e-posta ile Paylaş

GÖNDER

Kabala İlmi, dünyadaki tüm ilimleri kapsar.
Baal HaSulam “Özgürlük”
“Bu ilim, gizliliğin sonunda çocuklara bile ifşa olacaktır.”
Baal HaSulam “Kabala Öğretisi ve Özü”
Son neslin günleri yaklaştığında, çocuklar bile, kurtuluşu ve sonu bilip, bu ilmin sırlarını bulacaklardır.
Sulam’ın Önsözü ile Zohar Kitabı
“Ben’i arayanlar, Ben’i bulacaklar” ve yazdığı gibi , “Aradım ve bulamadım, buna inanmayın.”
Baal HaSulam “On Sefirot Çalışmasına Giriş”
MENÜ

KABALA KÜTÜPHANESİ

Mantık Ötesine Dair

Makale No. 21, 1986

Mantık ötesiyle ilgili olarak, bu aracı, hem dostlar arasında hem de birey ve Yaradan arasında kullanmalıyız. Ancak, aralarında bir fark vardır. Bu yöntem, birey ve Yaradan arasında sonsuza kadar kalmalıdır. Diğer bir deyişle, kişi asla “mantık ötesi inanç” olarak adlandırılan bu yöntemi hafife almamalıdır. Ama dostlar arasında, eğer kişi dostunun erdemini mantık dâhilinde görebilirse, bu çok daha iyidir.

Ve yine de bedenin doğası tam tersidir, dostunun erdemini değil, daima hatalarını görür. Bu nedenle atalarımız şöyle der: “Her insanı olumlu şekilde yargıla.” Diğer bir deyişle, mantık dahilinde dostunun hatalı olduğunu görsen bile, yine de onu olumlu olarak yargılamaya çalışmalısın. Ve bu ancak mantık ötesi olabilir. Öyle ki kişi mantığıyla dostunu haklı çıkaramasa da onu her şeye rağmen mantık ötesi olarak haklı görebilir.

Ancak, dostunu mantık dahilinde haklı görürse, bu kesinlikle daha iyidir. Örneğin kişi dostlarının kendisinden daha yüksek bir seviyede olduğunu görürse, dostlarıyla karşılaştırıldığında kendisinin ne kadar aşağıda olduğunu mantık dahilinde görürse, tüm dostlarının derse gelme zamanına uyduğunu, dostlar arasında olan her şeye daha fazla ilgi gösterdiklerini, her şekilde herkese edebildikleri kadar yardım ettiklerini ve çalışmada hocalarından öğrendikleri her tavsiyeyi derhal hayata geçirdiklerini görürse, bu onu kesinlikle etkiler ve hem şafaktan önce uyanması, hem de uyanması gerektiğinde tembelliğinin üstesinden gelebilmesi için ona güç verir.

Ayrıca ders sırasında beden derslerle daha ilgilidir, zira aksi taktirde dostlarının gerisinde kalır. Ayrıca Keduşa (kutsallık) ile ilgili her şeyi çok daha ciddiye almalıdır çünkü beden aşağıda olma durumuna tahammül edemez. Dahası, dostlarına baktığında, mantık dahilinde, hepsinin Yaradan için çalıştığını görür ve o zaman kendi bedeni de bu çalışmaya izin verir.

Bedenin kişiyi ihsan etmek için yönlendirmek istemesinin sebebi, daha önce belirttiğimiz gibi, aşağıda olmaya tahammülsüz olmasıdır. Gururdan dolayı kişi dostunun ondan daha yüce olduğu bir durumu kabullenmeye isteksizdir. Bu nedenle, dostlarının ondan daha yüksek seviyede olduğunu gördüğünde, bu onun her koşulda yükselmesine sebep olur.

Atalarımızın şöyle söylemesinin anlamı budur, “Karşılıklı kıskançlık, ilmi yükseltir.” Diğer bir deyişle, dostlar toplumu hem düşüncede hem de eylemde yüksek bir seviyede gördüklerinde, her birinin, kendi bedeninin nitelikleri aracılığıyla, sahip olduğu seviyeden daha yüksek bir seviyeye yükselmek zorunda kalması doğaldır.

Bu, kişinin doğası gereği büyük arzular için bir özlemi olmadığı, onur onu yoğun bir biçimde cezbetmediği halde yine de kıskançlık sayesinde, doğasında olmayan güçleri elde edebileceği anlamına gelir. İçindeki kıskançlık niteliğinin gücü, onda, toplumda var olan yeni güçleri yaratır. Ve bunlar vasıtasıyla, yeni nitelikler, yani atalarından ona geçmeyen güçleri edinir. Bu şekilde toplumun onun içinde yarattığı yeni niteliklere sahip olur.

Kişinin ebeveynlerinden miras aldığı niteliklere ve toplumdan elde ettiği yeni niteliklere sahip olduğu ortaya çıkıyor. Ve bu ancak toplumla bağ kurarak ve dostlarının ondan daha iyi niteliklere sahip olduğunu gördüğünde, onlara karşı hissettiği kıskançlıkla gelir. Bu durum, sahip olmadığı ve kıskandığı iyi nitelikleri edinmesi için onu motive eder.

Dolayısıyla, kişi topluma imrenerek ve onların kendisinden daha yüksek bir derecede olduklarını görerek benimsediği yeni nitelikler edinir. O anda bir topluma sahip olmadığı zamanlardan daha yüce olabilmesinin sebebi budur, zira toplum aracılığıyla yeni güçler edinmiştir.

Ancak bu, dostlarının ondan daha yüksek derecede olduğunu gerçekten gördüğünde söylenebilir. Ama aynı zamanda kötü eğilim ona toplumun alçaklığını gösterip, şöyle düşünmesine neden olur, “Aksine, bağlanmak istediğin topluluk sana uygun değil. Onların dereceleri senden düşük. Dolayısıyla böyle bir topluluktan yalnızca hiçbir şey elde etmemekle kalmayacaksın çünkü sahip olduğun doğuştan gelen en küçük güçlerin bile onlarınkinden daha büyük.”

“Bu yüzden aslında onlardan uzak durmalısın. Eğer onlarla gerçekten bağ kurmak istersen en azından hepsinin sana itaat ettiğini yani, bir araya geldiklerinde nasıl oturulacağı, nasıl çalışılacağı ve nasıl dua edileceğine dair toplumun nasıl davranması gerektiğiyle ilgili senin anlayışını takip ettiklerini gör. Başka bir deyişle, hepsi ciddi mi yoksa Tanrı korusun gülüp, dünyasal meseleleri, nasıl para kazandıklarını, mutlu oldukları bir işte çalışıp çalışmadıklarını, zorluk çıkaran patronlarını ya da basit bir insan oldukları için iş arkadaşları tarafından alaya alınmalarını mı konuşuyorlar.”

Bütün bu meseleler önemsizdir ve sadece dünyasal meseleler olduklarından bunları düşünmek boşa vakit kaybıdır. Diğer yandan kişi Yaradan’ın gerçek hizmetkârı olmak olan yüce bir amaç için İsrail meclisinde yer almak ister.

Maddesellikle ile ilgili şeyleri unutmak istediğinde -aslında maddesellik onu derinden etkilediğinde, ondan kurtulmak ve unutmak ister- dostlar bir araya gelir ve dostlarının maddeselliklerini tartışmaya başlarlar. Kişi, o an maneviyatı istediğinden dostunun maddeselliğiyle ilgilenmez, “Öyleyse dostlar şimdi artık beni hiç ilgilendirmeyen saçma şeylerle neden kafamı karıştırıyor? Dostların maddeselliği hakkında düşünmeye zaman ayırmak için mi kendi maddeselliğimi unutmak istiyorum, bu olabilir mi? Nitekim beden ona şöyle der: “Sen beni dinlesen ve onlardan uzak dursan iyi olur. Kesinlikle daha başarılı olursun. Neden böyle saçmalıklarla kafanı karıştırıyorsun?”

Dolayısıyla, beden dostların değersizliğini ona gösterdiğinde, erdemli olanın itirazları ile geldiğinde bedene ne cevap verebilir? Diğer bir deyişle, beden ona toplumdan uzak durmasını tavsiye etmez çünkü beden onun kötü olduğunu öne sürer. Daha ziyade, beden ona şöyle der: “Toplumdan uzak durarak, erdemli olur ve sadece kendi maneviyatını ve gerektiğinde de maddeselliğini düşünürsün.”

Dolayısıyla eğer kişi toplum olmadan ilerlemenin ve Yaradan sevgisini edinmenin imkânsız olduğuna inanırsa ki bu kendini-sevmekten çıkmanın ve Yaradan sevgisine girmenin atlama tahtasıdır, mantık ötesi gitmekten başka çaresi yoktur. Kişi, bedenine şöyle söylemelidir, “Benim bedenim olarak, onların gerçek anlamda Yaradan sevgisini senin gibi edinme özlemi içerisinde olmadıklarını gördüğün ve Yaradan’ın hizmetkârı olmayı arzuladığın için, senin diğer tüm dostların bedeninden daha kutsal olduğunu görüyorum.

“Dostlarımı terk etmemi tavsiye ediyorsun çünkü onların bedeni bayağılıklarını açığa çıkarıyor ve ayrıca seçkin niteliklere sahip olduklarını düşünüp, başkalarının saygısını kazanmak adına normalde içlerindeki kötülüğü sakladıklarından, bu yanlış nitelikleri perdeleme güçleri de yok. Fakat kötülükleri o kadar büyüktür ki, kötülüğün üstesinden gelemez ve diğerlerinin onu görmemesi için saklarlar. Bu nedenle benim açımdan, kesinlikle alçaktırlar.

“Ancak, tüm iyi niteliklerime rağmen bir toplum olmadan hiçbir şey elde edemem. Bu nedenle mantık ötesi, atalarımızın söylediklerini (Avot, bölüm 4) yerine getireceğim, ‘Çok ama çok alçakgönüllü ol.’ Diğer bir deyişle, mantık ötesi gitmeli ve onların benden daha yüksek derecede olduklarına inanmalıyım. Ve o zaman, inancım ölçüsünde, toplumdan güç, cesaret ve onların bana verebileceklerini alabilirim.”

Öyle görünüyor ki, dost sevgisini mantık ötesi kabul etme sebebi, gereklilikten, başka seçenek olmadığı içindir, oysa kişi, mantık dahilinde haklı olduğunu görür.

Ancak, özelikle burada yani dostlarla ilgili olarak, mantık dahilinde olma derecesi, mantık ötesi olma derecesinden daha önemlidir. Bu böyledir çünkü gerçekte kişi, kendini Yaradan’la Dvekut’a (bütünleşme) yaklaştırmayı istediğinde, sadece ihsan etmek için yapmak istediği çalışma vasıtasıyla, içinde kötülük görünmeye başlar. Ve kötülüğün farkındalığı meselesi, entelektüel bir mesele değildir. Daha ziyade kalpteki bir histir.

Bu demektir ki kişi kendini tüm dünyadan daha aşağıda ve daha kötü hissetmelidir. Eğer bu hisse gelmez ve ondan daha kötülerin olduğunu düşünürse, o zaman muhtemelen kötülüğün farkındalığına gelmemiştir. Diğer bir deyişle kötülük halen kalbinde gizlidir ve henüz ifşa olmamıştır.

Bu böyledir çünkü kişinin, kötülüğü yalnızca biraz iyiliğe sahip olduğu zaman görmesi mümkündür. Örneğin, eğer karanlıksa evdeki kiri fark etmek mümkün değildir. Ama ışık açıldığında oradaki kiri görebilirsin.

Ayrıca, eğer kişi, iyi eylemler yerine getirmez, Tora’ya ve duaya bağlanmaz ve Yaradan’a yaklaşmayı istemezse, kalbini aydınlatacak ve kalbindeki kötülüğü görmesini sağlayacak ışığa sahip olamaz. Kalbinde tüm dostlarından daha fazla kötülüğü taşıdığını görememesinin nedeni, daha çok iyiliğe ihtiyacı olduğundandır. Bu sebeple dostlarından daha erdemli olduğunu düşünür.

Görünen o ki, dostlarının kendisinden daha kötü olduğunu görmesi, onun için parlayacak ve böylece içindeki kötülüğü göreceği ışığın eksikliğinden gelir. Dolayısıyla insandaki bütün kötülük meselesi, kötülüğü bulmakta değildir, zira herkes ‘almak için almak arzusu’ olarak adlandırılan bu kötülüğe, kendini-sevmeye sahiptir. Önemli olan kötülüğün tamamen açığa çıkmasıdır. Diğer bir deyişle, kişi alma arzusunu hoşnut ettiğinde kendine bir zarar geleceğini düşünmediğinden, herkes kendini-sevmenin kötü ve zararlı olduğunu görmez ve hissetmez.

Oysa gerçeğin yolunda kutsal çalışmayı yapmaya başladığında yani tüm eylemleri Yaradan için olsun diye Yaradan’la Dvekut (bütünleşme) arzusu taşıdığında, bununla her seferinde onun için parlayan ışığı daha çok alır ve o zaman kendini-sevmeyi kötü bir şey olarak hissetmeye başlar.

Bu aşamalı bir süreçtir. Her seferinde Yaradan’la Dvekut elde etmekten onu neyin alıkoyduğunu, Kral Süleyman’ın kötü eğilimi “düşman” olarak adlandırması gibi, alma arzusunun onun nasıl gerçek düşmanı olduğunu daha net görmeye başlar. Bununla ilgili şöyle yazılmıştır: “Eğer düşmanın açsa, onu ekmekle besle, çünkü onun başının üstüne yanan kömür yığacaksın.”

Dolayısıyla, kişi başkalarından daha kötü olduğunu hissetmelidir çünkü bu gerçekten de doğrudur. Ve ayrıca atalarımızın şu sözlerini iyi anlamalıyız, “Zıtların kıskançlığı, bilgeliği arttırır.” Bu kesinlikle mantık dahilindedir. Fakat mantık ötesinde, dostun erdemi, dostunu kıskandığını söylemeye yetecek kadar açık değildir ki böylece kıskançlık nedeniyle dostu onu zorladığı için onun çalışmasına ve çaba göstermesine sebep olsun.

Baal HaSulam Kabalist Yohanan’ın şu ifadesini yorumlamıştır, “Yaradan erdemlilerin çok az olduğunu gördü. Durdu ve her bir nesle onlardan ekti,” şöyle söylendiği gibi, “Yeryüzünün temelleri Efendi’nin olduğu için, O dünyayı onların üzerinde kurdu.” Raşi şöyle yorumlar: “Onları nesillere yaydı,” bir temel, devamlılık ve dünyanın var olması için bir dayanak olmaları için (Yoma 78b). “Az” demek, onlar gittikçe azalıyor demektir. Öyleyse O ne yaptı? “Durdu ve her bir nesle onlardan ekti.” Bu şekilde onları her bir nesle ekerek, onları çoğalttı.

Eğer O, her nesle erdemlileri ekerse, nasıl çoğalacaklarını anlamalıyız. Tek bir nesilde erdemli olmakla, tüm nesillere yayılmış bir erdemli olmak arasındaki farkı anlamalıyız, tıpkı Raşi’nin yorumundaki, nesillere yaymakla erdemlilerin artacağı ifadesinden anlaşıldığı gibi.

Baal HaSulam şöyle der: “Her nesil erdemlilere sahip olduğunda, Yaradan’la Dvekut’u elde etmek için doğuştan gelen niteliklere sahip olmayanlar için bir yer açılmış olur. Bununla birlikte, her nesilde var olan erdemlilere bağlanmak ve onlarla bütünleşmek aracılığıyla onların eylemlerinden öğrenecekler ve her nesildeki erdemliler aracılığıyla yeni nitelikler edinilebileceklerdir. Bu yüzden, böylece erdemliler artsın diye erdemlileri her nesle yaydı.’’

Ve söylendiği gibi, Yaradan’la Dvekut’a ulaşmak için yeterli olacak yeni nitelikler, dostların bütünleşmesiyle elde edilir. Ve tüm bunlar kişi dostlarının erdemlerini gördüğünde söylenebilir. O zaman onların eylemlerinden öğrenmesi gerektiğini söylemek uygun olacaktır. Fakat kişi kendinin onlardan daha nitelikli olduğunu gördüğünde, dostlarından alacağı bir şey yoktur.

Bu sebeple derler ki, kötü eğilim gelip kişiye dostlarının değersizliğini gösterdiğinde, kişi, mantık ötesi gitmelidir. Fakat mantık dahilinde, dostlarının ondan daha yüksek derecede olduğunu görebilirse bu kesinlikle daha iyi ve başarılı olur. Bununla Kabalist Elimeleh’in bizim için yazdığı şu duayı anlayabiliriz, “Bırak kalbimiz dostların yanlışlarını değil, erdemlerini görsün.”

Ancak birey ve Yaradan arasındaki ilişki, tamamen başka bir konudur. Diğer bir deyişle, mantık ötesi daha iyidir. Bu şu demektir, eğer kişi mantık ötesi inancı üzerine alırsa, çalışması doğru yönde olacaktır. Kişinin aklı bunu başka şekilde kavrasa bile, mantık dahilinde bu böyle değildir. Diğer bir deyişle, her insan bilir ve anlar ki, inanmasa bile, O’nun İlahi Takdiri tüm dünya üzerine yani tüm yaratılanlara ifşa olsaydı, tüm dünya kesinlikle Tora ve Mitzvot ile ilgilenir, inançsız insanlara yer kalmazdı. Tam tersine herkes titizlikle çalışırdı.

Ancak, O’nun İlahi takdiri, aşağıdakilere aşikâr değildir. Bunun yerine inanmaları gereklidir. Oysa, Yaradan her şeyi kendi gözlerimize göre görmemiz için bize akıl ve mantık verdiğinden, inanmak zor bir şeydir. İnsan ilişkileri ile ilgili olan her şeyi kendi muhakememize göre değerlendiririz, aklımızın dışında bize farkındalık verecek başka bir şey yoktur, atalarımızın dediği gibi (Baba Batra 131), “Hâkim yalnızca gözlerinin gördüğüne sahiptir.” Dolayısıyla bizler tüm meselelerimizi mantık ötesinde değil, mantık dahilinde değerlendiririz.

Ve bu sebeple, kişi Yaradan çalışmasına başladığında ve mantık ötesi inancı üstlenmesi gerektiği söylendiğinde, şöyle düşünmeye başlar: “Fakat görüyorum ki, Yaradan her şeyi aklımıza göre yani zihnimizin algıladığı şekilde anlamamız için bize mantık verdi. Öyleyse akla karşı olan bir şeyi üzerime nasıl alabilirim?” Bedenin kutsallık çalışmasını mantık ötesinde yapmanın kendi çıkarlarına uygun olduğunu anlayabilmesi çok zordur.

Mantık ötesi hem akıl hem kalp için geçerlidir. Herkesin mantık ötesi dediğimiz ihsan etme formundaki kutsallık çalışmasına girememesinin sebebi budur. Dolayısıyla, Yaradan’ın çalışmasını, dünyanın geri kalanına öğretmeye çalışırken, düzen şöyledir, Maimonides’in söylediği gibi, bilgi kazanıp, ilmi edinene kadar Lo Lişma’da (O’nun adına değil) başlanır ve “Yaradan için çalışmak” denilen ihsan etme çalışmasının özü daha sonra öğretilir.

Ancak, mantık ötesinin neden daha iyi olduğunu anlamalıyız. Tersi daha anlamlı gibi görünüyor, eğer Yaradan’a hizmet etmek, mantık dahilinde kıyafetlenseydi, daha çok insan gelir ve Yaradan’ın hizmetkarı olmak isterdi. Baal HaSulam bununla ilgili olarak, Yaradan Kendi çalışmasını mantık ötesi formunda verdiğinde, kişi bunun aşağı bir derece olduğunu düşünmemelidir, demiştir. Tam tersine, bunun çok yüksek bir derece olduğuna inanmalıyız, çünkü kişi sadece bu şekilde ihsan etmek için çalışabilme şansına sahip olabilir. Aksi takdirde, alma arzusuna düşmek zorunda kalırdı.

Dolayısıyla, çalışma mantık dahilinde olsaydı daha fazla insan hizmet edecek olsa da ihsan etmek için yapılan çalışmaya, Yaradan’la Dvekut’a asla ulaşamazlardı. Bu nedenle sayısal olarak bir artış söz konusu olsa da nitelik açısından Yaradan’ın yarattıklarına iyilik yapma arzusu nedeniyle onlara vermek istediği haz ve mutluluğu almak onlar için imkânsız olurdu.

Dolayısıyla yaratılanların alacakları haz ve memnuniyetin kusursuz olması yani utanç ekmeğinden kaçınmaları için üst bolluğun, form eşitliği olmadıkça parlamayacağı Tzimtzum (kısıtlama) ıslahı vardır. Bu, yaratılanların bolluğu ihsan etme kaplarında alması olarak kabul edilir. Ve yaratılanlarda ihsan etme kapları olmadığı zaman ‘ilim olmadan ölecekler’ olarak adlandırılan karanlıkta kalırlar

Ancak, bilmeliyiz ki, Lo Lişma’da da Tora’nın ışığı olmasına rağmen, atalarımızın dediği gibi, “Kişi Tora ve Mitzvot’a daima Lo Lişma’da bağlanmalıdır, içindeki ışık ıslah ettiğinden Lo Lişma’dan, Lişma’ya gelir,” kişi Lişma’ya daha sonra ulaşmalıdır. Diğer bir deyişle aklen ve kalben mantık ötesi çalışmaya gelmelidir.

Fakat insan ve dostu arasında, eğer kişi dost sevgisinde mantık dahilinde çalışıyorsa yani eğer dostlarını kutsallıkta kendinden daha yüksek derecede görmeye çalışıyorsa, bu kesinlikle daha iyidir. Diğer bir deyişle, eğer kişi, dostlarının Yaradan’la Dvekut’a kendinden daha yakın olduğunu mantık dahilinde görüyorsa, bu, mantık ötesi inanmak zorunda kalmasından kesinlikle daha iyidir.

Bu nedenle, aslında, dostlarından daha yüksek derecede olduğunu görür. Dostlarını mantık dahilinde daima aşağıda görür. Ancak, bu bir Mitzva (emir/iyi iş) olduğundan, bu durumun göründüğü gibi olmadığına inanması gerektiğini söylemek zorunda olduğuna mantık ötesi inanır. Ama eğer mantık dahilinde dostlarının kutsallık derecesinde olduğunu görebilirse, bu kesinlikle çok daha iyidir.

Benzer şekilde şu ayeti de (Samuel, 16:7) yorumlayabiliriz, “Ama Efendi, Samuel’e şöyle dedi, ‘Görünüşüne ya da boyuna posuna bakma, çünkü Ben onu reddettim; çünkü insanın gördüğü gibi değildir, zira insan gözlere, Efendi kalbe bakar.’”

Dolayısıyla, Yaradan’ın Samuel’i, Yişai’nin (Jesse) oğullarından birini kutsaması için gönderdiği zaman, Samuel’in gözleriyle gördüğüne inanarak Yişai’nin oğlu Eliav’ın Kral Saul’un yerine halkın kralı olmak için uygun olduğunu anladığını, fakat Yaradan’ın onun düşüncesine katılmadığını görüyoruz. Nihayetinde, sürüye çobanlık yapan Davut’u getirdiler ve Davut’un açık renk gözleri, kızıl saçlarıyla güzel bir görünümü vardı “Ve Efendi şöyle dedi, ‘Kalk, onu kutsa, çünkü bu odur.’”

Bu bize ne öğretir? Burada gördüğümüz iki şey vardır:

1) Samuel açısından baktığımızda, Eliav’ın erdemlerini -kendi aklına göre- İsrail’e kral olmaya uygun olduğunu anlıyor. Fakat Yaradan ona şöyle der: “Hayır, kendi mantığını kullanma,” çünkü Yaradan açısından mantık değersizdir. Yaradan bir kralı tahta çıkarmak istediğinden, buna “birey ve Yaradan arasında” denir ki burada mantığa yer yoktur, “Ne Benim düşüncelerim, senin düşüncelerindir, ne de Benim yolum, senin yolundur.” Burada Yaradan ona ne söyler? “İnsanın gördüğü gibi değildir, çünkü insan gözlere, Efendi kalbe bakar.”

Yukarıdakilere göre, “Çünkü insan gözlere bakar” ifadesinin, kişi ile dostu arasında iyi olduğunu söyleyebiliriz. Bu durumda kişinin mantık dahilinde hareket etmesi yani mantığının gördüğüyle uyum içinde olması iyidir.

Fakat “Ve Efendi kalbe bakar” ifadesinde bu böyle değildir. Diğer bir deyişle, Yaradan’la ilgili meseleler mantık ötesidir ve kişi kendi gözlerine göre değil, mantık ötesi olarak bakmalıdır. Bu nedenle burada iki muhakeme yapılmalıdır: 1) İnsan ve Yaradan arasında, mantık ötesi daha iyidir 2) kişi ve dostu arasında mantık dahilinde daha iyidir.

Bu sebeple kişiyle dostu arasında gözlerin gördüğünü izlemek iyi olduğundan, Yaradan ona şöyle der: “Görünüşüne bakma.” Eğer dostunun erdemlerini mantık dahilinde görürse, bu çok daha iyidir. Fakat burada onu kral olarak taçlandırmak söz konusu olduğu için, öyle değildir. Bu operasyon Bana aittir. Kral olarak onu Ben istiyorum. Buna “Yaradan ve birey arasında” denir. Özellikle bu yolla ihsan etmek için almak mümkün olduğundan, buradaki doğru çalışma, mantık ötesidir. Aksi taktirde kişi almak için almanın içine düşer ki bu ayrılığa ve Keduşa’dan (kutsallık) uzaklığa sebep olur.

Ancak, burada bir soru gündeme gelir, kişi mantık ötesi gitmeye karar verdikten sonra, bedenin sormaya başladığı soruları dikkate almaz. Kişi, mantık ötesi inanç ve ihsan etme yolunda çalışmaya başladığı, engellerin -bedenin dünyadan getirdiği sorular- üstesinden geldiği, gözlerini kapatıp akla ve kalbe ters olan hiçbir şeye bakmak istemediği ve sadece mantık ötesi gitmeye karar verdiği zaman, bu karardan sonra, bazen kişi aniden bedenin kabul etmek zorunda kaldığı büyük mazeretler getirir.

Böylece artık mantık dahilinde gittiğini görür. Fakat şimdi yukarıdan aldığı mazeretler yoluyla, kendisine ‘Şimdi mantık ötesi çalışabileceğim bir yerim olmadığı için ne yapabilirim? İhsan etmek için yaptığım her şeyin, nasıl olması gerektiğini şimdi anladım’ dediğini gördüğü zaman ne yapabilir?

Böylece kişinin Yaradan’a hizmet ile ilgili olarak onu mantık ötesinde çalışmaya zorlayan bir sorusu kalmamış olur. Fakat çalışma öncelikle mantık ötesi olduğundan, böyle bir durumda olduğunda ne yapmalıdır?

Baal HaSulam, şöyle demiştir, kişi yukarıdan bir parça ifşayla ödüllendirildiği ve Yaradan’ın hizmetkârı olmanın, her şeye bedel olduğunu hissettiğinde, bunu şu izler; bu zamana kadar mantık ötesi çalışmıştır: beden bu çalışmaya karşı çıkmış ve o sürekli olarak bunun üstesinden gelmeye çalışarak, Yaradan’ın ona güç vermesine ihtiyaç duymuştur. Fakat şimdi yapısını inşa etmek için temele sahip olduğunu hissettiğinden, artık Yaradan’ın yardımına ihtiyaç duymaz. Diğer bir deyişle, artık sırtını dayayacağı bir desteğe sahiptir.

Bu nedenle daha önce tutunduğu inancı şimdi lekeler zira artık şunu söyleyebilir, ‘Şükürler olsun Tanrım, bana yük olan, inancın yükünden kurtuldum.’ Şimdi artık mantık dahilinde bir temele sahibim çünkü bedenin Tora ve Mitzvot’u yerine getirmenin değerli olduğunu kabul etsin diye yukarıdan bir miktar uyanış aldım.” Anlaşılan o ki, bu şekilde inancını lekeliyor.

Bununla ilgili Baal HaSulam şöyle demiştir, kişi o zaman şunu söylemelidir, “Şimdi görüyorum ki gerçek yol mantık ötesi gitmektir. Ve bunun delili ise yukarıdan bir aydınlanmayla ödüllendirilmemdir, sadece bu sebepten mantık ötesi gitmeyi üzerime almalıyım. Bu sebeple Yaradan’ın, beni O’na biraz daha yaklaştırması ve yukarıdan bir miktar uyanış vermesiyle ödüllendirildim.”

Şimdi aldığı bu aydınlanma tüm sorularına cevap verir. Öyle görünüyor ki bu mantık ötesini doğruluyor. Bu nedenle, mantık ötesine devam etmek için ne yapmalıyım? Şimdi kişi, yalnız, bunu pekiştirmenin ve çalışmayı mantık ötesinde kıyafetlendirmenin yollarını aramaya başlamalıdır.

Öyle anlaşılıyor ki böylece yukarıdan bir aydınlanma ile ödüllendirilmeden önce bu yolda yürüdüğü için, inancını bozmaz, zira şimdi bile aydınlanmayı, çalışmasının yapısını oluşturacak bir temel olarak almaz. Tam tersine aydınlanmayı, doğru yönde gittiğinin ve mantık ötesi inançta olduğunun bir kanıtı olarak görür. Yaradan, sadece bu çalışma formunda kişiyi O’na yaklaştırır ve O’na yaklaşmayı çekmek için bir yer açar zira bu yakınlaşma, Yaradan kişinin yalnızca mantık ötesi gitmeye çalıştığını gördüğü için kişinin ‘mantık dahilinde’ olarak adlandırılan alma kaplarına düşmesine izin vermez.

Böylece yukarıda söylenenlerden, kişi ve Yaradan ile kişi ve dostu arasında fark olduğu anlaşılıyor. Kişi ve dostu arasında, eğer kişi, dostunun erdemini mantık dahilinde görüyorsa, bu iyidir. Fakat eğer mantık dahilinde dostunun sadece hatalarını görüyorsa, mantık ötesi gitmekten ve şunu söylemekten başka şansı yoktur, “Gördüğüm, duyduğum ve hissettiğim her şey yanlış ve doğru değil. Bağ kurmak için seçtiğim dostlarımla ilgili yanılıyor yani yanlış değerlendirme yapıyor olmam imkânsız.

“Yani benim sahip olmadıklarıma sahip olduklarından onların vasıtasıyla maneviyatta zenginleşeceğimi düşündüm. Bu yüzden, eğer onlarla bağ kurarsam, düşündüğümden daha yüksek derecelere ulaşabilirdim. Fakat şimdi görüyorum ki aslında tersini düşünmüşüm. Baal HaSulam’ın şunu söylediğini de duydum, kişinin kendini-sevmekten çıkmasına ve Yaradan’ın sevgisiyle ödüllendirilmesine yardım edecek olan tek şey, dost sevgisidir. Dolayısıyla, bana göre onlardan uzak durmak ve bağ kurmaktan kaçınmak daha iyi olsa da onlarla bağ kurmaktan başka çarem yok.

“Ancak başka çarem yok ve tüm dostlarımın yüksek bir derecede olduklarına fakat onların erdemini kendi gözlerimle göremediğime mantık ötesi olarak inanmak zorundayım.” Bu, kişinin neden mantık ötesi inanması gerektiğinin göstergesidir. Fakat kişi, dostlarının erdemini mantık dahilinde gördüğünde, dostlarından kesinlikle büyük faydalar elde edebilir. Fakat ne yapabilir? Başka seçeneği yok.

Ancak, kişi ve Yaradan arasında başka bir düzen vardır. Kişinin mantık ötesi gidebileceği bir yer olursa bu iyidir. Dolayısıyla, kişi mantık dahilinde desteklenip, yukarıdan gelen aydınlanma ile ödüllendirilmiş olduğunda, şunu söyleyebilir, “Şimdi görüyorum ki, Yaradan’ın hizmetkârı olmak çok değerli çünkü çalışmadan iyi bir tat alıyorum.”

Öyle görünüyor ki, bu hisleri -çalışmada anlam bulmak- Yahudiliğini inşa etmede bir temel, altyapı olarak görüyor. Ve şimdi Tora ve Mitzvot’u tutmanın ne kadar değerli olduğunu ve tüm temelin, bu koşulda inşa edildiğini kendi mantığı ile anlar. Bu demektir ki, çalışmada anlam bulduğu zaman Yaradan’ın sesine itaat etmelidir. Eğer çalışmada anlam bulamazsa, Yaradan’ın Mitzvot’unu yerine getiremez.

Bilinir ki, cennetin krallığını yüklenmek “Tüm kalbinle ve tüm ruhunla” olmalıdır. Diğer bir deyişle, Yaradan kişinin ruhunu ondan alsa, yani hiç yaşamı, Nefeş’i olmasa bile, Yaradan’ın hizmetkârı olmaya kendini adamış ve O’na “Eğer ihtiyacım olduğunu düşündüğüm yani eksiklik hissettiğim şeyle ilgili dileğimi yerine getirirsen, Sen’in hizmetkârın olacağıma söz veriyorum. Fakat ihtiyacım olduğunu düşündüğüm dileklerimi yerine getirmezsen, Musa aracılığıyla bana emrettiğin hiçbir şeyi üzerime almayacağım,” diyerek, koşul öne sürmemeye kararlıdır.

Ancak, kişi cennetin krallığının yükünü hiçbir koşul öne sürmeden hatta mantık ötesi kabullenmelidir. Dahası, şunu söylemelidir, “Mantık ötesi çalışmamızın sebebi, Yaradan bize bir gerekçe veremediği için değildir.” Tam tersine, hepsinin bizim yararımıza olduğuna inanmalıyız. Öyle anlaşılıyor ki, kişi ve Yaradan arasında mantık ötesini korumaya çalışmalı ve kişi, bir engel alırsa yukarıda bahsedildiği gibi davranmalıdır.

 

Telif Hakkı © 1996 - 2015 Bnei Baruh. Tüm hakları saklıdır.
Bu sitede sunulan tüm materyal, Bnei Baruh Kabala Eğitim ve Araştırma Enstitüsü tarafından dünyanın ıslahı ve hayatın iyileştirilmesi amacı ile sunulmaktadır.
Bu nedenle, içeriği değiştirilmediği ve kaynağına gönderme yapıldığı takdirde, tüm materyalin kullanımına ve dağıtımına izin verilmiştir.
19 - 0,077