Makale No. 16, 1988
Dünyevi bir bina inşa edilirken binayı inşa etmek isteyen kişinin, önce bir temel kazdığını ve binayı bu temelin üzerine kurduğunu görüyoruz. Temel kazarken tek katlı bir bina inşa etmek ile çok katlı bir bina inşa etmek arasında bir fark olduğunu anlamalıyız. Dolayısıyla temelin zemine kazılması, binanın yüksekliğine göre olmalıdır. Temel, bir seferde kazılmaz. Tam tersine, her gün daha derin olacak şekilde inşa edilir ve daha sonra, üzerine yüksek bir bina inşa edilebilir.
Aynı şey, maneviyatta da geçerlidir. Kişi, tek katlı bir bina inşa etmek isterse temeli çok derin kazmasına gerek yoktur. Biraz kazar ve Tora ve Mitzvot’u (emirler/iyi işler) yerine getirerek, binasını inşa edebilir. Maneviyattaki kazı nedir? O bir eksikliktir, kalp, “arzu” olduğundan kalbe bir eksiklik kazıldığında kalbe, Malhut, “yeryüzü” ya da “toprak” denir.
Maddesellikte olduğu gibi, toprağa bir eksiklik kazarsınız. Diğer bir deyişle bina inşa etmeden önce, önce toprağı kazmalı yani kazılacak yerde ne varsa çıkarmalıyız. İnşa etmek istediğimiz yer boşaldığında, inşa etmeye başlarız. Eğer yer toprakla doluysa bina çökeceği için, onun üzerine inşa edemeyiz.
Benzer şekilde, maneviyatta da toprağı yani kalbi kazmalıyız ve kalpteki tozu oradan çıkarmalıyız ve o zaman kalp, hiç kalıntı kalmadan boşalmış olur. Sonra, inşa etme zamanı gelir. Öyle görünüyor ki kalp maddesel şeylerle dolu olduğunda, o toprağın üzerine herhangi bir bina inşa etmek imkânsızdır, zira bir şey, eğer ona ihtiyaç yoksa var olamayacağı için tüm bina çöker.
Tersine, kişi ihtiyaç ve özlem duyduğu şeyin eksikliğini hissettiği noktada, onu elde ettiğinde o şey, var olma hakkına sahip olur çünkü kişinin ona ihtiyacı vardır. Ve o zaman, kişi bilir -önemin ölçüsü, ihtiyacın ölçüsüne bağlıdır ve kişi, binayı düşmanlarının onu yıkmaması için nasıl koruyacağını bilir.
Burada, temel kazma meselesi başlar yani kazının derinliği, kişinin inşa etmeyi planladığı binanın yüksekliğine bağlıdır. Bazen kişi, zemin seviyesinde bir binadan hoşnut olduğunu söyler. Başka bir deyişle kişi, bununla zemin seviyesinde yani topraktan uzak olmayan bir yapı inşa etmek için, Tora ve Mitzvot’u yerine getirmek ister.
Bu, kişi, alma kapları olarak kabul edilen maddesellikte yani bu ödülde kalmayı arzuluyor demektir. Yaşamak için bir bina inşa ettiğinde bunun ödülü, içinde yaşayacağı binadır. Bu nedenle bilinir ki kişi, sadece ödül için yaşamak ister, ödül ise çalışmasının karşılığında aldığı haz ve mutluluk olduğundan ve insan sadece haz ve mutluluk almak için yaşamak istediğinden, bu onun yaşamıdır.
Tora ve Mitzvot’u çalışma sırası, Lo Lişma (O’nun adına değil) ile başlar, Zohar’da yazdığı gibi: “Bazıları Tora ve Mitzvot’u bu dünyada ödüllendirilmek için yerine getirir ve bazıları ise bir sonraki dünyaya sahip olmak için çalışır.” Ancak onun ödülü, dünyasal dediğimiz, sadece alma kaplarının içinde alacağı ödüldür. Bu tutuma, “dünya insanları” denir yani onlar “alma arzusu” olarak adlandırılan dünyadan, ayrılmak istemezler.
Bu, Maimonides’in (Hilhot Teşuva (Ceza Yasası), bölüm 10) söylediği gibidir, “Küçüklere, kadınlara ve dünya insanlarına (eğitimsiz insanlara) öğretilirken, onlara, sadece korkudan ve ödüllendirilecekleri için çalışmaları öğretilir.”
Diğer taraftan Baal HaSulam’ın söylediğine göre, bilge bir öğrenci olmak, Bilge’nin niteliklerini öğrenmek demektir ve Yaradan’a, “Bilge” denir. Dolayısıyla ihsan etme yolunda yürüyenler, bilgeden öğreniyor olarak kabul edilir. Bu nedenle ona, “bilge bir öğrenci” denir.
Öyle anlaşılıyor ki, Tora ve Mitzvot’a “kendi yararı için bu dünyanın ya da gelecek dünyanın ödülü” denilen binayla ödüllendirilmek için bağlanan insanlar, “dünya insanı” olarak tanımlanırlar. Onların, sadece zemin-katı inşa etmek istedikleri düşünülür. Bu nedenle derin bir temel kazmalarına yani derin olması için, her gün kazmalarına gerek yoktur. Bunun yerine, bir kez kazarlar ve bu, onlar için yeterlidir.
Diğer bir deyişle kişi, ödüllendirilmek üzere Tora ve Mitzvot’u yerine getirmek için bir ihtiyacı ve arzusu olduğunu, bu eksikliği anladığı zaman zaten bu nedenle ödülün inşasını elde etmek için çalışabilir. Bu böyledir çünkü kişi, kendini-sevmekten çıkmayı arzu etmediği sürece beden, Tora ve Mitzvot’a direnmez. Dolayısıyla her gün kazmaya ihtiyaç duymaz yani Tora ve Mitzvot’a bağlanmak için, bir arzu ve eksiklik aramasına gerek kalmaz çünkü beden, kendi faydası için çalışmanın değerli olduğunu anladığı için, kişinin bu gereksinimine direnmez.
Bu nedenle çok derin kazmasına gerek yoktur. Daha ziyade Tora ve Mitzvot’a bağlanmanın iyi olduğunu anlama ihtiyacı, çalışmada onu motive etmek için yeterlidir. Öyle anlaşılıyor ki, bir kez yaptığı kazı, daima onunla kalır ve çalışmaya devam edebilir. Bu nedenle kazının derin olmasına gerek yoktur.
Ancak, eğer çok-katlı bir bina inşa etmeyi yani NRNHY içeren bir Neşama (ruh) ile ödüllendirilmeyi arzularsa ve eğer niyeti, özellikle ihsan etmek yani tüm düşünceleri ve arzuları, kendisi için değil de sadece Yaradan’a memnuniyet vermek için olursa ödüllendirilebilir. Bu durumda, eğer böyle bir bina inşa etmek için bir temel oluşturmak istediğinde, bu temelin kazılması yani buna duyulan ihtiyaç, tek bir seferde oluşmaz.
Bu böyledir, çünkü kişi kendisiyle çalıştıktan ve bedeninin ihsan etmenin değerli olduğunu anlamasına izin verdikten sonra, bu kazı ona kolay gelmez. Kazı sırasında, içine delik açması çok zor olan kayalara çarpar. Bir kayaya küçük bir delik açmak bile çok zordur.
Diğer bir deyişle kişi, anlamayı arzuladığında -büyük bir arzusu olduğu ve ihsan etmek için hiçbir şey yapamadığını gördüğü ve istediği şeyi yani onu ıslah edecek olan Tora’nın ışığını vermesi için, Yaradan’a yakarmayı dilediğinde- kazının tam ortasında, büyük bir kaya bulur.
Dolayısıyla içinde, neden kendisi için değil de Yaradan için çalışması gerektiğini bilmeyi arzulayan bir düşünce uyanır. Her şeyden önce, bilinir ki “Yaşamın ve dostlarının yaşamında, önce kendi yaşamın gelir.” Ve bu algıya verecek cevabı yoktur. Bu nedenle kazıyı durdurur çünkü kaya, içine delik açılamayacak kadar serttir.
Bu sebeple, kayayı kırması için değerli bir alete ihtiyacı vardır. Bu alete, mantık ötesi inanç denir ve yalnızca bu alet, “dışsal sebep” denilen kayayı kırabilir yani bu sebep, Keduşa’nın (kutsallık) dışındadır çünkü o sadece, meyveyi koruyan bir kabuk gibi, Keduşa’ya hizmet eder.
Bu nedenle sadece mantık ötesi inanç ile taşı kırmak mümkündür ve burada kişi, sürekli olarak mantık ötesi gitmeyi başaramadığı için, inişler ve çıkışlar meselesi vardır. Şöyle ki tüm kazışı ve bazı eksiklikler buluşu, Yaradan’dan, gene bir kaya parçası ile tıkanmış olan ihsan etme yolunda yürümesi için, ona güç vermesini istemek üzere kendinde bir yetersizlik hissetmesi içindir.
Sonuç olarak, kişi bir kez daha kazmak zorundadır. Toprağı her kazmaya başladığında, kazının tam ortasında yine bir taş bulur. Bir kez daha mantık dahilinde sorular sormaya başlar. Ve tekrar üstesinden gelir ve mantık ötesi inanca tutunur. Bir kez daha bir eksiklik yeri bulur ve Yaradan’a, onu çalışmasına yaklaştırması yani çalışmayı kendisi için değil, Yaradan için yapması için, yakarmaya başlar.
Tüm inşaat, mantık ötesi inşa edildiğinden kazı tekrar mühürlenir, yani ihtiyacı tekrar kaybolur ve isteyecek bir şeyi yani Yaradan’ın onu daha yakına getirmesine ihtiyacı kalmaz. Bu nedenle tekrar kazmaya yani bir eksiklik bulmak için çalışmaya başlamalıdır ki böylece Yaradan’a, binasını inşa etmesini istemek için bir dayanağı olsun.
Bu kazıda, toprağı kazarken bulduğumuz şey, toz ve taştır. Toza, “kalp” yani insanın kendisi için alma arzusu denir. Bu, yine de çok kötü değildir çünkü kişi, büyük bir çabayla kalbinden tozu atabilir. Fakat kazının ortasında, taş parçaları bulup mantığı sorular sormaya başladığında, o zaman mantık ötesi gücü bulabilmesi için, cennetin merhametine ihtiyaç duyar.
Dolayısıyla temel atmada büyük bir çaba vardır çünkü kazı bir günde bitmez. Daha ziyade, kazmaya başladıktan hemen sonra, taşlar ortaya çıkar ve aklına düşer yani yabancı düşüncelere kapılır. Öyle ki mantık ötesi gittiğinde, uzun süre bunu sürdüremez, başka bir düşüşle acı çeker ve yeniden başlamak zorundadır. Ancak, kişi şuna inanmalıdır ki hiçbir çaba boşa gitmez. Tersine, her şey kalıcıdır ve çalışma sırasında, şimdiye kadar yaptıklarını göremediği bir ıslah söz konusudur.
Dolayısıyla kişinin her gün temeli kazdığında, toprağın derinlerine doğru kazdığı ve dün yaptığı çalışmaya geri dönmediği düşünülür. Fakat gelişim derinleşmektedir ve kazının derinliğinin ölçüsü, ihsan etme arzusu için Yaradan’ın yardımına gerçek bir ihtiyaç duymaya başlamasıyla ölçülür.
“Her bir kuruş, büyük meblağda birikir.” Son olarak, tüm bu kazı sonucunda, öyle bir derinliğe ulaşır ki onun üzerine bina inşa etmek mümkün olur ve Neşama’nın NRNHY’ı ile ödüllendirilmeye layık hale gelir.
Keduşa’nın (kutsallık) inşasını, iki şekilde anlarız: 1) Kli (kap) 2) Işık.
Bir kap (Kli) demek, Yaradan, kişiye bir arzu ve O’na ihsan etme özlemi veriyor demektir.
“Işık” demek, kişi, Dvekut (bağlanma) denilen ihsan etme arzusuna sahip olduğunda, NRNHY ile ödüllendirilene kadar, Neşama derecesi alıyor demektir. “On Sefirot Çalışmasına Giriş” (madde 133) kitabında şöyle yazılmıştır: “Bu, eksiksiz bir erdemlinin çalışması dâhilindedir ki yüzün gizliliği sırasında yapılan seçime, Tanrı’yı edinme kapısı bir kez açıldıktan sonra kesinlikle başvurulmaz. Onun yerine, O’nun çalışmasının yani yüzün ifşasının birinci derecesinden başlanır. Bu durumda, kişi birçok derecede ilerlemeye başlar, şöyle yazdığı gibi: ‘Erdemli olan, bir güçten diğerine gider.’ Bu çalışma, Yaradan’ı edinme arzusunda onları nitelikli kılar, O’nun yaratılış düşüncesi idrak edilir: Yarattıklarına memnuniyet vermek.”
Şimdi görebiliriz ki Yaradan’la Dvekut ile ödüllendirilmenin yani ihsan etmeyi isteme derecesini elde etmenin, bir derecesi vardır. Bundan sonra, ışığın ifşasındaki dereceler olan NRNHY denilen ışıkla ödüllendirilme düzeni vardır.
Daha önce söylediklerimize göre, şu yazılanları (Yaratılış 26:15) yorumlayabiliriz, “İbrahim’in babasının zamanında, babasının hizmetkârlarının açmış olduğu tüm kuyuları Filistinliler mühürledi… Ve İshak oturdu ve İbrahim’in babasının günlerinde kazılan ve Filistinlilerin hepsinin mühürlediği su kuyularını yeniden kazdı. İshak’ın hizmetkârları kazdı… Ve Gerar’ın çobanları, İshak’ın çobanlarıyla tartışarak şöyle dedi, ‘Su bizim!’… Ve tekrar başka bir kuyu açtılar ve onunla ilgili de tartıştılar… ve o, başka bir kuyu kazdı ve onunla ilgili tartışmadılar ve onu, Rehovot olarak adlandırdı, çünkü ‘Sonunda, Efendi bizim için bir yer açtı ve o topraklarda verimli olacağız.’ Ve oradan, Beerşeba’ya yükseldi.”
Yaptıkları kazı, bir eksiklik ve Yaradan’ın onları kurtarması için bir ihtiyaç bulmak içindi; bunlar, Kli yani Yaradan’a onlara ihsan etme arzusu vermesini istemek içindi. Ve gördüler ki bunu yapamıyorlar çünkü beden, doğası gereği sadece alma arzusuyla doğduğundan buna direniyor.
Ancak, bunda da iki şeyin farkına varmalıyız: 1) Yaradan’a, alma arzusunun üstesinden gelme ve ihsan etmek için çalışmak üzere, güç vermesi için dua ettiği ve Yaradan’ın, bu gücü vermesini dilediğinde 2) Bazen kişi, ihsan etme arzusu vermesi için Yaradan’a yakaramaz çünkü beden, duaya da direnir. Beden, belki Yaradan ona yardım eder ve o, alma arzusunu kaybeder diye korkar. Bu durumda kişi, Yaradan’a, bedenin üstesinden gelme gücü vermesi için dua etmelidir, böylece alma arzusunun üstesinden gelmesi ve ihsan etmek için çalışmasında yardım etmesi için, Yaradan’a dua etme gücüne sahip olacaktır.
Öyle görünüyor ki o, dua ediyor ve isteği nedir? Dua edebilmek. Buna, “dua için dua” denir. Bu, Yaradan’ın ona, Kli ile ilgili olarak yani ihtiyacı olan şeyin, ihsan etme gücü olduğunu anlamasına yardım etmesi gerekir, demektir. Görünen o ki Yaradan, ona yardım eder ve kişinin ihtiyacı olan tek şeyin, akılda ve kalpte, ihsan etme arzusuna sahip olmak olduğunu anlamayı isteme arzusunu verir.
Sonrasında, buna ihtiyaç hissettiği ve ihsan etmek için çalışmayı arzuladığı ama bunu yapamadığı zaman, Yaradan ona, ihsan etmek için çalışabilmesi için, ışık yani Kli’nin ıslahı için gelen ışığı verir. Ve ışığın, eylemden sonra adlandırıldığı bilindiğinden bu ışığa, Kli denir.
Kli denilen ışık, ona arzu verdiğinden bu, Yaradan ona ihsan etme kabı veriyor demektir. Buna “temel” denir ve böyle bir temelin üzerine çok-katlı bir bina inşa etmek mümkündür. Diğer bir deyişle kişi, bir kez ihsan etme kabı olan temeli edindiğinde, ruhunun içinde NRNHY’nin tam seviyesiyle ödüllendirilmeye başlar.
Ancak, çalışmada Filistinlilerin, İbrahim’in babası zamanında kuyuları mühürlemesi ile ilgili kısmı yorumlamalıyız. İbrahim, Hesed (merhamet/fazilet) niteliğidir. İbrahim’in hizmetkârları, Hesed niteliğinin yolunu takip edenler yani Hesed denilen ihsan etme yolunda yürümeyi dileyenlerdir. Onlar, bu eksikliği kendileri için yani ihsan etme kapları ihtiyacı için kazarlar. Fakat eksiklik bulmak için daha fazla kazdıkça, eksiklikleri mühürlenir ve daima yeniden çalışmak, sürekli olarak kazmak zorunda kalırlar.
Şimdi Gerar’ın çobanlarıyla İshak’ın çobanları arasındaki ihtilafı yorumlayabiliriz, şöyle yazıldığı gibi: “Ve İshak’ın hizmetkârları kazdı…ve Gerar’ın çobanları, İshak’ın çobanlarıyla tartıştı… Böylece o kuyuya, Oşek adını verdi çünkü onlar, onunla savaşıyordu (Hitaşku). Ve başka bir kuyu kazdılar ve onunla ilgili olarak da tartıştılar ve ona Sitnah (İbranice, düşmanlık, nefret) adını verdi. Ve başka bir kuyu kazdı ve onunla ilgili tartışmadılar ve ona Rehovot adını verdi…Ve oradan, Beerşeba’ya yükseldi.”
“…’nın çobanları” sözünün maneviyattaki anlamını ve “Gerar’ın çobanları” ile “İshak’ın çobanları” arasındaki farkı ve aynı zamanda, ilk iki kuyuyla ilgili tartışma olurken üçüncü kuyuda bunun neden olmadığını anlamalıyız, şöyle yazdığı gibi: “Ve onlar bunun üzerinde tartışmadılar.”
Bilinir ki kişi, karşılık olmadan yaşayamaz. “Karşılık”, kişiyi yaşamda tutan ve “bunun için yaşamaya değer” dediği şey olarak kabul edilir. Elbette, insanın karşılık almasının birçok derecesi vardır. Bazıları azla yetinir yani kişi hayvanların razı olduğu kadar yiyeceğe sahipse şöyle der: “Bu benim için yeterli ve böyle bir karşılık için yaşamaya değer.” Başkalarının karşılığına kıyasla o, azla yetiniyor kabul edilir.
Bazıları ise küçük çocuklara yetecek kadar yiyeceğe sahip olmaya razı olduğunu söyler. Bu, hayvansal olana bir ilavedir zira onların ilgi alanları, saklambaç ve oyuncaklarla oynamaktır. Bununla yetinir ve şöyle derler: “Bize zevk veren şeyin, gerçek olması gerekmez. Bu, yalan bile olsa bundan yine de karşılığımızı alabiliriz.” Oysa gerçek şeyleri, tamamen anlamsız buluruz.
Bir alegori olarak, şimdiye dek pek çok kez anne-babasının, oynaması için oyuncak bebek satın aldığı, küçük kız çocuklarını gördüğümüzü defalarca söyledim. Bazen anne, mutfakta yemek hazırlarken evdeki bir yaşındaki bebek, ağlamaya başlar. Anne, küçük kızına şöyle der: “Git ve bebekle oyna. Bu, benim de bebeğin de hoşuna gider, böylece akşam yemeğini hazırlayabilirim.”
Fakat realitede, küçük kızın gitmeyeceğini görürüz. Eğer kıza şunu sorsaydık: “Neden bebekle oynamak istemiyorsun? Sadece, bebeklerinle oynuyor, onları öpüyorsun, neden onun yerine gerçek bebekle oynamıyorsun? Gördüğün gibi, annen bunun tersini yapıyor, o, asla kendi bebeği yerine oyuncak bebeği öpmez.” Muhtemelen küçük kız, şöyle cevap verirdi: “Annem, yaşamdan haz almak istemiyor, bu yüzden oyuncak bebekle oynayamaz. Fakat ben, yaşamdan halen zevk alıyorum, bu yüzden gerçek bir bebekle oynayamam.”
Benzer şekilde, çalışmada da kişi, çalışmadaki gerçeklikten zevk alamaz. Tersine, insan özellikle yalandan etkilenir ve bundan haz ve canlılık alır. Eğer ona şöyle denseydi: “Gerçek olmayan şeylerden zevk almak, senin için uygun değil,” şöyle cevap verirdi: “Dünyadan yine de haz almak istiyorum, bu nedenle Tora ve Mitzvot’a bağlanmamda çok azına razıyım.”
Genellikle, genel halkta, kutsal çalışmayı izleyen ve Tora ve Mitzvot’u yerine getiren her insan, Tora ve Mitzvot’a adaması gereken zamanın ölçüsünü kendisi seçer. Herkes, hem niteliksel hem de sayısal açıdan kendisi için uygun olduğunu düşündüğü bir ölçüyü benimser ve azla yetinmeyi kabullenir. Kişi, muazzam servete sahip zenginlerin arasında olmak zorunda değildir. Bunun yerine herkes, Tora ve Mitzvot’taki ölçüsünü kendi iyi nedeniyle anlar.
Bu, Zohar’ın şu ayetle ilgili söylediği şeydir, “Onun kocası, kapılarda tanınır,” her biri, kalbinde ölçtüğüne göre. Bu, kişinin kalbinde ölçtüğü Yaradan’ın büyüklüğüne göre, zamanının ne kadarını Tora ve Mitzvot’a ayıracağını ve eğer Tora ve Mitzvot’u yerine getirmek, onun için zor ise ne kadar uğraşması gerektiğini bilir, demektir.
Ancak, genel halkın almak istediği karşılıkla yetinmeyen, seçilmiş birkaç insan vardır. Ari’ye göre, onların hissettiği tatminsizlik, ruhun kökü meselesiyle ilgilidir. Onların, genel halktan daha fazla ilerlemeye ihtiyaçları vardır ve bilirler ki asıl çalışma, varlıklarını, hayvanlara ya da küçük olanlara verilen yemekle değil, insan yemeğinde devam ettirmek için olmalıdır. Tıpkı, Maimonides’in söylediği gibi: “Küçüklere öğretirken, ödül için çalışmaları öğretilir ve onlara, Lişma (O’nun adına) meselesi anlatılmaz.”
Ancak burada kişi, kendi menfaati için değil de Yaradan’a ihsan etme yolunda gitmek istediğinde, asıl çaba başlar ve beden buna direnir. O zaman kişi, şunu görmesini sağlamak isteyen düşüncelerle dolar; “Sen, istisna olmak zorunda değilsin. Diğerleri, bu dünyadaki ve gelecek dünyadaki çabaları karşılığında ödül kabul ederken, bu senin için de yeterli olmalı. Öyleyse, özellikle ihsan etme arzusu için, neden bu kadar ses çıkarıyorsun? Bunun zor olduğunu görmüyor musun? Eğer zor olmasaydı, diğerleri de ihsan etmede çalışırlardı.” Bu iddialar, bu düşünceler, yapılan kazıyı yani eksiklikler bulma ve ihsan etme arzusunu elde etme ihtiyacını mühürler.
Şimdi, “Gerar’ın çobanları” ve “İshak’ın çobanları” meselesinin ne olduğunu ve aralarındaki ihtilafı yorumlayabiliriz. “Çoban” demek, temin eden, bakan kimse demektir. “Gerar’ın çobanları” demek, onların aldığı karşılık, kalabalıkları izlemekte demektir. Diğer bir deyişle onlara, Lişma denilen gerçeğe yani ihsan etmeye ulaşma arzusu duyan azınlığın çalışması gibi bir çalışma ihtiyacı içinde olmadıklarına dair düşünceler gelir. Onun yerine, Tora ve Mitzvot’u, bu dünyada ve gelecek dünyada ödül almak için yerine getirmekle yetinirler. Bu demektir ki burada da kişi, Tora ve Mitzvot’u yerine getirerek, azla yetinmenin yolunu izler.
“İshak’ın çobanları” demek, İshak’ın varlığını sürdüren şey demektir. Bu, İshak’ın ihsan etme niteliğini sürdürmek olarak kabul edilir. Yaradan’a ihsan edebildiği sürece bu, onun karşılığıdır ve bununla yaşamını sürdürür.
Eksiklik bulmak için yapılacak herhangi bir kazının ve ihsan etme yoluna bağlanma ihtiyacının değersiz olduğunu söyleyen Gerar’ın çobanlarıyla arasında geçen tartışmanın sebebi buydu. Onlar, “Kitlelerin yolunu izlemeliyiz, istisna olmaya gerek yok,” diyerek, bu ihtiyacı mühürlediler.
İshak’ın çobanları ise kazdılar ve ihsan etme amacıyla bir şeyler yapamamaktan kaynaklanan acıyı ve eksikliği bulma ihtiyacını aradılar. Bu demektir ki en önemli şeyin, ihsan etme çalışması olduğunu anlayıp, bu eksiklikten acı ve üzüntü duymadılar. Bu nedenle kazmaya devam ettiler ve acıyı nasıl hissedecekleriyle ilgili tavsiye aradılar, fakat Gerar’ın çobanları geldi ve buldukları eksiklikleri engelledi. Diğer bir deyişle onlar, bunun çok da kötü bir şey olmadığına dair şu anlayışı desteklediler; azı kabullendiğimizden, kitleleri izleyebiliriz.
İhsan etme çalışması içinde olmadıklarından ve eksiklik bulmak için büyük çaba harcadıklarından bu durum, İshak’ın çobanlarının üzülmesine sebep oldu. Ve onlar, zaten kalplerinin en derinlerinden dua edebiliyorlardı ve kutsama, şükran yerine sahiptiler yani onlara, Yaradan çalışmasındaki en önemli şey olan, eksikliğin yerini gösterdiği için Yaradan’a şükrettiler. Diğer bir deyişle eğer onlar, Yaradan’ın faydasına olan eylemleri amaçlamazlarsa Yaradan’ın değil, kendilerinin hizmetkârları kabul edilirler. Ve Gerar’ın çobanları, aniden gelir ve onları, kitleleri izlemeleri için çeker. Bununla İshak’ın çobanlarının tüm kuyularını mühürlemiş olurlar, kuyuların kazılması sırasında, aralarında yaşadıkları tartışma meselesi budur.
Şimdi, sorduğumuz şu soruyu açıklayacağız: Gerar’ın çobanları, neden ilk iki kuyu için tartıştı da üçüncüsü üzerine tartışmadı? Bilinir ki çalışma sırası, üç çizgidedir, birbirine zıt olan sağ ve sol ve sonra orta çizgi gelir ve bununla barış sağlanır.
Dediğimiz gibi, kitlelerin tek bir çizgiye ait olduğu da bilinmektedir. Dolayısıyla kitleler, sadece tek çizgiye sahip olduğundan karşısında, ona karşı çıkacak, karşıt düşünceler öne sürecek kimse yoktur. Bu nedenle yükseliş ve düşüş meseleleri, onlarla ilgili değildir. Fakat sağ çizginin karşısında, zıttı olan sol çizginin bulunması nedeniyle daima inişler ve çıkışlar meselesi vardır.
Bilinir ki sağ çizgi, gerçeğin çizgisidir. Bununla birlikte tek bir çizgi, o kadar da gerçek değildir. Yine, bilinir ki gerçeklikten uzak olan bir şeyi, yerine getirmek kolaydır. Bu nedenle tek çizgiyle gitmesi öğretilen kitlelerin yolu demek, eylemden daha fazlası olduğunu anlamaya ve bilmeye, henüz ulaşamamışlar demektir. Daha ziyade, 613 Mitzvot’u yerine getirdiklerinde, Yaradan bize emrettiği için bunu yerine getirdiklerini, bununla ödül alacaklarını ve tam bir erdemli olduklarını düşünürler.
Böyle çalışanlar arasındaki tek fark, sayısaldır yani her birinin, Tora ve Mitzvot’a bağlanmak için harcadığı zamandadır. Dolayısıyla gerçeğe yakın olmadıkları ve Lo Lişma’da kaldıkları için, bu aşamalarda “kitlelerin karşılığı” denilen iniş ve çıkışları yaşamazlar çünkü ödüle ve cezaya inandıklarından inançları ölçüsünde bedenleri, çalışmaya, Tora ve Mitzvot’u yerine getirmeye hemfikir olur ve gelecek olan ödülü, alma kaplarında almayı beklediklerinden, bu durum “kendisi için alma” denilen bedenle ters düşmez. Bu nedenle onlar, büyük bir gayretle çalışır.
Ayrıca, pek çok düşüşle karşılaşmamalarının başka bir sebebi daha vardır: Çalışmada, başarılı olurlar. Diğer bir deyişle görürler ki her geçen gün, Tora ve Mitzvot çalışmasında ilerliyorlar. Yaptığımız işte başarılı olduğumuzu gördüğümüzde, doğamız gereği teşvik oluruz. Tüm bunlar, tek çizgi olarak kabul edilir.
Kişi, ihsan etme çalışmasına başladığında yani çalışmasının karşılığında almayı umduğu ödül, Yaradan’la Dvekut’u (bütünleşme) edinmek olduğunda ve niyeti, Tora ve Mitzvot’u yerine getirerek kendi için değil, sadece Yaradan’a ihsan etmek için çalışmak olduğunda, bu böyle değildir. Ve kişi, ihsan etme kaplarıyla ödüllendirilmek için çalıştığı sürece, bir santim bile ilerleyemez. Tersine, görür ki çalışmada başarılı olamıyor. O halde, bu çalışmaya devam edebilmek için, nereden hayatiyet bulacak?
Islah, gerçeği, halen kendini-sevmeye batmış ve Yaradan’dan uzak olduğunu bilmektir. Fakat o zaman kişi, kendine şöyle demelidir: “Çalışmada, hiçbir gelişme göremesem de Tora ve Mitzvot’ta bir şeyler yapabilme ayrıcalığına sahibim.”
O zaman kişi, mantık ötesi inanmalıdır ki O’nun yüceliğini henüz hissetmese de Tora ve Mitzvot’ta küçük şeyler yapmak, biraz olsun anlayışa sahip olmak -zorlamayla bile olsa- onu mutlu etmektedir. Ve bunun için, Yaradan’a minnettardır. Yaradan’a duyduğu bu minnettarlığın, gerçek olduğu kabul edilir.
Diğer bir deyişle gerçeği, Yaradan’dan uzak olduğunu bilmektedir ama yine de tüm kalbiyle yapmasa da Tora ve Mitzvot’ta bir şeyler yapabilme gücü olduğu için mutludur. Fakat onun için önemli olan, Yaradan’ın yüceliğini henüz hissetmese de O’na hizmet etmektir. Bununla beraber Yaradan’a, O’nun için bir şeyler yapmasına izin verdiği için müteşekkirdir.
Ve bu gerçektir. Yaradan’ın hizmetkârı olarak kabul edildiğini düşünerek, kendini aldatmaz çünkü yaptığı her şeyi baskıyla ve isteksizce yaptığı gerçeğini bilir.
Oysa kendilerini, Tora ve Mitzvot’a bağlanmak ile ödüllendirdiği için Yaradan’a şükran duyan, tek çizgide yürüyenler için, iki engel vardır: 1) Kişi kendini, Yaradan’ın hizmetkârı olarak kabul eder ama kendisi için çalıştığından, bu doğru değildir. 2) Kişinin gözünde, önemli olan Yaradan değildir yani Yaradan için çalışmak, değerli değildir. Aksine, çalışmaya verdiği önem, bu çabası karşılığında alacağı ödülün ne kadar olacağıyla ilgilidir. Diğer bir deyişle ödeme yapanla değil, ödemeyle, ödülle -hatırı sayılır bir ödeme alıp almayacağıyla- ilgilenir.
Fakat sağ çizgide gidenler, çalışmayı verenle, O’nun, onlar için ne kadar önemli olduğuyla ilgilenirler. Onların arzusu, kendileri için çalışmayı verenin, daima önemli olmasıdır ve onların ödülü budur. Bu, sürekli olarak, Yaradan’ın yüceliğini görme özlemi içinde olmaları olarak kabul edilir.
Öyle anlaşılıyor ki, çalışmaları için alacakları ödülün peşinde değiller. Tersine, O’nun emirlerini yerine getirdiklerinde, daima emri vereni görmeyi isterler, emri Veren, onların gözünde her seferinde daha önemli bir hale gelir ve bu, Tora ve Mitzvot’ta gösterdikleri çabanın ödülüdür. Bu sebeple, Tora ve Mitzvot’ta küçük bir kavrayışın, önemli bir şey olduğunu söyleyip, mutlu olur ve yaşam gücü alırlar.
Şimdi, bu üç kazı meselesi, tüm çalışmayı içerdiğinden ilk kazıdaki tartışmayı açıklayabiliriz. Diğer bir deyişle sağ çizgiye ait olan pek çok kazı, sol çizgiye ait olan pek çok kazı ve orta çizgiye ait olan pek çok kazı vardır. Bunun sebebi, tüm kazıların bir seferde yapılmamasıdır. Daha ziyade tüm çizgiler, tam olarak edinilene kadar, her çizgide yapılacak pek çok kazı vardır.
Kazdıkları ilk kuyuyla ilgili olarak, şöyle yazılmıştır “Ve kuyuya, Oşek adını verdi çünkü onlar, ondan hoşnuttu (Hitaşku).” Oşek’i açıklamalıyız. Bu demektir ki sağ çizgiye ait olan ilk kuyuyla, bu kazılarda onlar, Tora ve Mitzvot’a bağlandılar.
Bu böyledir çünkü sol çizgiye, “eksiklik” denilirken, sağ çizgiye, “bütünlük” denir. Sağ demek “bütünlük” demektir yani onlar sağ çizgide, yukarıda bahsedilen sebeple Tora ve Mitzvot’a coşkuyla bağlanma gücüne sahiptirler: Tora ve Mitzvot’ta hangi anlayışı alırlarsa alsınlar, inanırlar ki bu onlara üstten gelir yani onlara arzuyu ve az da olsa Tora ve Mitzvot’a bağlanma özlemini, Yaradan veriyordur. Bu nedenle İshak’ın çobanları şöyle der: “Hangi anlayışa sahip olursak olalım, bu bizim için önemlidir ve bunun için Yaradan’a şükrederiz.”
Buna karşılık, Gerar’ın çobanları, kitlelerin söylemini izler: “Bizler, Tora ve Mitzvot’u kendi gücümüzle yerine getiriyoruz ve bu sebeple Yaradan’dan, bu çalışmamızın karşılığını ödemesini talep ediyoruz.” Ve bununla İshak’ın hizmetkârlarının kazdığı kuyuyu mühürlemiş olurlar, oysa İshak’ın hizmetkârları şöyle demektedir: “Biz, buradan yaşam gücü alabiliriz çünkü küçük bir şey bile bizim için önemlidir yani Yaradan bize, Yaradan çalışması için arzu ve tutku verdi. Fakat görüyoruz ki Yaradan, onlara bu arzuyu vermediği için, çalışmada bir şeyler yapma arzusu ve özlemi olmayan insanlar var.”
Bu yüzden, İshak’ın hizmetkârları, bu kuyudan yaşam alır. Gerar’ın çobanları gelir ve buradan yaşam gücü alamasınlar diye, kuyuyu mühürler. Onlara, şöyle derler: “Bu değersiz çalışmadaki ısrarınız, anlamsız. Bunun için hiçbir ödül alamayacaksınız çünkü bu tamamıyla önemsiz, zira insanların çoğu, bunu değersiz kabul eder.”
Bu nedenle “Oşek” dedikleri ilk kuyuda, şöyle söylediler: “Bu, üzerine titrediğiniz, bu küçük çalışmanın sevinciyle ilgili bir tartışma değil. Her şeyden önce, bakacak bir şey yok, sizin dediğiniz gibi bu sadece çok küçük bir çalışma. Ve sizin odağınız Veren’de, anlamadığımız şey, bu.”
Sonrasında, İshak’ın hizmetkârlarının çobanları, içinde oldukları durumu, kendini-sevmeye batmış olduklarını eleştirmek için, sol çizgide çalışmaya döndüler. Gördüler ki kendi başlarına Yaradan için çalışamıyorlar; bu nedenle acı ve eksiklik bulmak için, kalplerinin derinliklerini kazdılar. Diğer bir deyişle, ihsan etme yolundan ayrı olmanın acısını, nasıl hissedebileceklerine dair tavsiye aradılar. Ve onlar, acı çektiklerinde Mısır’dan çıkışta olduğu gibi, kesinlikle Yaradan’dan yardım aldılar, şöyle yazıldığı gibi: “Ve İsrail’in çocukları, çalışma yüzünden iç çekti… ve Yaradan, onların iniltisini duydu.”
Böylece, kalplerinin derinliklerini kazıdıklarında, bir kuyu yani dua edebilecekleri bir yer buldular. “Ve bununla ilgili de tartıştılar ve buna, Sitnah (düşmanlık) adını verdiler.” Bu demektir ki Gerar’ın çobanları, arzularını yerine getirmesi için, Yaradan’a dua etmelerine yani kendileri için değil, Yaradan için çalışabilmeleri adına, alma kaplarının üstesinden gelme gücünü, Yaradan’dan istemelerine izin vermeyerek, onların iftiracıları oldular.
Öyle anlaşılıyor ki, tartışma sonucunda onların sol çizgide yaptıkları kazıyı mühürlediler ki böylece Yaradan, daha iyisi için, onların arzularını yerine getirsin. “İyi” demek, ihsan etmek için demektir, şöyle yazıldığı gibi; “Kalbim, iyi bir şeyle coşuyor, ‘Eylemlerim, Kral içindir’ diyorum.” “Eylemlerim, Kral için” demek, yaptıkları her şey Kral için olacak, niyetleri, Kral’a ihsan etmek olacak, demektir.
Ve Gerar’ın çobanları, dua edemesinler diye onlara kara çaldı çünkü onlar, şöyle diyen çoğunluğu izliyordu; “Eylem, en önemli şey ve onu, Lişma niyetiyle yapmak bizim işimiz değil. Bu daha ziyade, kalbi temiz ve doğuştan yetenekli olanlar için. Ve ihsan etme çalışması, bizim için değil.” Böylece, dua ihtiyacını mühürlediler. Ve bu nedenle ikinci kuyuya, Satan (aynı zamanda iftira atan demektir) kelimesinden gelen, Sitnah dediler.
Bu çizgide de ikinci kuyuyu, tek seferde yapamadılar. Daha ziyade her çizgide, birçok kazı yaptılar. Ancak, hepsi birden yani tüm kazılar, üç kuyu adı altında toplanır.
Fakat sonrasında, iki çizgideki çalışma sürecini tamamladıklarında, orta çizgiyle ödüllendirildiler. Daha önceki makalede söylediğimiz gibi, sağ çizgiye “onun babası”, sol çizgiye “onun annesi”, orta çizgiye “Yaradan” denir, şöyle yazdığı gibi: “Üçü, insanda barınır -babası, annesi ve Yaradan”
“Babası, beyazı verir.” Bu demektir ki burada bir eksiklik yok. Daha ziyade, her şey beyazdır yani kişi, maneviyatta sahip olduğu küçük bir anlayıştan, payına düşenden memnundur.
“Annesi, kırmızıyı verir.” Bu demektir ki kişi, iyi bir durumda değil, daha ziyade eksikliklerle dolu ve bu nedenle dua edecek yeri var.
Sonrasında, “Yaradan, ruh verir.” Yaradan, ona yardım ettiğinde, ona ruh verdiğinde, Satan’ın artık yeri yoktur yani kötülük yapamaz. “Ve o, başka bir kuyu kazdı ve bununla ilgili tartışmadılar, ‘Sonunda Efendimiz, bizim için bir yer açtı…’ diyerek, ona, Rehovot adını verdi. Ve oradan, Beerşeba’ya yükseldi,” sözlerinin anlamı budur.
Şöyle sorduk; “Gerar’ın çobanlarının, üçüncü kuyuyla ilgili tartışmamalarının sebebi nedir?” Keduşa’da (kutsallık) bir eksiklik olduğunda, orada Sitra Ahra için yer açılır. Bu nedenle kişi, sağ çizgide giderken, kendini-sevmeye batmış olduğunu ve tüm eylemlerinin, Yaradan için olmadığını gördüğünde, fakat Yaradan’ın hizmetkârı olmayı dilediğinde ve aynı zamanda kendine de hizmet ettiğinde, içinde olduğu aşağılık duruma rağmen Lo Lişma’da bile olsa Yaradan çalışmasıyla temasa geçtiği için, Yaradan’a şükreder.
Ve mantık ötesi inanır ki Yaradan ona, çalışmaya bağlanması için küçük bir arzu ve düşünce verdi. Ve mantık dahilinde, bunun önemli olduğu hissiyle ödüllendirilmemiş olsa bile Yaradan’ın önemine ve yüceliğine, mümkün olduğunca mantık ötesi inandığında, halen küçük şeyleri yapma ayrıcalığına sahiptir. Yaradan’a şükreder ve O’nu över, tıpkı yaptıkları çalışmanın, gerçekten bütünlük içinde olduğunu ve tek ihtiyaçlarının, buna sayısal ilave yapmak olduğunu hisseden, tek çizgideki insanlar gibi Yaradan’a şükretmeyi arzular.
Ancak onlar niteliksel olarak, alçakgönüllülük üzerine çalışmak zorunda kalacak kadar, tam bir bütünlük içinde olduklarını hissederler, tıpkı atalarımızın söylediği gibi: “Çok ama çok alçakgönüllü ol.” İçlerinde biraz bayağılık bulmakla ilgili çok çaba harcarlar, yaptıkları çalışmanın hepsi budur çünkü sadece tek çizgide olduklarını bilirler. Bu, çoğunluğun çalışmasıdır.
Oysa sağ çizgiyi zayıflatan, bir sol çizgi olduğunu bilen, sağ çizgiden gitmek isteyen kişi, maneviyattaki küçük bir çalışmanın, kendisinin hissettiği gibi eksik olsa bile önemli olduğuna mantık ötesi inanması için, büyük çaba harcaması gerekir. Ayrıca, Yaradan’a şükretmeli ve mutlu olmalıdır, şimdi, yaşamaya değer bir yaşama sahip olduğunu hissetmelidir.
Bu demektir ki Yaradan’ın yüceliğinin sonu olmadığına ve Kral’a hizmet etmenin önemli olduğuna mantık ötesi inanmaya, “sağ çizgi” denir. Bu, pek çok çalışma gerektirir ve kişi, sağ çizgideki çalışmanın önemli olduğunu hissetmelidir. Sağ çizgi çalışmasına gelmeden önce, tek çizgide çalışırken hissettiği canlılığın aynısına sahip olmak ya da en azından, bundan daha azına razı olmamak için, çaba göstermelidir.
Ancak sağ çizgide, pek çok çalışma vardır ve bu, tek çizgide çalışmak kadar kolay değildir. Bu böyledir çünkü orada yaptıklarının önemli ve yüce olduğunu biliyordu, bu yüzden çalışmak onun için kolaydı. Fakat sağ çizgide, tüm kalbiyle çalışmadığından eylemlerinin kendi içinde ve kendi başına değersiz olduğunu görür. Bu nedenle yüce şeyler yaptığını ve Yaradan’ın onu, çalışmasının karşılığında ödüllendireceğini, kesinlikle söyleyemez.
Ancak, tek çizgide beden direnç göstermez, bu nedenle kişi, engeller olmadan kolayca çalışabilir. Fakat sağ çizgide, yapacak çok işi vardır çünkü kişi, beden için değil, Yaradan için çalışmak ister, bu nedenle beden, doğal olarak direnir ve o, sürekli olarak bedenle mücadele etmek zorunda kalır. Bu yüzden kişi, her zaman onunla çalışmak ve onu yenmek zorundadır.
Ayrıca, başka bir mesele daha vardır. Eğer kişi, sürekli olarak sağ çizgide yürümek isterse ve buna gücü varsa, sürekli olarak Yaradan’ı yüceltmeli ve Yaradan’ın önemini ve yüceliğini nasıl elde edeceğiyle ilgili tavsiye aramak için, büyük çaba sarf etmelidir. Eğer, yaptığı eylemleri takdir eder yani “yaptığım eylemler, yukarısı için önemli,” derse, bu, kesinlikle yalan olacaktır çünkü Yaradan sevgisi yerine kendini-sevme, yaptığı her şeye karıştığı için eylemleri, Lişma’da değildir.
Oysa kişi, tek çizgide yerine getirdiği eylemleri takdir eder, çünkü tek çizgideyken niyetten, niyetin ihsan etme niyeti olup olmadığından değil, sadece eylemden bahseder. Orada çalışmanın düzeni, eylemlerle ilgili titiz olmamaktır. Fakat sağ çizgi denilen, ihsan etme amacıyla çalışmaya başladığında, eylemlerinin doğru olduğunu, yaptığı çalışmayla mutlu olduğunu söyleyemez.
Ancak kişi, Yaradan’ı, yapabildiği kadar mantık ötesi yüceltirse Yaradan’ın yüceliğine olan inancını, asla fazlaca vurgulamayacaktır, zira Yaradan’ın, bir insanın O’nu yüceltebileceğinden çok daha yüce olduğunu söylemeliyiz. Dolayısıyla Yaradan’ın önemli olduğunu söylemek, gerçeği açığa çıkarır ve böylece kişi, gerçeğin yolunda yürür.
Ve o zaman kişi, maddesellikte olduğu gibi şöyle der: “Önemli bir insanla ilgili olarak, kişi ona, çok az hizmet etse bile bunun, onu mutlu ettiğini ve yüksek moral verdiğini görürüz.” Bu demektir ki önemli olan, eylem yani verdiği hizmet değil, kime hizmet ettiğidir. Bu nedenle kişi sağ çizgide yürüdüğünde, bu, gerçeğin çizgisidir.
Ancak sağ çizgi, gerçeğin çizgisi olduğundan, dünyanın ıslahına götüren gerçeğin yolunda yürümeye izin vermeyen Sitra Ahra tarafında, büyük bir direnç söz konusudur. Bu böyledir çünkü Klipot’un (kabuklar) inşası, bozukluk ve yozlaşma dünyasından gelir. Bu nedenle dünyadaki yıkıma ve bozukluğa ait her şey, kendi eylemlerini yerine getirme gücüne sahiptir. Bunu, tıpkı küçük kız çocuğu alegorisinde olduğu gibi, kırıp, bozan ama ıslah getiren şeylerle uğraşmayan, küçük çocuklarda açıkça görürüz.
Üst dünyalarda meydana gelen kırılma yüzünden, bu böyledir. Bu nedenle maddesel dallar da aynı yolu takip eder. Bu nedenle bozukluk ve yıkımla çalışmada enerji vardır, fakat ıslahla ilgili olarak, maddesel dallarda, dünyanın ıslahını getiren şeyler üzerinde çalışmak zordur, çünkü yukarıdaki ıslah, tamamlanmamıştır.
Bu nedenle sağ çizgide yürümek çok zordur. Diğer bir deyişle kişi, sağ çizgide yürürken tek çizgi yolundaki insanların nasıl çabaladığını görüp, en az bunun kadar yüksek bir morale ve enerjiye sahip olmak zorundadır.
Ve kişi, sağ çizgiyi takdir etmek istediğinde, Gerar’ın çobanları gelir ve onunla tartışır. Şunu anlamasını sağlarlar; “Bu, yanlış bir yol. Böyle küçük bir çalışma için, Yaradan’a nasıl şükredeceksin? Yaradan’a, değersiz bir şey için şükrediyorsun. Diğer taraftan, tek çizgide yürüyenler, yaptıkları şeyin önemli olduğunu bilirler ve bunun için Yaradan’a şükrederler. Peki, ya önemsiz şeyler için? Her şeyden önce, sen kendin, eylemlerinin değersiz olduğunu söylüyorsun çünkü onlar, kalpten gelmiyor çünkü sen, Yaradan için çalışmadığını söylüyorsun. Bu nedenle senin minnettarlığın, dalkavukluk yapmak gibi ve sen, bir yalandan nasıl yüksek moral ve neşe elde edeceksin?”
Gerar’ın çobanları, onu, sadece önemli şeyler için Yaradan’a şükreden, çoğunluğun görüşüne sürükler (Gorerim). Ve “bir yalanın içinde yürürken” sözü, doğrudur.
Bu Klipa (kabuk), büyük bir Klipa’dır ve kişinin mutlu olmasına ve gerçekten yaşam gücü almasına izin vermez. Onun yerine kişiyi, üzüntü ve depresyona getirmek ister. Bazen onu, hayatın anlamsız geldiği bir noktaya getirir ve bu durumda kişiye neşe veren tek şey, uykudur çünkü uyurken, yaşamda çaresizlik ve anlamsızlık hali içinde olmadığı için, mutludur.
Bu durum, ameliyat olması gereken bir insanın durumuna benzer. “Anestezi uzmanı” olarak adlandırılan, özel bir hekim vardır. Bu, kişinin görmek istediği hekimdir, böylece en az üç ay boyunca, nasıl uyuyabileceğiyle ilgili bir ipucu verebilir. Bu Klipa, Keduşa’yı tamamen bozar çünkü kişi için, Yaradan’ın iyiliksever olduğunu söyleyebilmek, imkânsızdır. Kişi, bu aşamayı düşüş olarak tanımlar, fakat akla şu soru gelir; “Kişi, nereye düşmektedir?”
Cevap şudur ki kişi, cehenneme düşmektedir. Eğer kişi, bu aşamada güçlü olursa şöyle der (bir Hanuka şarkısında): “Efendim, ruhumu cehennemden Sen çıkardın.” Dolayısıyla Gerar’ın çobanları kişiye geldiğinde ve onu, çoğunluğun alanına sürüklemek istediğinde yani eylemin değersiz ve küçük olduğunu bildikleri için, küçük şeyler yapan insanı dikkate almadıklarında, kişinin yapması gereken budur.
“Öyleyse iki zıt şeyi, nasıl yaparsın? Bir taraftan, eylem sırasında orada, kişinin derecesine göre pek çok yabancı düşünce olduğundan yaptığının farkında olarak, böyle bir eylemi yaptığında, bunun, yanlışlarla dolu bir eylem olduğunu kabul edersin.”
Örneğin; onlar, kutsama yapar ve şöyle derler: “… Emirleriyle bizi kutsamış olan.” Fakat kutsama sırasında, emrin yerine getirilmesi sırasında hiçbir şey hissetmediklerini bilirler ve bunun için Yaradan’a şükrederler. Bu nedenle kişi der ki, kutsama ve minnettarlık duyması, önemli bir şey yaptığı için değildir.
Ve sonrasında, şunu söyleyebilirsin, önemli olmasa bile kişi, bir Mitzva’yı (iyi eylem/ emir/ ıslah) yerine getirerek, ödüllendirilmiş olmaktan haz ve yaşam gücü almalıdır ve seni ödüllendirdiği için, Yaradan’a şükretmek için şöyle dersin: “Bizi seçen.” Dahası şöyle dersin: “Sonsuz bir sevgi, Senin halkın, İsrail’in evi, Tora ve Mitzvot sevgisi.”
Bu, şu soruyu getirir: “Yerine getirdiğin Mitzva’da, hiçbir şey göremiyorsan, neden Yaradan’ın, sevdiği için bize iyi şeyler verdiğini söylüyorsun? Sana, sevgi için verdiğini söylediğin bu Mitzva’nın amacı nedir? Bizler, çoğunluk olarak diyoruz ki O, bize Tora ve Mitzvot verdi çünkü O, bizi seviyor. Bu tıpkı, Akaşiah’ın oğlu, Kabalist Haaniah’ın söylediği gibidir, ‘Yaradan, İsrail’i ödüllendirmek istedi, bu nedenle onlara, çokça Tora ve Mitzvot verdi.’”
Bu nedenle O, bizi bu dünya ve gelecek dünyayla utanç hissetmeden -bilinir ki kişi utanç ekmeğini yediğinde, utanç duyar- ödüllendirmek istediğinden, karşılığında büyük bir ödül alacağımız, pek çok Tora ve Mitzvot verdi. Dahası, biliyoruz ki küçük ve eksik eylemlerle bu, utanç ekmeği olur.
Dolayısıyla kişi, sağ çizgide yürüdüğü ve küçük şeyler yapmaktan dolayı mutluluk ve yaşam gücü almak istediği zaman, O’nun için bir şeyler yapmakla ödüllendirildiği için, Yaradan’a şükreder ve mantık ötesi inanır ki Kral “Yüce, Güçlü ve Müthiş Tanrı” denilen, büyük bir Kral’dır.
Kişinin Kral’a, az da olsa hizmet etmesine izin verilse ve bu önemli olmayıp, birçok yanlışla dolu olsa bile Kral’la küçük bir temasta olduğu sürece, Kral’ın önemine göre, yaptığı şeyin, kişinin gözünde önemli hale geldiği söylenir. Bu böyledir çünkü ödülün peşinde değildir.
Düzen şudur, eğer birisi, birisine bir şey verip, karşılığında ödül isterse o zaman düzen, o şey için talep edilen ödülün, buna değip değmediğine bakılmasıdır. Fakat sağ çizgide yürüyenlerin, hiçbir ödül beklentisi yoktur. Onun yerine Kral için yaptıkları şeyler, onların ödülü olur. Bu nedenle Kral’a az da olsa hizmet ettiklerine mantık ötesi inanırlar ve bu onlara, Kral’a az da olsa hizmet etmekle ödüllendirildikleri için canlılık, neşe ve yüksek bir ruh hali verir.
Yaradan’ın, çok önemli olduğunu ve bizlerin, O’nun yüceliğini takdir etme gücüne sahip olmadığımıza dair, her iki söylem de doğru olduğundan eylemin perspektifinden, onların yaptıklarından daha küçük ve daha önemli bir eylem olamaz. Öyle anlaşılıyor ki bu, her bakımdan doğrudur ve her şey, mantık ötesi inanç üzerine kurulmuştur. Baal HaSulam şöyle der: “Mantık ötesi inşa edilen her şey, Keduşa’ya girer ve içsellik olarak kabul edilir, mantık dahilinde olduğu zaman ise dışsallık olarak kabul edilir.”
Dolayısıyla sağ çizgi, gerçeğin üzerine inşa edildiğinden Gerar’ın çobanları, derhal uyanır ve kişiyi, çoğunluğun fikrine sürüklemek ister. O zaman bu Klipa, kişiye saldırmaya başlar ve çoğunluğun görüşünü, söyledikleri şeyin doğru olduğunu anlamasını sağlar. O zaman kişi, bu Klipa’ya inanmaya başlar, o ise onu öldürmek ve Keduşa’nın tüm canlılığını ondan çıkarıp, cehenneme atmak ister. Bu Klipa, ikiyüzlülük kıyafetiyle kıyafetlenir ve anlattığı her şeyi, sadece yalanın yolunda kendini kandırmayasın diye, anlattığını söyler.
Bu nedenle Gerar’ın çobanlarının düşünceleri, insanı hemen öldüren, Keduşa’nın yaşam ruhundan mahrum eden, bir zehre daldırılmış sivri uçlu bir ok gibi aklına geldiğinde, kişinin yapabileceği tek şey, tetikte olmaktır.
Bu Klipa, kişiye gelir ve kendi düşüncelerini, fikirlerini ona aşılar ve kişinin, Yaradan’ın hizmetkârı olmaması için gelmezler. Tam tersine, kişinin şunu anlamasını sağlarlar; “Şimdi açıkça, gerçeğin çalışmasının, Yaradan için olduğunu anladığından, biliyorsun ki sen kendin, Yaradan’ı amaçlayamıyorsun, bu nedenle duan, tıpkı öğrendiğin Tora gibi, kesinlikle değersiz. Boşa çaba harcıyorsun. Dolayısıyla senin yapmak zorunda olduğun amaç için çalışman daha iyidir. Hepsi Lişma olan, ıvır zıvır şeyler yapmak, çalışmak ya da dua etmek yerine bu, daha iyidir.”
Ve kişi, onun otoritesi altında olduğundan, Lişma için bir şey yapma gücü yoktur. Bu nedenle Klipa, onu öldürür. “Senin için, çalışmanın amacı hakkında düşünmek ve eylemde değil düşüncede yer almak, daha iyidir. Bu nedenle senin için, her şeyi Lişma’da yapman gereken, niyet çalışmasına bağlanmak daha iyidir.
Ve kişi, onun otoritesi altında olduğundan, Lişma’da bir şey yapma gücüne kesinlikle sahip değildir, bu şekilde, Klipa, onu öldürür. “Bu nedenle dua ettiğinde duanın ve senin Tora’nın, bir anlamı olmadığı için, eğer dua sırasında, birisiyle konuşmak istersen kendinin üzerine çıkmak zorunda değilsin. Bu nedenle çalışmadığın zaman, eğer konuşacak birisi varsa ya da dua sırasında konuşacak birisi varsa konuşmaktan kaçınmaya çalışmak boşunadır, zira hiçbir şekilde, bir şey kaybetmiyorsun, çünkü hem duan hem Tora’n değersiz.
“Bu böyledir çünkü duada görürsün ki dile getirdiğin sözlerle bir bağın yok. Ve Tora’da, çalışmanın ortasında durmakla ne kaybedersin? Sen kendin, diyorsun ki en önemli şey, Yaradan’a yönelmek. O halde, Gemara’nın birkaç sayfasını ya da Tora’nın diğer sözlerini bildiğinde, ne kazanacaksın?
“Benzer şekilde, eylemlerde, neden eylemlerle ilgili bu kadar dikkatli olmak zorundasın? Sana, yasaklanmış şeyleri yemelisin demiyorum; aksine, bu yolda izlemek istediğin geleneklerin güçlüğünden bahsediyorum. Her şeyden önce, biliyorsun ki en önemli şey, Yaradan’ı amaçlamak. Bu nedenle bu eylemleri bırak ve yapmak zorunda olduklarını yap. Gelenekleri güçlükle yerine getirmek, sana göre değil. Aksine, bu eylemler, gerçek çalışmanın ne olduğunu düşünmeyen ve bilmeyen, sıradan insanlar içindir. Dolayısıyla senin için en iyisi, Yaradan’a nasıl ihsan edileceğine dair düşünceyle ilgili, düşünmektir.”
Ve kişi, Gerar’ın çobanları denilen, bu Klipa’ya itaat ettiğinde, onların, sadece gerçeğin çalışmasının yararına konuştuklarına inanır ve dua ve Tora’nın çalışma düzenini ihmal etmeye ve bu Klipa’nın sesini dinlemeye başlar. Ve o an, artık kişinin bir yaşamı olmadığı ve Keduşa’dan yaşam almasını sağlayacak bir eylemi olmadığından, Yaradan için bir şeyler yapmayı düşünmeye başladığında, beden ona güler ve ona, Yaradan çalışmasının karanlık tasvirini gösterir.
Bu şekilde kişi, yaşamsız kalır ve mantık ötesi olarak Yaradan’ın, iyi ve iyiliksever olduğunu söyleme gücünü kaybeder. Sapkınlığın egemenliğine girer ve maneviyatı düşünecek gücü yoktur. Daha sonra, dünyanın, onun için karardığı bir aşamaya gelir. Yazılanların, Gerar’ın çobanlarının, İshak’ın çobanlarıyla tartışmasının anlamı budur. Diğer bir deyişle onlar, İshak’ın hizmetkârlarını kendi otoritelerine çekip, öldürene ve yaşam güçlerini alana dek, kendi fikirleriyle doldururlar.
Diğer bir deyişle sahip oldukları en küçük inancı bile emip, onları, boş ve çıplak bırakırlar. Buna, onların gerçeğin yolunu takip etmelerine izin vermeyen, “sağın Klipa’sı” denir. Bu nedenle eylemleri eksik olsa bile mantık ötesi inanırlar ki Yaradan, çok önemlidir ve bu nedenle Kral için yapılan küçük bir hizmet bile büyük bir şey olarak görülür.
Ve bu küçük eylemler, gerçek, mantık ötesi olarak Yaradan’ın yüce ve önemli bir Kral olmasının doğru olduğuna dair inançları doğru olduğundan, öyle anlaşılıyor ki gerçeğin niteliğine bağlı kalırlar. Ve gerçek, kendi içinde ve kendi başına büyük bir şey olduğundan, biraz da olsa Efendi’lerinin arzusunu yerine getirdikleri için mutludurlar.
Bu nedenle sağ çizgide yürümeye başladığımızda, bu Klipa’ya dikkat etmeliyiz. Ancak kişi, sağın Klipa’sının üstesinden gelmekte güçlüyse sol çizgideki çalışma başlayabilir. Bu, kendi üzerindeki eleştirilerini Klipa’nın değil, kendisinin uyandırdığı anlamına gelir.
Bu yüzden, kişi, sağ çizgide yaşam gücü olmadığında, sağ çizgide yürümemelidir. Daha ziyade, sağın çalışmasından dolayı neşe ve yaşamla dolu olduğunda, onun için, sol çizgiye bağlanma yani kendi durumunun bayağılığını ve neden henüz Kral’ın sarayına onu kabul eden Yaradan’la ödüllendirilmediğini, anlama zamanı gelmiştir.
Baal HaSulam, şu yazılanlarla (Mezmurlar 57) ilgili şöyle söylemiştir: “Uyan görkemim… Şafağı uyandıracağım.” Atalarımız şöyle der: “Şafağı ben uyandıracağım, şafak beni uyandıramaz.” Şöyle der: ‘Asıl anlamı, Kral Davut’un Shahar’ı (şafak) -Shahor (siyah) kelimesinden gelir, ona gelen karanlık- kabul etmediğini ve karanlıktan uyanacağını söylemesidir. Daha ziyade ‘Şafağı uyandırırım’yani iyi hissettiğinde, kendisi karanlığı uyandırır.”
Klipa, kişiye gelip, erdemlinin kılıfında kıyafetlenirken ve görünüşte, çalışmada kişinin kendisini aldatmamasını değil Yaradan için çalışmasını isterken, kişinin, eylemlerinin iyi olmadığına ve yaptığı her şeyin değersiz olduğuna dair eleştirileri, kabul etmemesine dair sözlerini yorumlamalıyız.
Fakat böyle düşünceler geldiği ve onları, kişi uyandırmadığı zaman, onların Keduşa tarafından gelmediğini bilmelidir. Daha ziyade, Gerar’ın Klipa’sı görür ki kişi, küçük şeylerden yaşam gücü alıyor, azla yetiniyor ve Yaradan’ın yüceliğinde, bir limit olmadığına mantık ötesi inandığını ve Yaradan’ın, O’na hizmet etme düşüncesi ve küçük bir arzu vererek de olsa ödüllendirmesinin, büyük bir ayrıcalık olarak kabul edildiğini ve dünyada, bu ayrıcalığa sahip olmayan pek çok insan olduğunu gördüğünü söylüyordur. Dolayısıyla minnettardır, şükreder ve Kral’a müteşekkirdir. Mutludur ve bu durumdan yüksek ruh hali edinir.
O zaman, yukarıda bahsi geçen Klipa gelir, onu öldürmek ister ve kişinin içindeki tüm Keduşa havasını çeker. Yaradan’ı övmesine izin vermez ve onu cehenneme atıp, sahip olduğu inancı alır. Ondan sonra kişi, ölü olarak kabul edilir çünkü Keduşa’nın yaşamına sahip değildir.
Peki, bunun sebebi kimdir? Sahte bir görünümle kişiye gelen ve Keduşa adına konuştuğunu söyleyen, Klipa’dır. Buna, “Şafak beni uyandıramaz,” denir yani kişi, Klipa’dan karanlık ve siyahlık almak istememiştir.
Daha ziyade, “Şafağı ben uyandırırım” ifadesi, “Ne zaman istersem şafağı uyandırırım,” anlamına gelir. Diğer bir deyişle ben kendim, içimde karanlığı ve siyahlığı uyandırdım yani halen kendini-sevmeye batmış durumdayım ve henüz Yaradan sevgisine sahip değilim. Halen, Tora’nın görkeminden mahrumum ve her şeyi, Tora’nın ışığını edinmek için yapmanın değerli olduğunu bilmekte, Tora’nın yanı sıra Yaradan’ın, bize emrettiği Mitzvot’u yerine getirmenin önemini takdir etmenin, önemine sahip değilim.
Birkaç Mitzva’yı yerine getirme ve bunları ihsan etme niyetiyle yapmak zorunda olduğunda, bedendeki direnç, tüm gücüyle derhal uyanır. Bir şeyler yapmak için büyük çaba harcar ve her seferinde inişler ve çıkışlarla karşılaşır. O zaman, dua için bir yeri olur. Bu böyledir çünkü kişi kendisini, doğru zamanda yani hemen dua edebileceğini ve siyahın, ona üzüntü ve depresyon getirmeyeceğini, karanlık için dua etme kabiliyetine sahip olmadığını hissettiği zaman, uyandırır.
Kişi, kendisi için bunun Klipa tarafından gelip gelmediğini görmelidir. Bunun işareti şudur; Keduşa’dan gelen bir şey, daima “kutsallığı düşürmek değil, yükseltmek” formunda gelir. Diğer bir deyişle kişi daima Yaradan’a, onu, bulunduğu yerden daha yükseğe çıkarması için yakarır. Fakat Klipa tarafından karanlık geldiğinde, kişi, Yaradan’dan, kendisini bulunduğu aşamadan yükseltmesini isteyemez.
“Aksine, onlar düşürür,” yani onu, cehenneme düşürürler ve kişi, sahip olduğu inancın küçük bir kısmını kaybeder ve görünüşte yaşam ruhu olmayan, bir ölü gibi olur. O zaman, tek yaşam gücü uyuyabilir olması yani kaçması ve depresyon aşamasını unutmasıdır.
Yukarıda söylenenlere göre, Zohar’ın sözlerini yorumlamalıyız, “Dua ve ayin olmaksızın, elleri kaldırmak yasaktır.” Atalarımızın ellerin boşuna kaldırılmasını yasaklamasının, yalnızca boşlukta, hiçlikte yasak olduğu için kişi dua edebiliyor ve bir talepte bulunabiliyorsa yasak olmamasının, ne anlama geldiğini anlamalıyız.
Yukarıda söylenenleri şöyle yorumlamalıyız; “eller”, “Eğer bir el … edinirse,” sözlerinden gelir. Bu demektir ki eğer kişi, Yaradan’ın çalışmasından ne aldığını görmek için ellerini kaldırırsa, eğer manevi çalışması, cennet korkusu ve iyi eylemleri varsa, Yaradan’ın iyiliksever olduğuna inanıyorsa, eğer hazırsa ve üstesinden gelme gücüne sahipse, daha sonra Tora ve Mitzvot çalışmasıyla elde edeceğini düşündüğü şeylere sahip olmadığını görürse, çaresizliğe düşmez. Tersine, Yaradan’a ona yardım etmesi için, dua etme gücüne sahip olur.
Ve kendine de şunu söyleme gücünü edinir; “Ellerimde iyi bir şey olmadığını görüyorum çünkü Yaradan, şimdi gerçeği, gerçekten de boş bir kap olduğumu ve içimde ne Tora ne cennet korkusu ne de iyi işler olmadığını görmeme izin verdi. Daha ziyade, yaptığım her şey, kendi menfaatim için ve şimdi bir kabım (Kli) ve Yaradan’ın dileğimi yerine getirmesi için kalbimin derinliklerinden gelen, gerçek bir ihtiyacım var zira ihtiyacım olan yardım, O’nun bana, aksesuarı, lüksü değil gerekliliği vermesidir.
Bu zamana kadar, zorunluluklar için değil, gereğinden fazlası için, Yaradan’ın yardımına ihtiyacım olduğunu düşündüm çünkü biliyordum ki ben, maneviyata tutunmayan diğer insanlar gibi değilim, fakat şimdi, mantık dahilinde görüyorum ki durumum diğer insanlardan daha kötü, çünkü hiçbir şeye sahip olmadığını hissediyorum. Bu nedenle durumumdan dolayı acı çekiyorum. Fakat kitleler için bu, o kadar da kötü değil çünkü onlar, benim hissettiğimi hissetmiyor. Dolayısıyla düşündüğüm şey bu iken ve aklımın anlamamı sağladığı şey bu iken -diğerlerinin durumunun bu olması- onların da hiçbir şeye sahip olmadığı gerçeğinden hoşnut değilim.”
Öyle ki kişi, dostunun kalbindekinin ne olduğunu bilmediğinden, belki de onların durumu iyidir. Fakat kişi dostunun durumunu, gözlerinin gördüğüne göre belirler ve bu şekilde nasıl davranacağını anlar. Örneği; eğer dostu, gizlenmiş bir erdemli ise onun, çok fazla inancına sadık olmadığını düşünebilir.
Peki, bu gizlenmiş erdemlikten ne öğrenebilir? Sadece, ciddiyetsizliği. Bu nedenle kişi çoğunluğa baktığında, çoğunluğun gerçek derecesi önemli değildir. Önemli olan, kişinin çoğunlukla ilgili ne düşündüğüdür. Dolayısıyla bu sırada kişi, kendi durumunun diğerlerinden daha kötü olduğunu görür; bu nedenle Yaradan’ın, ona yardım etmesi gerektiğini söyler çünkü o, çoğunluktan daha çok acı çekiyordur.
Öyle anlaşılıyor ki, kişi ellerini kaldırdığında, ellerinde ne olduğunu görüp, dua edebildiğini kabullenirse o zaman, yaptığı hesapların Keduşa tarafından geldiğini bilir. Ve o zaman, sağ çizgiden sol çizgiye geçmesine izin verilir. Aksi takdirde, kalbinde dua etme gücü olduğunu bilmiyorsa o andan itibaren, “Gerar’ın çobanları” denilen Klipa’yla yüzleşeceği için, sol çizgiye geçmemelidir.
Zohar’da (Vayikra, madde 401) şöyle yazılmıştır: “Kabalist Yehuda başladı ve şöyle söyledi: ‘Ya da günahını ona bilinir kıl.’ O, sorar; ‘Kimin adına? Kim bilinmesini sağladı?’ Şöyle söylemeliydi: ‘Ya da günahını bil.’ ‘Günahını ona bilinir kıl’ ne demek? Şöyle cevap verir; Yaradan, İsrail meclisine, insanın işlediği günahın, ona bilinir kılınmasını emretti.”
Zohar’da (Vayikra, madde 404) şöyle yazar: “Burada da Yaradan şöyle der: ‘İşlediği günahını ona bilinir kıl.’ Gece, Tora’ya bağlanmak için kalkan kişiye, Tora, kendi günahını bilinir kılar. Ve bunu, Din (yargı) yoluyla değil daha ziyade, yumuşak sözlerle oğluna konuşan bir anne gibi yapar ve kişi, Efendisi önünde tövbe eder.”
Şunu anlamalıyız, neden, özellikle Yaradan, günah işlediği zaman kişiyi uyardığında, o, günahının farkına varmış olarak kabul edilirken, dostu, günah işlediğini ve halen tövbe etmediğini görüp, kişiyi uyardığında, kişi, günahını biliyor olarak kabul edilmez? Ve özellikle Yaradan, günah işlemesiyle ilgili onu uyardığında, günah işlediğini ve bunun tövbe vakti olduğunu bilmesiyle, Yaradan onu uyarmadığında, günahtan dolayı tövbe etme vaktinin henüz gelmediğini bilmesinin sebebi nedir?
Zohar’ın şu söylediğini anlamalıyız, Tora’ya bağlanmak için gece kalkan kişiyi, Tora uyarır, oysa tüm gün çalışan kişiye, Tora günah işlediğini bildirmez. Fakat gece çalıştığında, gündüz çalışmasa bile Tora, günahını ona bildirir. Bu nedenle gündüzün üzerine gece çalışmanın avantajını ve aynı zamanda Tora’nın, ona günahını bildirmesiyle ilgili olarak, “Din (yargı) yoluyla değil daha ziyade, yumuşak sözlerle oğluna konuşan bir anne gibi” yazılmasının nedenini anlamalıyız.
Raşi, “Ya da günahını ona bilinir kıl.” ayetini şöyle yorumlar: “Kişi, günah işlediğinde, buna izin verildiğini düşünür. Akabinde, bunun yasaklanmış olduğu bildirilir.” Bunu, çalışmada anlamalıyız. Bu günah nedir? Bilinir ki bayağı, aşağı olanlara verilen tüm çalışma, “Tanrı’nın yapması için yarattıkları” formundadır.
Yaratılışın, ‘alma arzusu’ ve ‘haz almaya özlem duyan’ olarak adlandırılan, O’nun, yokluktan yaratmasından sonra adlandırıldığı bilinmektedir. Dvekut (bütünleşme) adı verilen, form eşitliği nedeniyle başka bir kap (Kli) yapılmalıdır ki böylece hazzın ışığını alabilelim. Diğer bir deyişle bunun üzerine ihsan etme amacını eklemeliyiz, aksi halde bolluğu almamız yasaktır.
Eğer istesek bile, bu bize verilmez. Ancak, eğer almak için almak istersek çalışmada buna, “günah” denir. Bu böyledir çünkü bu arzu vasıtasıyla kişi, Yaradan’dan daha da uzaklaşır ve “köke geri dönmek” yani Verene geri dönmek denilen, tövbeye gelebilmesi zorlaşır.
Form eşitsizliği, kişiyi kökünden ayırdığından kişi, ihsan etmekle ilgili olan köküne dönmelidir. Dolayısıyla kişi, ihsan etme niyeti olmadan hareket ettiğinde yani niyeti sadece kendisi için almak olduğunda, kesinlikle kökünden uzaktır ve onun günahı, budur.
Fakat çalışmaya başladığımızda, çalışmada düzen, Lo Lişma ile başlamamızdır. Bu nedenle o zaman farklı bir anlayışta oluruz, bu da çalışma düzeninde kişiye gözüken, sadece iki şey olduğu anlamına gelir: 1) Yap, 248 olumlu Mitzvot (belirli eylemlerin yerine getirilme emirleri) 2) Yapma, 365 olumsuz Mitzvot (belirli eylemlerden kaçınma emirleri).
Diğer bir deyişle bir Mitzva (iyi iş), bir de günah vardır. Sonrasında kişi, Yaradan’a ve O’nun yasalarına inandığında, neyin günah, neyin günah olmadığını çok iyi bilir. Yasaklı olduğunu bilmediği için, bazı eylemleri unutabilir ya da yanlış yapabilir, bu durumda dostu, günah işlediğine dair onu uyarabilir. Dolayısıyla kişi kendisi bilmese de dostu görüp, ona söyler ve o zaman işlediği günah nedeniyle tövbe edebilir.
Fakat gerçeğin yolunun çalışmasından konuştuğumuzda ki bu, ihsan etme niyetidir ve tek niyettir, dostu, kişinin kalbindekini bilmediğinden niyet, dostundan gizlidir. Bu sebeple dostu, kişi günah işlediğinde, ihsan etme niyetinde olmadığı için, onu uyaramaz
Şimdi sorduğumuz soruları yorumlayabiliriz, bu, günah işlediğinde onu uyaracak olanın, özellikle Yaradan olmasını işaret eder çünkü dostu, niyetini göremediğinden ona, günah işlediğini söyleyemez. Dolayısıyla kişi, Tora ve Mitzvot’a bağlandığında sadece Yaradan, onun niyetini bilir.
Ancak, Zohar’ın, Yaradan, günah işlediğinde onu uyarır, şeklindeki açıklamasında, gerçekten de çok derin bir mesele vardır. Kişi, yerine getirmesi gereken olumlu ve olumsuz eylemlerin neler olduğunu Tora’da gördüğü ve neyin günah, neyin günah olmadığını zaten bildiği için, çalışmaların başında bu böyledir. Bu, Maimonides’in söylediği gibidir; “Kadınlara ve küçük çocuklara öğretilirken, onlara, ödül almak için çalışmaları öğretilir.” Ancak, daha sonrasında ‘Çok fazla bilgi edindiklerinde’ Lişma’da yani ihsan etme niyetinde çalışmaları gerektiği söylenir.
Buna göre kişi şunu anlayamaz, gerçeğin yolundaki çalışmasında, eğer ihsan etmeye niyeti yoksa bu bir günah sayılır, zira çoğunluk, halen Lo Lişma’dadır ve kişi, Lişma’da yürümek istemektedir. Örneğin; eğer ihsan etme amacı yoksa bu günah olarak kabul edilir, fakat kişi, kendisinde bunu hissedemez. Bu durum, Şabat’ın kutsallığını bozmak veya yasak yiyeceği yemek gibi, Tora’da yasaklanmış bir eylemi gerçekleştiren kişinin durumuna benzer yani ihsan etme niyeti olmadan bazı Mitzvaları yerine getirdiğinde, kabir günahı işlediği zamankine benzer hislere sahip olur.
Bu şu soruyu getirir; “Eğer ihsan etme niyetiyle hareket etmediğinde, bu günah olarak kabul edilirse kişinin, tövbe etmesi yani tekrar günah işlemeyeceğini Yaradan’a yakarması için, onu kim uyaracak? Diğer bir deyişle burada, şunu anlamalıyız; a) ihsan etme niyeti olmadığı için, bu bir günahtır b) bir daha günah işlememek için, tövbe etme arzusuna sahip olması gereklidir, atalarımızın dediği gibi; “Tövbe, geçmiş için pişmanlık ve gelecek için kabullenmedir.”
Kişinin, bunun günah olduğunu hissetmesi meselesi -bunun genel bir günah olduğunu ve bütün bunların, insanın içinde var olan kötülük olduğunu hissetmesi- sadece, Yaradan’ın anlamamızı sağlayacağı bir şeydir. Tora ve Mitzvot, bizlere “kendisi için alma” denilen, bu kötülüğü ıslah etmek için verilmiştir ve insanın, yaratılanları Yaradan’dan ayıran şeyin, bu kötülük olduğunu anlama gücü yoktur.
Ve Zohar’ın ayetle ilgili söylediği şey budur, “Ya da işlediği günahı ona bilinir kıl.” Diğer bir deyişle ‘işlediği günahı ona bilinir kıl’ demek, işlediği günahı ona, Yaradan bilinir kılar, demektir çünkü kişinin bunu kabullenmesi ve gerçeğin yolundaki çalışmasında, kendi menfaati için çalıştığında, bunun günah olarak kabul edildiğini söylemesi zordur.
Sadece Yaradan ona, bu farkındalığı verdiğinde bunun günah olduğunu hisseder. Örneğin; kişi bir başkasını öldürürse elbette kabir günahı işlediğini hisseder, mesela eğer kişinin, bir şoförü varsa ve o şoför, arabayla birisine çarpıp, onu öldürdüyse ve bu gece olduysa ve bunu kimse bilmiyorsa. Bir insan öldürdüğünü ve günah işlediğini sadece şoför değil, aynı zamanda onunla beraber yolculuk eden, araç sahibi de hisseder.
Maneviyatta, Yaradan kişiyi, günah işlediği ve her gün adam niteliğini öldürdüğüne dair uyarır, yalnızca Yaradan böyle bir his verebilir. Ancak, kişinin kendisi bunu bilemez ve anlayamaz.
Şimdi Raşi’nin şu ayetle ilgili açıklamasını anlayabiliriz; “Ya da günahını ona bilinir kıl.” Bu onun sözleridir: “Günah işlediğinde, buna izin verildiğini düşünür. Sonrasında, bunun yasak olduğunu öğrenir.”
Çalışmada, onun bu sözlerini anlamak için, “Günah işlediği zaman” ifadesini, “almak için Tora ve Mitzvot’a bağlandığında” olarak yorumlamalıyız. Bunun yasaklanmış olduğunu henüz bilmez. Daha ziyade, Tora ve Mitzvot’u, sadece eylemde yerine getiriyorsa buna izin verildiğini düşünür. Ancak, bunun sonrasında bir yasaklama ve amacının ödül almak olduğu, ona bilinir kılınır. Fakat yasaklama olduğunu, alma kaplarının yasaklanmış olduğunu, ona bildiren kimdir? Zohar, onu uyaranın, Yaradan olduğunu çünkü Yaradan’ın yardımı olmadan, bunu hissetmenin mümkün olmadığını belirtir.
Öyle anlaşılıyor ki, Yaradan’ın, yarattıklarına vermek istediğini almamızı ve Dvekut’la ödüllendirilmemizi engelleyen en önemli şey olan, kötülük ve günah, alma arzusudur. Öğrendiğimiz gibi, Neşama ışığı, kişinin ihsan etme kaplarını kıyafetlendiren NRNHY denilen, beş ayrıma, anlayışa ayrılır.
Bu nedenle insanın, kötülük ve karanlık hislerine sahip olması, “alma arzusu” denilen zarar-verenden gelir ve bunun bir günah olduğu uyarısını, sadece Yaradan yapar. Kişi, Yaradan çalışmasına başladığı zaman bile alma arzusunu kullanmaya alışkın olduğu için, bu böyledir.
Atalarımızın şöyle dediği gibi: “Kişi, daima Lo Lişma’da çalışmalıdır.” Böylece kişi, atalarımızdan çalışma iznini alır, zira bununla Lişma’ya gelecektir. Dolayısıyla Lo Lişma’da çalışmamıza atalarımız izin verdiğinden, kişiye, bunun günah olduğunu söylemek zordur çünkü Lo Lişma’da çalışmalarına izin verildiğini söylerler. Bu nedenle bunun gerçekten de en büyük günah olduğuna inanmak için bir sebep yoktur çünkü bu, Yaradan’la Dvekut’a erişmeyi engelleyen şeydir.
Yukarıda söylenenler ışığında, Tora’ya bağlanmak için gece kalkan kişiye, Tora günahını bildirir, diye yazan Zohar’ın sözleriyle ilgili sorduğumuz soruyu yorumlayabiliriz. Neden onlar özellikle gece çalışmalılar ve neden kişiye günahını bildiren, özellikle Tora olmalıdır, diye sorduk.
Bunun cevabı şudur; kişi, özellikle Tora sayesinde kendisi için almanın ‘günah’ olduğu hissiyatına gelebilir yani kendisi için almaya ‘günah’ denir. Fakat eğitimsiz insanlar, bunu bilemez, Maimonides’in dediği gibi Lişma konusu kadınlara, küçük çocuklara ya da eğitimsiz insanlara ifşa edilmez. Ve “ifşa edilmez” bunu anlayamazlar demektir. Ancak, özellikle Tora vasıtasıyla Tora, kişiyi öyle bir hisse getirir ki kendisi için alma arzusunun günah olduğunu görmesini sağlar.
Fakat neden özellikle gece çalışılan Tora’nın, günahla ilgili olarak kişiyi uyarma gücü vardır? Diğer bir deyişle Tora’ya bağlanmak için gece kalkan kişiye, Tora günahlarını bilinir kılar, yazıldığı üzere, gündüzün üzerine gecenin avantajı nedir ki özellikle gece, işaret edilir? Bunu anlamak için öncelikle çalışmada “gündüz” ve “gece” ifadelerinin, ne anlama geldiğini anlamalıyız.
“Gece”, atalarımızın şu ayette (Pesachim 2b) dediği gibidir; “Katil, şafakta kalkar… gece ise hırsız gibidir.” “Bu, ışığın gündüz olduğu anlamına mı geliyor? Anlamı şudur: Eğer mesele, onun can almaya geldiği kadar, senin için net ise o, bir katildir. Ama şüphe içindeysen tıpkı gece gibi, onu, hırsız olarak kabul etmelisin.” Dolayısıyla atalarımızın gündüz ve geceyi, “emin olmak” ve “şüphede olmak” için kullandığını görüyoruz.
Çalışmada “gündüz” ifadesini, Tora ve Mitzvot’a bağlandığında, kişinin, çabası karşılığında ödül alacağından emin olması şeklinde değerlendirebiliriz. Öyleyse kişi memnundur ve Yaradan’ın ona yardım etmesi için, duaya yeri yoktur zira kişi, neyin eksikliğini hisseder ki? Bununla birlikte, ‘Daha fazlasını yapmalıyım’ demesi mümkündür ama muhtemelen bazı nedenlerden dolayı ya da sağlık sorunları yüzünden, yeteri kadar vakti olmadığı özrüne sığınır. Ancak, ödül alacağına inandığı için, bütün olarak iyi hisseder. Bu dünyadaki ve gelecek dünyadaki ödüle ve cezaya inanır ve buna, “Tora’yı gündüz vakti çalışmak” denir.
“Tora’yı gece çalışmak”, kişi şüphe içinde demektir zira şüpheye “gece” denir. Bu, kişi, gerçeğin yolunda yürümeyi yani ihsan etmeyi arzuladığında gerçekleşir. Öyle ki Tora ve Mitzvot’u, bu dünyada ve gelecek dünyada ödül almak niyetiyle çalışan, çoğunluğun çalışma şeklinden farklı bir nitelik seviyesinde çalışmak ister. Tora ve Mitzvot’a ödül alma amacı olmadan bağlanmak ister. Fakat beden, bu yola karşı çıkar. Bu nedenle kişiye sürekli olarak yabancı düşünceler gelir ve çalışmasında ona, sürekli şüphe getirir.
Peki, bu şüpheler nelerdir? Kişi, bazen ihsan etme yolunda yürümesi gerektiğini düşünür ama beden, ona direnir. O zaman kişiye, çoğunluğun belki de haklı olduğuna dair düşünceler gelir yani ihsan etme şeklinde çalışmak zorunda olmadığını düşünür çünkü bedenle mücadele etmek zordur. Dolayısıyla çoğunluk kesinlikle daha iyi göründüğünden ve bu dünyada, daha önemli bir yere sahip olduklarından, çoğunluğun görüşünü izlemek daha iyidir. Ve onlar, yalnızca eylemlerin, ihsan etme amacıyla değil de Yaradan için olmasını amaçlayan yolda yürümeyi seçmiştir. Bu demektir ki Yaradan, O’nun emirlerini yerine getirmemizi emrettiği için Tora ve Mitzvot’a bağlanırlar, para ya da onur için yani Tora ve Mitzvot’a bağlanarak saygı göreceklerinden ya da ‘Rabbi’ olarak anılacaklarından değil. Tersine, Tora ve Mitzvot’a, Yaradan emrettiği ve karşılığında ödül alacakları için bağlanırlar. Bu, en iyi yol olmalı.
Ve bu, kendi-sevmeye ters düşmediğinden bu yolda yürümek o kadar da zor değildir. Fakat ihsan etme yolunda kişi, daima şüpheye düşer çünkü bu yol, çoğunluk tarafından benimsenmemiştir ve beden, doğal olarak sadece almakla ilgili olan Klipot’un görüşüne doğru meyil eder. Bu nedenle kişi, sürekli olarak bu düşüncelerle çatışarak çalışır.
Kişi, bedenin üstesinden gelse ve anlamasını sağlasa bile “Fakat görüyorsun ki, doğası gereği kişi, yüce olana ödül olmadan, saf ihsan etme amacıyla hizmet etmek ister,” dese bile beden, ona karşı gelir ve gerçek bir tartışma yaşanır: “Maddesellikte görüyorsun ki sen “önemlisin” ve herkes sana saygı duyuyor. Dolayısıyla çoğunluk seni önemli olarak takdir ettiği için, onlardan etkilenirsin. Bu nedenle orada, ihsan etmede çalışmak değerlidir. Fakat burada, gizlilik içindesin çünkü Yaradan’ın yüceliği ve önemi, ifşa olmadı ve sen böyle olduğuna, Yaradan’ın önemli olduğuna ve ödül almadan hizmet etmeye değer olduğuna inanmak istiyorsun.”
Bu nedenle o anda kişi, bedene karşı zayıf düşer ve söylenecek tek şey, mantık ötesi gittiği olduğundan ona, cevap veremez. Öyle anlaşılıyor ki, kişi aklıyla bedenin bu argümanına galip gelemez ve işte o zaman mücadeleden kaçmaması için ihtiyacı olan tek şey, cennetin merhameti olur.
Kişi, bedenin şikayetleri yüzünden şüphe içinde olduğunda, buna, “gece” denir. Ve o zaman Tora, kişiye, başlangıçtan beri var olan ve derine kök salmış olan günahını, ifşa eder, zira Yaradan’a olan inançtan yoksun olduğunu görür. Diğer bir deyişle Yaradan’ın yüce olduğuna, yönettiğine ve ona hizmet etmenin, vermenin değerli olduğuna ve O’nun, ondan memnuniyet aldığına inanamaz.
Başka bir deyişle kişi için, yüce bir krala hizmet etmede memnuniyet yoktur. Zohar’ın (‘Zohar Kitabı’na Giriş,’ madde 195) söylediği gibi; “Korku yani kişinin Yaradan’dan korkması, en önemli şeydir çünkü O, tüm dünyaların yayıldığı köktür ve O’nun yüceliği, O’nun eylemlerinde açığa çıktığından O, yücedir ve her şeyi yönetir.”
Tora olmadan, kişi neyin eksikliğinde olduğunu bilemez çünkü yokluk, varlıktan önce gelir, kuralı gereği, yokluğu hissetmek imkânsızdır yani kişi, dünyada iyi şeylerin olduğunu ve onlara sahip olmadığını hissetmedikçe, bir şeyin eksikliğinde olduğunu hissetmesi imkânsızdır. Ancak bundan sonra, yokluktan bahsedebiliriz. Diğer bir deyişle şunu diyebiliriz ki kişi, yokluğu hissettiğinde, bu eksikliği doldurmaya çabalamalıdır.
İlk yokluğu kim yarattı? Ein Sof (sonsuzluk) dünyasında, Yaradan yarattı. Öğrendik ki, O birdir ve O’nun adı birdir. Işık ayrılıp, geride eksiklik bıraktığı zaman meydana gelen ilk yokluk, Tzimtzum’dur (kısıtlama). Çizginin ışığı, yeni bir şey-yokluk-yaratmış olan, Yaradan tarafından yaratılmış olan eksikliği, doldurmalıdır.
Dolayısıyla kişi Tora çalıştığı zaman, Tora vasıtasıyla bir Yaradan ve bir yönetici olduğu hissine gelir çünkü Tora’yı çalışarak, onu ıslah eden Tora’nın ışığını alır. O zaman, Tora vasıtasıyla Tora’nın bir vereni olduğunu hissetmeye başlar ve O’na hizmet etmenin, büyük bir ayrıcalık olduğunu anlamaya başlar.
Bununla ilgili olarak bedenle konuşmaya başladığında, Yaradan’a hizmet etmenin değerli olduğuna dair, hissetmeye başladığı küçük hissiyatı, yukarıdan “içindeki ışık” formunda almasına şiddetle karşı koyan bedenin, direnciyle karşılaşır. Diğer bir deyişle kişi, bedeni ıslah etmek için yeterli Tora’nın ışığını, tek seferde almaz. Daha ziyade azar azar gelir. Bu sebeple inişler ve çıkışlar vardır ve her yükselişte, ihsan etme yolunda yürümesi gerektiğini anlamaya başlar, bedenin doğası derhal buna direnir.
Ancak, bu Yaradan’dan kasıtlı olarak gelir. Bunun sebebi şudur; “Kli (kap) olmadan ışık yoktur.” Yukarıdan gelene “yukarıdan uyandırılış” denir. Başka bir deyişle gereksinim ve doyum, birlikte gelir. O zaman kişinin, Yaradan’a hizmet etmenin değerli olduğu arzusunu uyandırmak için bir sebebi yoktur. Bu nedenle yukarıdan gelen his ayrıldığında, aşamalı olarak kişinin kalbinde, ihsan etmede çalışmak için bir ihtiyaç oluşur ve bu, Yaradan’a güç vermesi için yakarmaya başladığı zamandır. Bu aşamaya, “ışık ve Kli” denir.
Ayrıca, kişinin aşağıdan bir uyanışa ihtiyacı olmasının, başka bir sebebi daha vardır: Üst güç, aşağıda olan tarafta, bir hazırlık olmadan ona verdiğinde, alıcı, bunun önemini hissetmez. İnsanın herhangi bir şeyden haz alma arzusu, konunun önemine bağlıdır kuralına göre, üst güç, bir şey hissetmesine izin vermeden önce, kişinin bir şey istediği söylenemez.
Daha ziyade kişi, Yaradan çalışmasına doğru bazı uyanışlar deneyimledikten sonra, inanmalıdır ki kişinin, Yaradan çalışmasına bağlanma ihtiyacının sebebi, Yaradan’ın hiçbir aracı olmadan ona, bu düşünceleri göndermesidir. Diğer bir deyişle çalışmaya bağlanmasını kimse ona söylemediğinde, kişi, kesinlikle bunun ona üstten geldiğini söyler.
Ancak, bazı insanlar gelip, anlamasını sağlasalar, Yaradan’a hizmet etmenin değerli olduğunu açıklasalar ve o, bunun farkına varsa bile yine de Yaradan çalışmasının erdemini, ona, şunun ya da bunun gösterdiğini söylememelidir. Tam tersine, o insan, kişiyi uyandırması için Yaradan’ın gönderdiği habercidir. Bu nedenle kişi, bazen Yaradan’ın kendisine haberciler olmadan bu arzuyu verdiğini, bazen de bu arzunun Yaradan’dan bir elçi vasıtasıyla geldiğini söylemelidir.
Ve bu arzu ona, kendisinin bir hazırlığı olmadan geldiğinden meselenin önemini takdir edemez. Bu nedenle kişi çok fazla etkilenmez ve bundan hoşlanmaz çünkü değerini bilmez. Bu tıpkı, dostuna bir hediye gönderen ve dostunun onu nasıl takdir edeceğini bilmeyen bir insanın durumuna benzer.
Diyelim ki, hediyenin alıcısı, hediyenin 100 dolar değerinde olduğunu düşünsün, oysa hediyeyi veren, ona 10.000 dolar ödemiştir. Ayrıca, veren bilir ki alıcı, hediyenin değerini sadece kendi anlayışına göre takdir ediyor. Bu nedenle anlıyoruz ki hediyeyi veren, alıcının hediyenin değerini anlamasını sağlamak için, tavsiyeye ve taktiğe ihtiyaç duyar ki böylece alıcı, verenin tam istediği şekilde, hediyeden haz alabilsin.
Çalışmada “gündüz” ve “gece” denilen, inişler ve çıkışların sebebi budur. “Gece” sırasında, Tora çalıştığında kişi kendini-sevmekten çıkamadığından Yaradan’dan ne kadar uzak olduğunu görür ve Tora ona, önem hissini verir. Kişi yükselişteyken onu, Yaradan’ın yakınlaştırdığını söylemelidir yani Yaradan, kendisini ondan saklamıyordur ve bu nedenle Yaradan’la Dvekut’a sahip olmanın değerli olduğunu hisseder.
Direkt Işığın dört safhasının açıklandığı, ‘On Sefirot Çalışması’ kitabında öğrendiğimiz gibi, “Direkt Işığın Hohma’sı ve Direkt Işığın Malhut’u arasındaki fark nedir? Eğer Sefirot Hohma’da ve Malhut’ta aynı ışık varsa o zaman, neden birine Hohma denirken, diğerine Malhut deniyor?”
Cevap şudur ki, Hohma Sefira’sında, aşağıda olanın tarafında henüz bir hazırlık yoktur zira aşağıda olan halen mevcut değildir yani kendisini, aşağıda olan bir şeye ihtiyaç duyan ve üsttekinden almak zorunda olan olarak görmüyordur ki bunun eksikliğini gidersin. Dolayısıyla üst gücün, aşağıda olana haz verme arzusu olduğu kadar, aşağıda olanın, üst güçten bereket alma hazzı yoktur.
Üst gücün arzusu, yarattıklarına iyilik yapmak yani aşağıda olanın haz almasıdır. Fakat aşağıda olanın hazırlık eksikliği sebebiyle -aşağıda olan doğduğunda bereketle beraber doğduğundan- kendini bu eksiklikle kuşatmak yani bereket almaya özlem duymak için zaman yoktur.
Fakat Malhut, bereket, üzerindeki Sefirot’tan ayrıldıktan sonra gelir. Bu nedenle zaten hazırlığı yani Hohma Sefira’sında parlayan ışığa ihtiyacı vardır. O halde sadece Malhut, aşağıda olanın haz almasını isteyen, verenin bereketinden haz alabilir.
Yukarıda söylenenlerden verenin hediyesiyle ilgili olarak iki şeyi fark ederiz: 1) Kişi ne istediğini yani neye ihtiyacı olduğunu bilmelidir 2) Bu eksikliğin doldurulmasını istemelidir yani hediyeyi almak için gereken tüm hazırlıkları yapmalıdır.
Öyleyse, kişi Yaradan çalışmasını bilmediğinde, Yaradan çalışması için ihtiyaç duymaya nasıl gelecek yani böyle bir şey olduğunu nereden bilecek? Diğer bir deyişle onunla ilgili bir şey bilmiyorsa, bu arzu içinde nasıl uyanacak?
Cevap şudur, Hohma Sefira’sıyla ilgili olarak öğrendiğimiz gibi, “iyilik yapma arzusu” denilen Yaradan, ışığı ve Kli’yi beraber yarattı ve kişiye maneviyat hissi yukarıdan gelir. Kişi ışıkla beraber ışık için arzuyu da eş zamanlı olarak alır. İster uyanış direkt olarak Yaradan’dan gelsin ister kişinin anlaması için Yaradan’ın gönderdiği aracı vasıtasıyla gelsin, bu böyledir. Ancak kişiye her şey, aşağıda olan tarafta herhangi bir hazırlık olmadan, uyandırma aracılığıyla gelir. Daha önce belirttiğimiz gibi, aşağıda olan için Yaradan çalışmasında gerçek hazzı almak, hazırlık eksikliği sebebiyle imkânsızdır.
Daha önce Malhut Sefira’sıyla ilgili olarak Hohma Sefira’sındaki bereket için özlem duyduğunu, aşağıda olan tarafında hazırlık olduğunda, verenin vermek istediği hazzı alacağını söyledik. Benzer şekilde, çalışmada kişi uyanış sebebiyle bir düşüş yaşar ve daha önce sahip olduğu şeyi istemeye başlar. Daha sonra aşağıda olan bereketi almaya hazırlanabilir.
Yine de gerçek Dvekut için -gerçekten alabilmek ve bunu Yaradan’ın arzu ettiği kadar önemli görmek- arzu ve özlem duymak bir anda gerçekleşmez. Bu nedenle pek çok iniş ve çıkış vardır. Ancak üst olan tarafta ilk uyanış olmadan, aşağıda olanın ne olduğunu bilmediği bir şeyi istemesi asla mümkün olmaz.
Şimdi Tora’nın, kişiye günahını Din (yargı) yoluyla değil de bir annenin oğluna yumuşak sözlerle bildirdiği gibi bildirmesinin anlamıyla ilgili sorduğumuz soruyu açıklayacağız. Ayrıca yargı ve ‘yumuşak sözler’ nedir?
Gerar’ın çobanları ve İshak’ın çobanları arasındaki tartışmayla ilgili olarak açıkladığımız gibi, bir şeyi tedarik edene “çoban” denir. İshak’ın çobanları şöyle söylüyordu, “Biz yanlıştan değil, sadece gerçekten yaşam gücü alırız.” Bu nedenle sağ çizgide çalışmayı istediklerinde, şöyle söylediler, “Gerçek niyetle yapılmadıkları için yerine getirdiğimiz eylemler değersiz olsa bile, biz aza razıyız.
“Yine de eğer kime ihsan etmeyi arzuladığımızı dikkate alırsak -büyük ve yöneten bir Kral’a- herhangi bir çalışma bizim için yeterli olur ve bizler bunu büyük bir ayrıcalık olarak kabul ederiz. Dolayısıyla Kral’a hizmet etmememize izin verildiği sürece, bu hizmet küçük bile olsa, O’na şükreder ve O’nu överiz.”
Buna İshak’ın adanmışlığıyla Yaradan’a hizmet etmek isteyen “İshak’ın çobanları” denir ancak beden bununla hemfikir değildir. Fakat İshak gibi hizmet etmeleri gerektiğini bildiklerinde, bununla yetinirler ve bunun için Yaradan’ı kutsarlar.
Ve Gerar’ın çobanlarının Klipa’sı geldiğinde, onların Yaradan’la mutlu olduğunu görüp hemen İshak’ın çobanlarıyla tartışmaya başlar ve şöyle derler, “Neden Yaradan’la mutlusunuz? Siz kendiniz de yaptığınız hizmetin bir Kral’a hizmet ederken olması gerektiği gibi olmadığını söylüyorsunuz. Bu yol, her şeyi tam olarak yapmaktır.”
“Öyleyse” derler, “Bu neşe niçin? Çoğunluğu izleyen bizler, sevinç duyacak bir şeylere sahibiz zira Yaradan’ın bize emrettiği eylemleri yapmaya razı olduğumuzu söylüyoruz. Ve karşılığında inanıyoruz ki Tora ve Mitzvot’u yerine getirdiğimiz için ödül alacağız ve bundan mutluyuz. Fakat en önemli şeyin Lişma olduğunu söyleyen sizler, kendiniz, ihsan etmek için çalışamadığınızı, hiçbir şey yapmadığınızı görebilirsiniz. Şimdiye kadar ne kadar çaba gösterdiğinizi ve bir adım bile ilerleyemediğinizi kendiniz gördünüz. Neden boş yere çalışıyorsunuz? Siz Yaradan’a yaklaşmaya layık değilsiniz çünkü kendini sevmeye çok batmışsınız, öyleyse vaktinizi boşa harcıyorsunuz.”
O halde bu Klipa ne yapmaktadır? Kişiye yargı niteliğini getirip, onu öldürmektedir. Bu, Klipa’nın günahı yargı niteliği ile bildirmesi olarak kabul edilir ve o zaman kişinin umutsuzluğa kapılmaktan başka yapabileceği bir şey yoktur ve mücadeleden kaçar. Klipa kişiden sahip olduğu inancı alır ve onu manevi yaşamdan yoksun bırakır. Ayrıca çalışmaya gelmeden önce olduğu gibi, maddesel doyum da alamaz. Bu nedenle melankolik ve üzgün olur ve tüm bunlar Klipa ona erdemli kılığında gelip sadece onun iyiliği düşünüyormuş gibi yaptığı içindir.
Klipa kişiye günahını Din şeklinde bildirir diye yazılmasının anlamı budur. Fakat gece Tora’ya bağlanmak için kalkan kişiye, Tora, günahını oğluna yumuşak sözler söyleyen bir anne gibi bildirir ve o Efendisi önünde tövbe eder.
“Yumuşak sözler” ne demek anlamalıyız. Makalenin sonunda gelir ve şöyle der: “Efendisinin önünde tövbe eder.” Diğer bir deyişle Klipa, günahını ona bildirir ama bunu yargı niteliği ile hareket eden Gerar’ın Klipa’sı -burada tövbe etmek ve ihsan etme amacı için çalışmak imkânsızdır ve bu nedenle Klipa onu uzaklaştırır- gibi Yaradan çalışmasından onu ayırmak istediği için yapmaz.
Daha ziyade, kişiye ‘annesinin oğluna’ bildirdiği gibi bildirir ve tövbe edemeyeceğini ve ihsan etmek için çalışamayacağını düşünmemesi gerektiğini yumuşak sözlerle anlamasını sağlar. ‘Yumuşak sözlerle’ demek, düşündüğünüz kadar zor değil demektir, zira Yaradan, bunun zor olduğunu hissettiği zaman kişiye yardım etmek ister.
Ancak, bunu Yaradan’ın kendisinin zorlaştırdığını anlamalıyız, şöyle yazdığı gibi: “Kalbini katılaştırdığımızdan, Firavun’a gel… ki işaretlerimi gösterebileyim.” Diğer bir deyişle Tora, kişinin ihsan etme yolunda yürümesinin zor olduğunu hissetmesi gerçeğinin, beceriksiz, yetersiz olduğu için değil, fakat “Onun kalbini katılaştırdım” sebebiyle olduğunu anlamasını sağlar. Peki neden? “Ki böylece işaretlerimi gösterebileyim.”
Baal HaSulam bunu şöyle yorumlar, Tora’nın harflerine ihtiyaç duyulması için bu böyledir; bu nedenle Yaradan kalbini katılaştırmıştır ki bununla kişi Tora’ya muhtaç olsun. Aksi takdirde, Tora’ya ihtiyaç duymaz. Fakat kişi ihsan etme yolunda gitmek istediği ve Tora onu kendisi için almanın günah olduğuyla ilgili, ki bu gerçek kötü eğilimdir, uyardığı için ihsan etme yolunda yürümeyi arzulayan kişiyle ilgili şöyle yazılmıştır (Mezmurlar): “Ne mutlu kötülerin tavsiyesiyle yürümeyenlere ne de günahkârların yolunda durmayanlara.”
“Kötülerin tavsiyesiyle yürümeyenler” ifadesini yani ihsan etme yolunu izlemenin değerli olmadığını kişinin anlamasını sağlayan Gerar’ın çobanlarını -kişinin kendilerinin peşinden gelmesini isteyenleri- değerlendirmeliyiz. Bunun yerine onlar şöyle diyen İshak’ın çobanlarını duymak isterler, “Ödül alma yolunda yürümeye “günah” denir. Ve bunun günah olduğunu anladıklarında, hemen Yaradan’a onları bu koşuldan çıkarması için yakarırlar ve şu yazılanını yerine getirmek isterler, “Ne de günahkârların yolunda durmayanlara.”
Diğer bir deyişle günahkâr aşamasında kalmak istemezler ve Yaradan’dan onlara Tora’nın ışığını vermesi için yardım isterler çünkü “içindeki ışık onu ıslah eder,” aynı zamanda Yaradan’a hizmet etmek ve Yaradan’ın gerçek bir hizmetkârı olmak isterler.
Zohar kişinin Tora’nın yollarını bilmesi gerektiğini söyler zira “Üst gücün emirlerini bilmeyen, O’na nasıl hizmet edecek?.” Öyle anlaşılıyor ki, kişi kendi başına alma arzusundan çıkamadığını ve Yaradan’ın yardımına ihtiyacı olduğunu hissettiğinde, kişinin içinde Yaradan’ın yardımına olan ihtiyaç uyanır.
O’nun yardımı Tora vasıtasıyla gelir ki içinde iki şey vardır: 1) “İçindeki ışık ıslah eder,” yani kişi, ihsan etme kaplarını edinir 2) İhsan etme kapları olduğu ve Yaradan’a ihsan etmek istediği zaman, Yaradan’ın neyi O’na vermesine ihtiyaç duyduğunu bilmediğinde, Tora ona yardım eder. Zohar’da buna “Üst gücün emirlerini bilmeyen, O’na nasıl hizmet eder?” denir.
Ve burada a) Kişiyi çalışmadan uzaklaştırma amacındaki yargı niteliği vasıtasıyla, bir günahkâr olduğuyla ilgili onu uyaran, Klipa ile b) Oğlunu yumuşak sözlerle uyaran bir anne gibi kişiyi günahıyla ilgili uyaran, Tora arasındaki farkı anlamalıyız.
Tora bizi kişinin günahını Tora vasıtasıyla yukarıda bahsi geçen iki şekilde ıslah edebileceğiyle ilgili olarak uyarır: 1) ıslah eden içindeki ışık aracılığıyla 2) Tora’nın ve Mitzvot’un tatları ile ödüllendirilmekle çünkü “Üst gücün emirlerini bilmeyen, O’na nasıl hizmet eder?”
Bu yüzden Zohar şu sonuca varır “Ve Efendisinin önünde tövbe eder.” Ama Klipa günahıyla ilgili onu uyardığında, kişi tövbe edemez. Onun yerine çaresizliğe düşer ve Yaradan çalışmasından tamamen ayrılır.
Öyle anlaşılıyor ki, kişi sağ çizgide yürüdüğünde, Gerar’ın çobanlarının Klipa’sının düşüncelerine kulak vermemelidir, tıpkı atalarımızın Davut’un söylediğiyle ilgili söylediği gibi, “Şafak beni uyandırmaz.” Ancak akabinde kişi “Ben şafağı uyandırırım” denen .sol çizgiye dönmelidir.
Bu demektir ki, kişi şafağı uyandırır. Bu, kişi karanlığı uyandırma arzusunun özel bir hazırlığı içinde demektir. Yani Klipa onu hatalı olduğuyla ilgili olarak uyandırdığında, karanlığın düşüncelerini değil, sol çizgiyi çağırmaktadır. Öyle görünüyor ki, kişi solu çağırır, eylemlerini nasıl ıslah edeceğini- form eşitliğinden uzaklığını ve acı ve ızdırap ölçüsünü görmek- inceleyip, durumunun bayağılığını hisseder. Görür ki bazen Yaradan’la Dvekut’tan uzak olduğuna aldırmıyor. Bu içinde bulunduğu sürgünden onu çıkarması için Yaradan’a yakardığı zamandır.
Burada da iki şeyin farkına varmalıyız:
1) Kişi, sürgünde olduğunu hissetmez. Diğer bir deyişle kendini-sevmekten kaçma arzusu yoktur. Aksine, Zohar’ın Hav, Hav (“ver-ver”, aynı zamanda köpek havlama sesi) dediği aşamadadır, şu sözlere atıfta bulunarak “Sülüğün köpek gibi havlayan iki kızı var.” Şöyle yorumlar, “Bize bu dünyanın ve gelecek dünyanın zenginliğini Hav (ver).”
Bu demektir ki onlar Tora ve Mitzvot’u, her şeyi kendileri için almak amacıyla yerine getirirler. Bu, sürgünü hissetmemeleri olarak kabul edilir, bu nedenle sürgünden kurtulmak istemezler.
Kişi, tüm bunları sol çizgiye girdiği zaman hisseder. Fakat sağ çizgide yürüdüğünde çalışmasının tam olup olmadığını incelemez. Onun yerine tutunduğu şey için Yaradan’a şükreder.
Bu koşula “gizlilik içinde gizlilik” denir, şöyle yazıldığı gibi (Deuteronomy 31:18), “Ve kesinlikle o gün Yüzümü saklayacağım.” Bunu şöyle yorumlamalıyız, kişi gizlilik içindeyken sürgünde olduğunu hissetmez. Peki, sürgün nedir? Şöyle yazıldığı gibi: “Günahlarımız yüzünden topraklarımızdan sürüldük ve uzak diyarlara gönderildik.”
Şöyle yazılmıştır: “Günahlarımız yüzünden.” Günah, kendisi için almakla ilgilidir. Bu bizi “topraklarımızdan” ayıran şeydir. Bilinir ki, “arzu” ve “toprak”, Malhut (krallık) yani cennet krallığı olarak adlandırılır. Cennet krallığı demek kişi cennete yani Yaradan’a kölelik yapmayı üzerine alır demektir, şöyle yazıldığı gibi, “Gözlerini yukarıya kaldır ve bak: tüm bunları kim yarattı?”
“Topraklarımızdan sürüldük” yani “cennet krallığı” denilen topraklarımızdan, hizmet etmekten ve cennetin görkemi için çabalamaktan sürüldük; bu arzudan sürüldük, denmesinin anlamı budur. Peki, hangi arzuyu edindik? “Almak için almak” denilen “dünyanın ulusları” arzusunu edindik.
Şöyle yazılmıştır: “(Biz), topraklarımızdan uzaklara gönderildik.” Adamah (toprak) kelimesi, form eşitliği olan Adameh la Elyon (En Yüce gibi olacağım) kelimesinden gelir. Kendi alma arzumuza bağlı olduğumuzdan, üst güçle form eşitliğinden, topraklarımızdan uzak düştük. Kişi sürgünü hissetmediğinde, gizlilik altında olduğunu bilmediğinde, “gizlilik” denilen sürgün ondan gizlidir. Bu nedenle gizlilik içinde gizlilik denilen koşuldadır.
Ancak, gizlilik içinde gizlilik aynı zamanda belli bir ifşanın ölçüsü anlamına da gelir. Gerçekte gizlilik içinde gizlilik vardır fakat şunu sormalıyız, “Gizlilik içinde olduğunun farkındalığı nereden gelir?” Bu farkındalığın ya direkt olarak ya da bir aracı vasıtasıyla Yaradan’dan geldiğini söylemeliyiz.
Bu bağlamda şu ayeti yorumlamalıyız, “Işığın yapıcısı ve karanlığın yaratıcısı.” Bu karanlık, kişinin gizlilik içinde olduğu hissini ifade eder, kişi, Yaradan’ın ondan gizli olduğunu hissetmez ve O’nun nerede olduğunu arama arzusu yoktur ki böylece orada O’nun önünde teslim olsun ve O’na hizmet etmenin büyük ödülünü alsın.
Aynı zamanda Tora’nın Yaradan’ın kıyafetlenmesi olduğu konusundaki gizliliği de hissetmez ya da bundan pişman olmaz. Onun yerine, tamamen farklı bir dünyadadır yani bir Yaradan olduğu ve Yaradan’ın yarattıklarına haz ve mutluluk vermek istemesi gerçeği onu pek ilgilendirmez. “Gizlilik içinde gizlilik” denilen bu hisse, “karanlık” denir ve bu karanlığı Yaradan yaratır ve ona verir.
Fakat kişinin kendindeki negatifliği genellikle göremediğini görüyoruz. Dindar olsun ya da olmasın her zaman iyi olduğunu düşünür. Şöyle yazdığı gibi: “Rüşvet görenleri körleştirir.” Kişi kendine yakın olduğundan, gerçeği asla göremez. Bu nedenle iyi olmadığını gören kişi, üstten uyarıldığını söylemelidir.
2) Tek gizlilik içindedir. Diğer bir deyişle gizlilik altında olduğunu hisseder. Bu demektir ki, Yaradan’dan uzak olmak yani Yaradan’ın ondan gizli olması ona acı verir ve Yaradan’ı O’nun önünde kendini iptal etmek isteyecek kadar hissetmez. Yine de uzak olması ona acı verir. Bu aşamada Dvekut ve form eşitliği” denilen O’na yaklaşabilmesini sağlaması için Yaradan’ın kendisine yardım etmesinden başka bir yol yoktur.
“Sol çizgi” denilen yaptığı tüm bu çalışma belli bir zamanda olmalıdır. Öyle ki özellikle o gün sağ çizgide yürüdükten sonra olmalıdır, küçük bile olsa O’na hizmet etmesini sağladığı için Yaradan’a şükreder ve bundan mutlu olur. Yukarıda söylediğimiz gibi, bu gerçeğin yoludur.
Sonrasında, uzun değil kısa bir süre için sol çizgiye geçebilir. Öyle ki, Tora ve duaya bağlanırken sol çizgiye gitmemeye, özellikle sağda kalmaya dikkat etmelidir çünkü buna “kutsanmış olan, kutsanmışa tutunur” denir.
Bu kişinin, bir üst dereceyle ödüllendirildiği zamandır, şöyle yazıldığı gibi, “Kutsallık sadece neşede mevcuttur.” Fakat kişi, eleştirme zamanı olan sol çizgide olduğunda, orası sadece yanlışlarını gördüğü yerdir. Fakat sol çalışması ona dua etme ihtiyacı vermelidir. Dua özellikle bir eksikliğin olduğu yerle ilgilidir ve bu yere “lanetli” denir. Fakat sonra “Lanetli olanlar kutsanmışa bağlanamaz.” Bu sebeple, üst dereceye yükselmek mümkün değildir. Tersine sağ çizgi yükseliş yeridir çünkü o zaman kişi, bütünlük durumundadır.