Makale No. 27, Tav-Şin-Mem-Vav, 1985-86
Zohar, BeHukotay, 49. Maddede ‘Ve ben de günahlarınız için, size yedi kez azap vereceğim,’ dizesi hakkında şöyle yazılmıştır: “Gelin ve görün, Yaradan’ın İsrail’e olan yüce sevgisi, biricik oğlu huzurunda günah işleyen bir kralın sevgisi gibidir. Bir gün, o, kralın huzurunda günah işledi. Kral, ‘Bütün zaman boyunca hep sana hatırlatıyordum, ama sen duymadın. Bundan sonra sana neler yapacağım gör. Eğer seni ülkeden çıkarırsam, kırda bayırda ayılar sana hücum edebilir, vahşi kurtlar ya da katiller seni yeryüzünden silip, yok edebilir. Ne yapmalıyım? Bunun yerine, sen ve ben bu topraklardan çıkacağız.’ Böylece, ben de, yani sen ve ben, bu toprakları terk edeceğiz ve sürgüne gideceğiz. Yazıldığı gibi ‘Ve seni cezalandıracağım’, sürgüne gitmekle. Ve sen, seni terk ediyorum desen de, ben seninleyim.
İsrail halkının kendi ülkesinden, yabancı ülkelere çıkışını anlamalıyız ki buna ‘diğer milletlerin arasında sürgün’ olmak denir. Çalışmamızda bu ne anlama gelir? Yani, ‘ülke’ olarak kabul edilen ve ‘bu ülkeden çıkış’ olarak kabul edilen nedir? Ayrıca, günah işleyen birinin, diğer milletlerin arasına, sürgün edilerek cezalandırılması ne demektir? Bu, nasıl yardım eder ve çalışmaya nasıl bir fayda sağlar? Dünya milletlerinin egemenliği altında olmak için sürgüne gitmekteki ıslah nedir?
Şunu da anlamalıyız; Yaradan’ın da ülkeyi terk edip İsrail halkı ile sürgüne gittiği nasıl söylenebilir ki, zira ‘Tüm yeryüzü, O’nun ihtişamıyla doludur’ ve ‘O’nun Krallığı hepsine hükmeder,’ diye yazılmıştır. Klipot’u (kabuklar) bile muhafaza eder, peki öyleyse, O’nun sanki yeryüzünde değilmiş gibi, İsrail halkıyla birlikte sürgüne gittiği nasıl söylenebilir?
Yukarıda yazılanları, çalışmada anlamak için, öncelikle İsrail ülkesinin ne olduğunu, yabancı ülkelerin ne olduğunu ve neden kendi ülkesinden, yabancı ülkelere çıkmasının, diğer milletlerin arasında sürgün olmak diye kabul edildiğini bilmemiz gerekir. Sürgünün, günahların ıslahı olduğunu da anlamalıyız. Yani, sürgünden dolayı acı çekerek, sürgünün azabı, onları tövbeye getirecek ve daha sonra onları ülkeye geri getirmek mümkün olacaktır. Ancak yazılmıştır ki ‘Ve diğer milletlerle karıştılar ve onların işlerini öğrendiler,’ öyleyse hissettikleri sürgün azabı nedir, tövbe etmelerine ve ülkelerine geri dönmelerine ne sebep olabilir? Şöyle ki, İsrail ülkesinde iyi olan ve İsrail’in o kadar özlem duyduğu şey nedir acaba, bunu nasıl anlayabiliriz? Böylece bu ülke onu, memleket sevgisi yüzünden tövbe etmeye mecbur etsin.
Toprağa, Malhut, ‘Kutsal Şehina (Kutsallık) ve tüm ruhların dâhil olduğu ‘İsrail meclisi’ dendiği bilinmektedir. Bu onun, yarattıklarına iyilik yapmak olan yaratılış düşüncesindeki haz ve memnuniyeti alması gerektiği anlamına gelir, yani tüm ruhlar, haz ve memnuniyet alacaktır.
Akışın düzeni, Eyn Sof (sonsuzluk) dünyasından Tzimtzum (kısıtlama) dünyasına doğrudur ve sonra beş AK’ın Partzufim’inin kıyafetlendiği çizgiye doğrudur, daha sonra da Atzilut’un beş Partzufim’ine doğrudur. Bundan sonra, Malhut-de-Atzilut üç dünyayı, BYA’ı oluşturur. Sonra Adam Harişon yaratılır ve onun bedeninin dışsallığı var olan maddesel bedene benzer, Bina-de-Malhut-de-Assiya’dan yapılmıştır. On Sefirot’un Çalışması’nda (Bölüm 16) yazıldığı gibi, ‘Sonra BYA’dan NRN’ı ve daha sonra Atzilut’tan NRN’ı vardı.’
Bundan dolayı, Eretz’e (ülke/toprak) Malhut-de-Atzilut denir ve Atzilut dünyası hakkında şöyle yazılmıştır: ‘Kötülük, seninle barınmayacak,’ bunun anlamı şudur, orada hiçbir kötülük yoktur, kötü ve iyi anlayışı, yalnız BYA içinde vardır. Aksine, orada, O’nun ruhların ifşası için vermeyi tasarladığı haz ve memnuniyet vardır. ‘Başlangıçta Yaradan yarattı,’ dizesi ile ilgili bilgelerimizin söylediği gibi: ‘İsrail’den başka başlangıç yoktur, her şey İsrail içindir, yani İsrail’in ruhları içindir.’
Adam Harişon, bilgi ağacı günahını işledikten sonra, Atzilut’tan çıkarıldı ve BYA’ya indirildi. Sonra tövbe etmeye ve işlediği günahı düzeltmeye başladı. Böylece, Cennet Bahçesi’ne yani Atzilut’a tekrar girdi. Islah onun Cennet Bahçesi’nden çıkarılmasıydı, yazıldığı gibi (Yaratılış, 3:22), ‘Ve Efendi dedi ki ‘Ve şimdi, ellerini uzatıp, yaşam ağacından da alıp yiyebilir ve sonsuza dek yaşayabilir.’ Ve Efendi onu Cennet bahçesinden çıkardı, geldiği yere, toprağa indirdi.
Baal HaSulam, onun Cennet Bahçesi’nden çıkarılmasına neden olan korkuyu açıkladı, yazıldığı gibi: ‘Ve şimdi, ellerini uzatıp, yaşam ağacından da alıp yiyebilir ve sonsuza dek yaşayabilir.’ Ve o dedi ki, insan bilgi ağacı günahını işlediği için, eğer cezalandırılırsa, yani verilen ceza yüzünden acı çekerse, bu onun pişman olmasına ve bu kusurunu düzeltmesine neden olacaktır.
Ama eğer cezalandırılmaz ve işlediği günah yüzünden acı çekmezse, bunun için tövbe etmesi gerektiğini kesinlikle anlamayacaktır. Zohar’da yazıldığı gibi (‘Zohar Kitabına Giriş’, madde 192), ‘Rabbi Şimon gözyaşı döktü ve dedi ki, ‘Söylersem eyvahlar olsun, söylemezsem eyvahlar olsun! Eğer söylersem, günahkâr, efendisine nasıl hizmet edeceğini bilecek.’
Sulam’da (Zohar’a yorum) şöyle yorumluyor, ‘Bununla, inançsızlara zarar vermemek için sözlerini burada tam olarak ifşa edemeyeceğini ima ediyor. Çünkü burada, yaşam ağacına nasıl tutunulur, ölüm ağacına nasıl asla dokunulmaz, bunları ifşa etme noktasına gelmiştir ve ancak halen iyi ve kötü algısını ıslah etmiş olanlar buna layıktır. Ama henüz iyi ve kötü bilgi ağacı günahını ıslah etmemiş olan günahkârlar, bunu bilmemelidir, zira onlar bilgi ağacının günahını düzeltene kadar, öncelikle bütün çalışmalarında buna emek sarf etmelidirler. Bunu şu ayette de (Yaratılış 3) bulacaksınız, ‘Elini uzatıp, yaşam ağacından da alıp yiyerek, sonsuza kadar yaşamasın diye.’ Âdem, bilgi ağacı günahını işledikten sonra, hayat ağacına sarılır ve sonsuza kadar yaşar ve bilgi ağacında neden olduğu kusur, sonsuza kadar düzeltilmemiş olarak kalır korkusu yüzünden, Cennet Bahçesi’nden çıkarıldı.
Bundan dolayı, kişi ülkesinden, yani Cennet Krallığı’ndan çıkarıldığı zaman, Cennet Krallığı’ndan çıkarılmadan önce sahip olduğu maneviyatın önemini hissedemediğinden sürgüne gider. Yazıldığı gibi ‘Ve onlar, diğer milletlerle karıştılar ve onların işlerini öğrendiler,’ bu putlara kulluk edenlerin köleliği altına düşmek olarak kabul edilir. Yani, dünya milletlerinde olan tüm nefse düşkünlük, sürgündeki İsrail’i yönetir. O sırada, alışkanlık yüzünden sürdürdükleri dışında, maneviyatla hiçbir bağlantıları yoktur. Gözettikleri budur, ancak bunun ötesinde ıslah edecek bir şey olduğunun farkında değildirler.
Bunun ardından sürgünle ilgili iki şeyin farkına varmalıyız: 1) Onlar, diğer milletlerin yönetiminin altına sürgüne gönderildiler. Ülkelerinde, Cennet Krallığında iken sahip oldukları idrak ve anlayış, bütün gün kendi-sevgisinden nasıl çıkacakları ve Yaradan sevgisine nasıl ulaşacaklarını düşünmekti. Sürgüne gönderildiklerinde, bunu kişinin bireysel çalışmasında yorumlayabiliriz, bilindiği gibi genel ve özel aynıdır. Bunun anlamı, kişi ülkesindeyken günah işlerse, yani yukarıdan biraz aydınlanma alır ve bunu kendi menfaati için kullanırsa, der ki ‘Şimdi Tora ve Mitzvot’ta (emir) bazı lezzetlere sahip olduğuma göre, mantık ötesi inanca ihtiyacım yok.’ Buna ‘günah’ denir, çünkü mantık ötesi inancı lekelemiştir.
Bu nedenle, ülkesinden çıkarılır ve dünya milletlerinin arzuları ve nefse düşkün yönetimi altına düşer. Sürgünde olduğu zaman, derhal unutkanlığa yakalanır ve ‘Cennet Krallığı’ seviyesinde ülkesinde olduğunu ve yalnızca Yaradan’la Dvekut’u (tutunma) nasıl başaracağını düşündüğü zamanları hiç hatırlamaz. Bütün hayatı boyunca bu şekilde devam etmek ister, yani yalnızca kendi menfaati için bedenin talep ettiği ihtiyaçların karşılanmasını umursar ve başka hiçbir şeyi umursamaz.
Sonra, herkesin O’nunla farklı bir hesabı vardır, yani kişi yukarıda yargılandığında, herkesin, ne kadar süre yukarıdan bir uyandırılış alıp uyanana kadar sürgünde kalacağına dair kendi hesabı vardır. Ve yukarıdan bir uyandırılış alır, sürgünde olduğunu hissetmeye başlar ve yüksek bir çatıdan, derin bir çukura düştüğünü kendine hatırlatmaya başlar.
Yani, kendi ülkesindeyken bütün dünyaya gereksiz diye baktığını ve daima ‘Yaradan dünyada kötülüğü neden yarattı? Bu kötülük Yaradan’a ne gibi bir sevinç ve fayda getirebilir?’ diye düşündüğünü hatırlar. Bunun yerine şimdi kendine bakar, sürgündedir ve Yaradan’a ne verebilir ki yukarıya memnuniyet versin? İnsan seviyesinden hayvan seviyesine düşmenin acısını hissetmeye başlar, yani şimdi ülkesinden çıkarılmadan önce sahip olmadığı şiddetli hayvansal arzuları olduğunu görür.
Şimdi Yaradan’a, onu daha yakına getirmesi, ülkesine tekrar kabul etmesi, hayvansal arzularından kurtarması ve hayvanlar için olandan değil de insana uygun besinlerden, yani ihsan etmekten haz vermesi için yalvarmaya başlar. Bu bilgelerimizin söylediği (Pesahim, 118) gibi; ‘Yaradan, Adam Harişon’a dedi ki, ‘senin için dikenli bitkiler, devedikenleri yetişip büyüyecek’ ve Adam Harişon’un gözleri yaşardı. Ve dedi ki, ‘Ben eşeğim ile aynı yemlikten mi yiyeceğim?’ Yaradan ona ‘ekmeğini alnının teriyle yiyeceksin,’ dedikten sonra o hemen rahatladı.
Yaradan, ‘senin için dikenli bitkiler ve devedikenleri yetişip büyüyecek’ dediğinde, sanki ona bu bilgiyi vermiş gibidir. Yaradan bunu söylemeden önce, yalnız hayvanlar için besin olan dikenli bitkiler ve devedikenlerinin, onun tek besini olduğunu görmüyordu. Bunu şöyle yorumlayabiliriz; yukarıdan ona uyandırma geldi ve ona günah islemeden önce neye sahip olduğunu, hangi yüksek derecede olduğunu ve Cennet bahçesinden çıkışı ile bunların hepsini unutmuş olduğunu ona hatırlattı.
Bu Yaradan onunla konuşuyor diye kabul edilir, yani yukarıdan Yaradan’dan bir uyandırılış almıştır ve böylece neye sahip olmuş olduğunu hatırlar. O zaman, Cennet Bahçesi’nden çıkarılmış olmanın acısını hissetmeye ve bir hayvanla aynı derecede olduğu için ağlamaya başlar. Yani, onun gıdası yalnızca, ‘hayvan yemi’ denen, kendi-sevgisine uygun olan besindir. ‘Gözleri yaşardı. Ve dedi ki, ‘Ben eşeğim ile aynı yemlikten mi yiyeceğim?’’ sözlerinin anlamı şudur. Şöyle ki; yemesi, yani beslenmesi, hayvanınkine benzer, yani yanız kendi-sevgisine ilişkin meselelerden keyif alabilir.
Bununla beraber, ona ‘Ekmeğini alnının teriyle yiyeceksin’ dediğinde, hemen sakinleşti. Raşi ‘Alnının teriyle’ sözlerini, çok fazla emek sarf ettikten sonra, olarak yorumlar. ‘Emek sarf etmek’ sözlerinin anlamını yorumlamalıyız. Öğrendiğimize göre, kişi çoktan hayvanla aynı seviyede olduğu hissiyatına gelmişse, bu hissiyat ona acı verecek ölçüde olmalıdır ki böylece, bu aşağılık ve fakir durumu için gözyaşı döksün, bilgelerimizin söylediği gibi, ‘Gözleri yaşardı.’
Bundan dolayı, hayvana benzer olduğunu hissetmenin acısı, ona hayvan olarak kabul edilen, kendi-sevgisinden çıkmak için harcaması gereken büyük gücü verir ve insanın yiyeceğiyle ödüllendirilir. Yani, şimdi ihsan etme eylemlerinin tadını çıkarabilir.
Dolayısıyla yukarıdaki sürgünle ilgili, iki muhakeme yapmamız gerekiyor:
1) Sürgündedir, ancak sürgünde olduğunu bilmez. Ama olduğu haliyle mutludur. Bunun yerine, nicelik arar, yani daha fazla para, daha fazla saygı vs. Bir zamanlar Cennet Krallığı olan ve ‘ülke’ denen, insan derecesinde olduğunu çoktan unutmuştur. Beslenmesini değiştirmesi gerektiği aklına bile gelmez. Daha doğrusu, ‘hayvan yemi’ denen kendi-sevgisi kabı içinde aldığı besinin değiştirilmesi gerektiği, yani verme düşüncesi aklından bile geçmez.
Dolayısıyla, yalnızca kendi-sevgisi kabına gelenle beslenmesini sağlayan tedarik kaynağını değiştirmek istemez. Aksine, kendi-sevgisi kaplarına gelen meseleleri değiştirmek ister. Mesela dairesini değiştirmek ister, zira içinde yaşadığı daireden artık hoşlanmadığı için başka bir daire ister. Ayrıca mobilyaları değiştirir zira sahip olduklarından keyif alamıyordur. Yeni mobilyalara sahip olarak, alma arzusu, keyif alabileceği bir şeye sahip olacaktır.
2) Bununla beraber, tedarik kaynağını da değiştirmek istemez, yani besinim yalnız ihsan etmek kaplarına veren bir kaynaktan gelsin demez. Tanrı korusun, düşünmez, çünkü bilindiği üzere, alan, vererek nasıl besleneceğini anlayamaz. Veren için bu tam tersinedir. Aldığını gördüğü zaman, aşağılık bir şey yaptığını düşündüğü için kendinden utanç duyar. Fakat gerçekte, beslenme kaynağımızı değiştirmek zorundayız. Kendi-sevgisi kaplarını dolduran besin, Klipot’tan (kabuklar) gelir; ihsan etme kaplarına gelen besin ise Keduşa (kutsallık) dünyalarından gelir.
Bundan dolayı sürgünde, yukarıdaki iki izlenime göre soru şudur: ‘Kişinin, kendini sürgünde hissetmesine kim neden olur? Kişi bu yüzden acı çeker ve sürgünden çıkmak ister. Mısır sürgünü ile söylendiği gibi: ‘Ve İsrail’in çocukları, çabalayarak iç çektiler ve haykırdılar ve haykırışları, bu çabadan Tanrı’ya kadar yükseldi.’ Bu uyanışın onlara Yaradan’dan geldiğini söylemeliyiz, sürgünde, unutuş ve kayıtsızlık içinde kalmasınlar diye, Yaradan onlara uyanış gönderir.
Böylece onlar maneviyat hissederler, ama maneviyat aşağı bir durumdadır ve Şehina’nın sürgünde olması ve maneviyatın toz tadında olması gerçeği yüzünden kalpleri sızlar. Şöyle ki, ihsan etmek için çalışmak istediklerinde, bu çalışmanın kıymetini gerektiği gibi hissedemezler, bunun hayvanlara benzeyenlerinki gibi değil de insanların çalışması olduğunu bilemezler.
Ancak, mesele bunun tersidir: İnsan menfaati için çalıştığında, bu çalışmadan iyi bir tat alır. Fakat Yaradan için çalıştığında hiçbir tat almaz. Yani yaptığı aynı şeyden, eğer alma arzusunun bir şey elde edeceğini görürse, bu ödül çalışması boyunca ona parlar ve bu nedenle de iyi bir tat alır. Eğer çalışması sırasında niyetini değiştirirse ve bu işi ödül almak için yapmadığını söylerse derhal kendini güçsüz hisseder, hiçbir çaba gösteremez ve çalışması derhal yavaşlar.
Yukarıdakilere göre, sanki Yaradan gelip ona şöyle söyler; ‘İçinde bulunduğun aşağılık duruma bir bak. Tıpkı bir hayvan gibisin.’ Böylece kişi, insan olmaya dair hiçbir hissiyatının olmaması yüzünden ıstırap çekmeye başlar. Bu acı verir ve dünya uluslarının egemenliği altında, sürgünde olmanın ıstırabını ve acısını hisseder. Yani, şimdi yetmiş ulus için uygun olan kötü tutkulara sahip olduğunu hisseder.
Ancak bu, ona ifşa olmadan, kendi aşağılık durumunu hissetmeden önce, her şeyin iyi olduğu bir dünyada yaşıyordu, yani bu, onun, aşağılık bir durumda olmaktan dolayı yoksunluk duymasına sebep olmuyordu. Bunun aşağılık olduğunu hissetmiyordu, daha ziyade arzu ve emeli sadece ihtiras, hatırı sayılmak ve para olan diğer herkes gibi davranıyordu. Ama şimdi Yaradan bir insan gibi değil de, bir hayvan gibi olduğunu ve eğer sürgünden çıkabilirse mutlu olacağını, bu yüzden acı çektiğini ifşa etti.
Fakat kişi, sürgünde olduğu için, sürgünden çıkmanın bir yolunu göremediğini anlar. Ve bu azaplar onun istikrarsız olmasına sebep olmaktadır; yani, ne yapacağını bilememektedir. Bir yandan şimdi gerçeği hissettiğini, yani hangi tür insanlara ait olduğunu görür, zira hayvansal insanlar vardır ve insansal insanlar vardır. Ve daha açık olmak istersek, üç tür ayırt etmeliyiz: 1) Yahudilikle ilgisi olmayan insanlar, 2) Torah ve Mitzvot’la ödül kazanmak için uğraşan insanlar, 3) Ödül kazanmak için çalışmayan insanlar.
Böylece öte yandan, gerçeği, ne tür insanlarla birlikte olduğunu ve hangi dereceyi kazanmak için uğraşması gerektiğini gördüğü için şimdi çok mutlu olabilir. Ama aynı zamanda Yaradan’la Dvekut (tutunma) koşulundan ne kadar uzak olduğunu gördüğünden, acı ve ızdırap hisseder. Yani Yaradan için hiçbir şey yapamadığını ve yaptığı her şeyin, eylemleriyle ödül kazanmak istediği için olduğunu anlar, ancak tüm bunlardan, kendi başına çıkıp ihsan etmeye gelemeyeceğini görür.
Akabinde ikinci türe ait olduğu, ödül onu aydınlattığı için çalışmaya gücü olduğu ve zihninde Yaradan’a yakın olduğu duruma özlem duyar. Daima Yaradan’la konuşur ve çalışması için onu ödüllendirmesini isterdi. Tamamlanmış hissederdi ve Yaradan’ın emirlerini yerine getirdiğinden, ödülden emin olduğu için tek bir şeye bile ihtiyaç duymazdı. Ve Yaradan emirlerini yerine getirmeyi pek fazla insanın arzulamadığını kesinlikle görürdü, fakat o, O’nun emirlerini yerine getirmeye çalışır, böylece Yaradan ona kesinlikle iyilik yapacaktı ve bunun için ona büyük bir ödül verecekti.
Doğal olarak, böyle bir hesaplamadan sonra, kişi gökyüzünde, bulutların arasında, yükseklerde olduğunu ve tüm dünyaya baktığını hisseder, hiç şüphesiz dünya onların Tora’sı vasıtasıyla varlığını sürdürür, bilgelerimizin dedikleri gibi: ‘Dünya, Torah olmadan ayakta duramaz.’ (Midraş Tanhumay, Ki Tavo) Böylece, o, gerçekten de dünyadaki en mutlu insanların arasındaydı.
Fakat şimdi ikinci durumdan çıktı, Yaradan onun için gerçeği aydınlattı, Yaradan çalışması öncelikle Yaradan’ı memnun etmek, ihsan etmek içindir, kişinin kendi menfaati için değildir. Kişi, gerçekten ne kadar uzak olduğunu görür ve tam tersini hisseder. Şöyle ki; Lo Lişma yerine, Yaradan’la aramda iyi bir hissiyat var, yani mümkün olduğunca O’na itaat etmeye çalışıyorum, kendimi ‘Yaradan’ın hizmetkârı’ olarak görüyorum. Ve Yaradan’ın bize söz verdiği tüm ödüller, eminim ki benim için hazır, peki öyleyse başka neye ihtiyacım olsun ki?
İhsan etmek için ilerlemeye başladığımda bu daha da böyle olacak. Derhal yükselmiş olacağım. Ancak bu böyle olmaz. Aksine, şimdi Tanrı’ya şükür ki temel olanın Yaradan’ın lütfu için çalışmak olduğu, bundan mutlu olması gerektiği ve Yaradan’a yaklaşmasını sağlayan doğru yolda olduğu gerçeğini hissetmeye başlar. Bu yüzden daima kıvançlı olmalı ve demeli ki, ‘Şükürler olsun Tanrım, Yaradan’ın merhametinin üzerimde olduğunu ve çalışmamın boşa gitmesine izin vermediğini görüyorum. Aksine tüm çabam, şimdi ‘Yaradan’la Dvekut’ denen hedefi başarmak olacak.
Ancak durumunun bunun tam tersi olduğunu hisseder, yani ödül kazanmak için çalışırken, daha önce sahip olduğu sevinci taşımıyordur. Çünkü artık bedenin desteğinin olmadığını görür, bedenine şöyle der, ‘Bil ki bu günden sonra çalışmada sana hiçbir kazanç, fayda sağlamayacağım, şimdiden sonra kendi menfaatim için çalışmıyorum. Aksine, sadece Yaradan’a fayda sağlamak için çalışmak istiyorum.’ O zaman beden çalışmada ona güç vermeye razı olmaz. Bu nedenle şimdi aşağılık bir durumdadır.
Hâlbuki gerçek ona ifşa olmadan önce, daima yükseliyordu, her geçen gün başarısına eklediğini görüyordu ve ödül garanti edilmişti. Ancak şimdi, Yaradan’a onu sürgünden çıkarması için içten, hilesiz bir dua etmenin tam, gerçek zamanıdır, zira yukarıdan ifşa almadan önce, ‘almak için alma arzusu’ denen dünya uluslarının kontrolünde, sürgündeydi. O durumda, onu sürgünden çıkarmak için, Yaradan’ın doldurabileceği bir eksikliği yoktu. Bundan dolayı Yaradan, ona Kli (kap) yani eksiklik verdi ve sonra ışığı verdi, Kli ve ışık, her ikisi de yukarıdan geldi.
Bu şekilde, Kutsal Zohar’ın, günah işlediklerinde İsrail’e söyledikleri hakkındaki sorumuzu yorumlayabiliriz, ‘Yaradan dedi ki: ‘Ve seni cezalandıracağım’, sürgüne gitmekle. Ve sen, seni terk ediyorum desen de, ben seninleyim.’ Biz şunu sormuştuk; Yaradan’ın da ülkeyi terk edip İsrail halkı ile sürgüne gittiği nasıl söylenebilir ki? Zira ‘Tüm yeryüzü O’nun ihtişamıyla doludur.’ Şunu da sormuştuk; ‘Sürgüne gönderilmekle cezalandırılmak, bize ne sağlar, Zira Yaradan yaptığı her şeyi, yalnızca insanın iyiliği için yapar, öyleyse dünya uluslarının egemenliği altında sürgüne giderek insan ne kazanır?’
Yukarıda açıkladıklarımıza göre, ‘Tüm dünya O’nun ihtişamıyla doludur’ sözleri, Yaradan’ın bakış açısından dünyada bir değişiklik olmadığını bize öğretmeye başlar. Daha doğrusu, yazıldığı gibi, ‘Sen, dünya yaratılmadan öncesin ve Sen, dünya yaratıldıktan sonrasın’ Bu nedenle, bütün değişiklikler, alanların bakış açılarının niteliğine bağlıdır. Yani, ihsan etme çalışmalarını Yaradan’a atfettikleri ölçüde, Tzimtzum (kısıtlama) kaldırılır ve aşağıdakinden gizli olan ışık ifşa olur ve bu sayede aşağıda olanlar, haz ve memnuniyet alırlar.
Yaradan’ın İsrail toprağı olduğunu hissettiğimizde, bu, İsrail halkı ülkesindedir diye kabul edilir. Yani, İsrail halkı, İsrail topraklarında olduğu için, Yaradan, yarattıklarına kendini vermesi eylemi ile adlandırılır ki böylece buna uygun ve hazır olduklarında, O’nu tanırlar ve bilirler. Eğer günah işlerler ve lekelenirlerse, yani üstteki bolluğu alır ve bunu kendi-sevgisi olan Klipot’ta, kendi-sevgisine geçirirlerse, o zaman Yaradan İsrail topraklarından çıkarılmalıdır, yani Tzimtzum bir kez daha yükselir ve ışık terk eder.
Bu durum, Cennet Krallığı’nın yeri olan, Şehina denen toprakları terk etmek ve dünya uluslarının egemenliği altında sürgüne gitmek olarak kabul edilir.
Sürgüne gitmenin ıslahı 1) İlk olarak bolluğu bozmayacaklardır. 2) Sürgünde olmaları yüzünden, Yaradan onları terk etmez, yukarıda açıkladığımız gibi, bazen kişi sürgündedir ancak bunun sürgün olduğunu, yani bulunduğu bu koşuldan kaçması gerektiğini bilmez; bu yere ‘kendi-sevgisi’ denir. Tersine, dünya uluslarının ondan istediklerini karşılayamadığından acı çeker, zira onu kontrol ederler, yani kendi-sevgisi ile ilgili hiçbir şeyi tatmin edemez.
Bu yüzden Kutsal Zohar şöyle der, ‘Eğer seni ülkeden çıkarırsam, kırda bayırda ayılar sana hücum edebilir, vahşi kurtlar ya da katiller seni yeryüzünden silip, yok edebilir.’ Yani, onlar seni manevi dünyadan tamamen çıkaracak ve sen sadece ‘kendi-sevgisi’ denen, maddesel dünyada kalacaksın.
Bundan dolayı, sürgünde kaybolmamaları için, Yaradan da onlarla birlikte sürgüne gider. Şöyle ki, Yaradan, sürgün formunda onlara görünür. Yaradan yaptığı işe göre ‘ad’ alır. Şimdi onlara sürgünü verdiği için, yani kendilerini sürgünde hissettikleri için, bu, Yaradan da onlarla birlikte sürgünde diye kabul edilir. Onlara sürgünde oldukları hissini verir ki böylece sürgün sırasında topraklarından çıkarıldıklarını ve şimdi dünya uluslarının egemenliği altında olduklarını hissetmedikleri için tamamen kaybolmasınlar diye.
Şimdi sorduğumuzu anlayacağız, ‘Ülkeden atılmanın ıslahı nedir?’ 1) Elde ettikleri şeyleri ziyan etmeyeceklerdir. Bu Efendisini bilmek ve isyan etmeye niyetlenmek olarak kabul edilir. Bu, onun Efendisini bildiği ama yalnızca ihsan etme koşulunda olamadığı anlamına gelir. 2) Sürgünde kalarak yalnız ihsan etme koşulunda olmaları gerektiğini hissedecekler ve bu sayede Yaradan’la Dvekut’la ödüllendirileceklerdir. Böylece, sürgünde acı çekmeleri, onları ıslah edecektir. Sormuş olduğumuz, ‘Yaradan’ın sürgüne gitmesi ne anlama gelir?’ sorusunu şöyle açıklayabiliriz; Yaradan onlara sürgünün tadını vermekte olduğu için ve bu onların yararına olduğu için Yaradan da iyi ve hoş olan bu ülkeden çıkmıştır.