğmekten alıkoyarlar, çünkü onlar ilmin aktarılmasına layık değillerdir. Bu durumda, bilge onlardan ilmin özünü gizlemelidir ve “onlar ilim olmaksızın ölecekler”, “giren ancak çıkmayan.”
Bunun nedeni, gerekli sebeplerden dolayı ilmin aktarımında zorlu ve katı kurallar olmasıdır. Dolayısıyla, çok az kişi öğretmenleri tarafından buna yeterince değerli görülür ve ödüllendirilenler ise mutludur.
[1] Kabalist Laitman, “elektrik” kelimesiyle Baal HaSulam’ın atomlar üzerine kurulu demek istediğini söylüyor.