e-posta ile Paylaş

GÖNDER

Kabala İlmi, dünyadaki tüm ilimleri kapsar.
Baal HaSulam “Özgürlük”
“Bu ilim, gizliliğin sonunda çocuklara bile ifşa olacaktır.”
Baal HaSulam “Kabala Öğretisi ve Özü”
Son neslin günleri yaklaştığında, çocuklar bile, kurtuluşu ve sonu bilip, bu ilmin sırlarını bulacaklardır.
Sulam’ın Önsözü ile Zohar Kitabı
“Ben’i arayanlar, Ben’i bulacaklar” ve yazdığı gibi , “Aradım ve bulamadım, buna inanmayın.”
Baal HaSulam “On Sefirot Çalışmasına Giriş”
MENÜ

KABALA KÜTÜPHANESİ

Sevince Dair

Makale No. 19, Tav-Şin-Mem-Vav, 1985-86

Mişnah diyor ki (Taanit, 26) “Av’ın başlangıcından itibaren sevinci azaltıyoruz. Adar’ın başlangıcından itibaren ise sevinci artırıyoruz. Eğer o putperestlere danışıyorsa, Adar’da onu yargılayın.” Artan sevincin ve azalan sevincin anlamını anlamalıyız. Nihayetinde sevinç, sevince neden olan bir nedenin sonucudur ve biz sadece nedenleri azaltabilir veya artırabiliriz. Bu nedenle, hangi koşulun bizi sevinmeye getireceğini bilmeliyiz.

Sevgimizi arttırmamızı söyleyen bilgelerimiz, Keduşa’nın [kutsallık] sevincine atıfta bulunmuştur. Buna göre, bize bahsettikleri hangi koşulun bizi Keduşa’nın mutluluğuna getirdiğini değerlendirmeliyiz. Aynı zamanda şunu da anlamalıyız, “Eğer o putperestlere danışıyorsa, Adar’da onu yargılayın.” Ne de olsa İsrail topraklarındayız ve burada Yahudi olmayan tek bir kişi bile bulundurmayan birçok kasaba var. Ve kasabada Yahudi olmayan tek bir kişi bulsak bile, onunla ne görüşebiliriz ki?

Görünüşe göre, Adar’da putperestleri yargılamak, tesadüfi bir mesele değil, sürekli bir gelenektir. Yani, İsrail’in bir putperest ile müzakere ettiği nadir bir durum varsa, o gidecek ve Adar ayında yargılanacaktır. Bu nedenle, onların görüştükleri hangi putpereste atıfta bulunduklarını anlamalıyız.

Dualarımızda iki yol olduğunu görüyoruz: 1) şarkılar ve Yaradan’a övgüler 2) dualar ve ayinler. Ayrıca bu ikisinin de zıt olduğunu da görüyoruz. Bu, doğal olarak, birinin arkadaşından kendisine bir şey vermesini istediğinde, talebinin ölçüsü ona olan ihtiyacı ölçüsüne bağlıdır. Eğer arkadaşından rica ettiği şey kalbine dokunan ve onun için gerekli bir şey ise, bu ihtiyacı ölçüsünde, istediğini elde etmek için elinden gelen her şeyi yapmaya çalışır.

Buna göre, Yaratan’a dileklerini yerine getirmesi için dua ederken, kişi duasının kalbinin derinliklerinden geldiğini, yani eksiklik hissettiğini görmelidir. Hisleri kadar duası da daha içten olabilir. Böylece, duası yalnız sözden ibaret değil, kalbin derinliğinden olacaktır.

Onun eksikliğini hissetmek için gerçeği görmelidir, büyük bir eksikliğe sahip olduğunu ve Keduşa’nın meseleleriyle ilgili olarak boş bir Kli’ye [kap]  sahip olduğunu görmelidir. Kişi dünyadaki en kötü kişi olduğunu hissettiğinde, duasının dürüst olduğunu söyleyebilir, çünkü kendi eksikliğinin dünyadaki en büyük eksiklik olduğunu ve onun gibi başka kimse olmadığını hisseder.

Bunun tersi ise, dua etmekteki ikinci anlayıştır, yani ilahiler, şarkılar ve övgüler. Genellikle, birisinin bir diğerine duyduğu minnettarlığın, onun arkadaşından edindiği fayda kadar olduğunu görürüz. Örneğin, kişi bir başkasına ihtiyaç duyduğu küçük bir şeyi elde etmekte yardımcı olduğunda, minnettarlık da küçüktür.

Ancak, iş bulmanın zor olduğu bir zamanda kişi birisine iş verdiğinde, o kişinin aylarca işsiz olduğunu, bakkala borçlu ve bakkal sahibinin kendisine yiyecek satmayacağını söylediğini görüyoruz. Bu kişi ihtiyaçlarını karşılamak için kredi arayışında çaresiz kaldığında, birdenbire kendisine iyi şartlarda iş verebilecek birisi ile karşılaşır ve bu kişi, “Neden kredi arıyorsun? Sana bir iş vereceğim. Güvenilir olduğunu duydum, birçok işçim olmasına rağmen güvenebileceğim birisi yok. Borçlarını hızlı bir şekilde ödeyebilmen için sana gerekli ödemeyi yapacağım, benden bir kredi almaya neden ihtiyacın olsun ki?” der.

Bu kişinin duyduğu minnettarlığı resmedebiliriz. “Tüm kemiklerim söyleyecek” sözündeki gibi, tüm vücudu ona teşekkür ettiğinden ona sözlü olarak teşekkür etmesine gerek yoktur. Ömür boyu hapis cezasına çarptırılmış bir hükümlüyü resmedersek ve birisi gelip onu özgürlüğüne kavuşturursa, bütün organları kurtarıcısına nasıl bir minnettarlık verir?

Şöyle ki, kişi Yaradan’a yüce bir övgü yapmak isterse, o zaman, “Tüm kemiklerim söyler; ‘Efendim, kim senin gibidir? Eziyet çekenleri, güçlülerin elinden kim kurtarır? diyen kişi haline gelir. Eğer kişi Yaradan’a büyük övgü vermek isterse, kendisini dünyanın en mutlu insanı olarak resmetmeli. Aksi takdirde, hala bir şeylerin eksik olduğunu ve Yaradan’ın kendisine yardım etmesini istediğini hissederse, Yaradan’a duyduğu minnettarlık “Tüm kemiklerim söyleyecek” şeklinde olmayacaktır.

Bu nedenle, duamızda iki tam zıtlık görüyoruz, bu da “Kişi, onların birbirinden çok uzak olduğunu gördüğü zaman ne yapabilir?” sorusunu gündeme getiriyor. Normalde, birçok şeyde zıtlığı görüyoruz. Buna bir örnek de, Kelim’i [kap] aydınlatan ışıkların sırasıdır. Kelim ve ışıklar arasında ters bir ilişki olduğu bilinmektedir. Kelim’de büyük ve saf olan Kelim ilk olarak görünür. Yani, önce Keter görünür ve Sefira Malhut en son görünür. Işıklarda tam tersidir: küçük olanlar önce gelir: ilk Malhut ve son olarak Keter. Kelim’in bakış açısıyla konuştuğumuz zaman, sıranın KHB ZON olduğunu ve ışık perspektifinden konuştuğumuz zaman, sıranın NRNHY olduğunu söyleriz.

Bir başka örnek de Baal HaSulam’ın, kişinin çalışmasında karşıtlığı görebildiğimizi söylemiştir. Bir yandan, bilgelerimiz (Avot, Bölüm 4), “Çok, ama çok alçakgönüllü ol.” dediler. Diğer taraftan da “Ve yüreği, Kralın yolunda yüksekteydi,” dediler. Şöyle ki kişi gerçekten de herkesin önünde alçakgönüllü olursa, onun Yaradan’ın yolunda yürüyüşüyle alay edenlerin üstesinden gelemez, çünkü kendini herkesin önünde eğer. O zaman, bunun yerine, “Yüreğini, Kralın yollunda yükseltti” demelidir. Yani, ona şunu söyleyenlerden etkilenmemelidir. “Üzerine aldığın bu iş, yetenekli ve engelleri aşmaya alışkın olan iyi yetiştirilmiş insanlara uygundur. Yani onlar küçüklükten beri, Yaradan’ın çalışmasına öncelikle önem vermeye alışkındırlar. Ama sen öyle değilsin. Sen önemli bir ev sahibi olmaya razı olmalısın, yani çocuklarının Tora öğrendiğini ve Yaradan çalışmasında olduğunu gör ve böylece sen önemli bir ev sahibi olacaksın ve kızların Tora öğrencileri ile evlenecekler. Orta yaşlı bir insanın, Torah Lişma [O’nun hatırı için] yolunda ve tamamen kendi yararına olmayan bir işin yolunda yürümeye başlaması, uygun değildir. Bu yoldan çekil ve seviyenin ötesindeki meselelerin derdine düşme.”

O zaman, kişinin bunlardan etkilenmemek ve bilgelerimizin, “O, alayların önünde utanç duyma,” sözlerini tutmak için hiçbir seçeneği kalmaz. Böylece, gururun yolundan gitmek zorunda kalır. Fakat öte yandan, “Çok ama çok alçakgönüllü ol” sözünü tutmalıdır. Ancak, şu kurala göre, “Bir taşıyıcıda iki zıtlık yok”, her ikisi birden nasıl bir kişi olabilir? Yaratan çalışmasında iki karşıtlığın birçok başka örneği vardır, ancak, tek bir taşıyıcıda iki zıtlık, iki ayrı zamanda vardır, yani her defasında yalnız biri vardır.

Bu meselenin esası, “Zohar Kitabına Giriş” (madde: 10-11) makalesinde yazıldığı gibidir; “Kirliliğin ve Klipot’un (kabuk) arabası, kutsallığının aksi uçtadır, öyleyse nasıl olur da bunlar, Kutsal olandan ortaya çıkarlar?”

Orada şöyle diyor: “Ruhların özü, yaratılışları gereği, alma arzusudur, Tuma [kirlilik] ve Klipot’tur. Bu nedenle form eşitsizliği onları Yaradan’dan ayıracaktır. Ruhların Kli’si [kabı] üzerinde yer alan bu ayrılığı onarmak için tüm dünyaları yarattı ve onları iki sisteme ayırdı, bunlar Keduşa’nın dört ABYA dünyası ve bunların karşıtı olan Tuma’nın dört ABYA dünyasıdır. Keduşa’nın ABYA sistemine ihsan etme arzusunu damgalamış, onlardan kendileri için alma arzusunu kaldırmış ve Tuma’a ait ABYA sistemine yerleştirmiştir.”

Ayrıca şöyle der: “Birbirinden zıt olan iki şey nasıl düzeltilecek? Bunun için, bu maddesel dünyanın, yani bir bedenin ve bir ruhun var olduğu, bir bozulmuşluk zamanı ve bir düzeltilme zamanının var olduğu bir gerçeklik yaratıldı. Kendisi için alma arzusu demek olan beden, Yaratılış düşüncesindeki kökünden, Tuma dünyaları sistemi aracılığıyla genişler ve ilk on üç yılda o sistemin hükmü altında kalır. Bu bozulmuşluk zamanıdır. On üç yıl sonra düzeltme zamanı başlar. Torah ve Mitzvot [emir ve iyi eylem] yoluyla, memnuniyet ihsan etmek için Yaradan’a tutunduğunda, içine damgalanmış olan alma arzusunu yavaş yavaş arındırmaya ve ihsan etmeye çevirmeye başlar.”

Yaratılan yaratılır yaratılmaz, iki zıtlıktan oluşur, 1) alma kapları, 2) ihsan etme kapları. Bundan daha büyük bir zıtlık yoktur. Bu iki zıtlık her seferinde bir tanesi olmak üzere, tek bir taşıyıcıda gelir ve sanki her ikisini de içeren bir orta çizgi vardır: 1) alma arzusu 2) ihsan etme arzusu.

Ortadaki çizgi her ikisini de içerir. İhsan etme arzusuna alma arzusu dâhil olduğunda buna “ihsan etmek için almak” denir. Böylece bu iki güç alma ve ihsan etme arzusu olarak, orta çizgiye birlikte dahil olurlar.

Buna göre, “Kişinin tam bir bütünlük içinde çalışması ile eksik ve tam bir aşağılık içinde olması nasıl aynı taşıyıcıda olabilir?” sorusunun cevabı; bunun iki defada olabileceğidir. Yani, kişinin çalışmasını iki çizgiye ayırmak gerekiyor: Birinci yol “sağ” diye adlandırılan “bütünlük,” yoludur. Çünkü kişi dönmeye başladığında önce “bütünlük,” denen sağa ve sonra sola dönmelidir. Bunun nedeni şudur, çünkü insan yalnız iki bacak üzerinde yürüyebilir, tek bir bacakla yürümekten söz edilemez.

“Sağ çizgi”, bütünlük anlamına gelir, çünkü kişi Yaradan’ın çalışmasını üstlenmeye geldiğinde, cennet krallığının yükünü “öküze yükü çektiği eşeğin yükü yüklendiği” gibi üstlenmesi emredilir. “Öküz”, akıl anlamına gelir, ayetteki, “öküz sahibini tanısın,” sözü mantık ötesi inancı ima eder.

“Eşek,” kalp anlamına gelir, “eşek, efendisinin ahırı,” ifadesindeki gibi, kendini-sevmeye işaret eder. Bu nedenle, kişi “onu, Yaratan’a memnuniyet vermek için çalışmayı” bir yük olarak görür ve bunu her zaman omuzlarından atmak ister. Kişi her zaman çalışması karşılığı ne yiyeceğini, yani kendi bu çalışmadan kendi mutluluğu için ne yarar sağlayacağını araştırır.

Kişi bu çalışmayı üstlendiği zaman, şunu der: Bunları kendim göreceğim, yani her zaman doğru yolda olup olmadığım hakkında kendimi aldatıyor muyum aldatmıyor muyum?  Uygun olan yani başka bir nedenle değil, ama yalnız Yaradan’ın emri olduğu için Tora ve Mitzvot’u yerine getirmek bu mudur? Bununla birlikte, bilgelerimizin sözlerinde olduğu gibi, “Kişi daima Tora ve Mitzvot’a tutmalı, hatta Lo Lişma [O’nun adına değil] da olsa bile, zira Lo Lişma’dan Lişma’ya [O’nun için] gelecektir.” Böylece, eğer her şey Yaratan için ise, neden Tora ve Mitzvot’u tam bir niyetle yerine getirip getirmediğimi düşüneyim ki?

“Ancak, Yaradan bana, Tora ve Mitzvot’ta bir şeyler yerine getirme arzusu ve düşüncesi verdiği için büyük bir ayrıcalığım var. Kurallara göre, önemli bir şeyi niceliği ile değil niteliği ile dikkate alırız. Hatta küçük bir miktar bile olsa, eğer bu nitelik önemli ise, yüksek nitelikteki küçük bir şey çok önemlidir. Bu sebepten dolayı, Yaratan bize Musa’dan beri Tora ve Mitzvot’u yerine getirmeyi emrettiği için, ne kadar tutabildiğime aldırış etmem. Aksine, en kötü ve en bozuk niyetle bile olsa, eylemde vücudumun izin verdiği kadarını yerine getiririm.

“Bedenimin arzularının üstesinden gelemememe rağmen, en azından, Yaradan’ın emirlerini bir şekilde tutabileceğime inanıyorum, çünkü her şeyin İlahi Takdirden geldiğine inanıyorum. Yaradan bana Tora ve Mitzvot’u yerine getirme arzusu ve gücü vermiş ve ben herkese Yaradan’ın Mitzvot’unu yerine getirme ayrıcalığı vermediğinden dolayı, O’na teşekkür ediyorum.” Kişi, niyet olmadan bile Yaradan’ın emirlerini yerine getirmenin büyüklüğünün ve öneminin değerini bilemeyeceğini söylemelidir.

Bunu, yemek istemeyen, yemekten zevk almayan bir çocuğu, ebeveynlerin yemeğe zorlaması ile karşılaştırabiliriz. Zorlamayla bile sonunda çocuk bundan hiç memnun olmasa da, çocuğa yardımcı olurlar ve böylece o büyüyebilir, yaşayabilir. Ancak, çocuğun kendi başına yemek istemesi, yani yemeğin tadını çıkarması daha iyi olurdu. Fakat hala zevk almadan ve tamamen zorlayarak bile, çocuğa yarar sağlanır.

Yaratan’a hizmet etmede de aynı şekilde söyleyebiliriz. Tora ve Mitzvot’u zorla tutmak, kendimizi zorlamak anlamına geliyor ve bedenlerimiz Keduşa’nın [kutsallık] olan her şeye direnir. Yine de yaptığı eylemler etkisini gösterir ve bunlarla kişi bunları yerine getirmek için bir arzuya sahip olduğu bir duruma gelebilir. O zaman, yaptığı hiçbir şey boşuna değildir. Aksine, yaptığı her şey Keduşa’ya girer.

Bunu, bilgelerimizin bu ayet hakkında söylediği ile yorumlayabiliriz, “Kendi arzusuna göre Efendiye, kurban verecek.” (Arachin, 21). “Bilgimiz, “Kurban verecek”, sözü kişinin zorlandığını gösterir. Ama yazıldığı üzere bu, “kendi arzusuna göre.” Bu nasıl oluyor? Kişi, “Ben istiyorum” diyene kadar zorlanır.

Bunun anlamı şudur; “Kendi arzusuna göre Efendiye,” sözleri bilgelerimizi hayrete düşürür. Şöyle ki, eğer Yaradan için çalışmıyor ise, kişinin kendini Yaradan’a yakınlaştırmak için yaptığı bir şey Yaradan tarafından “Tanrı’nın isteğine göre,”  yapılmış bir eylem olarak kabul edilmez. Aksine bu kişi hala Yaradan yararına bir şey yapmaktan acizdir, yani sanki hiçbir şey yapmamış gibi, yaptığı işlerin bir değeri yoktur, çünkü bunlar hala Yaradan’ın istediğine göre değildir.

Ancak, “O kurban verecektir” diye yazılmıştır. Bu, zorla, hatta zorlanmış anlamına gelir. Yani, Yaradan için çalışmak istemediği zaman, hala “kurban” olarak adlandırılır. Fakat bu şaşırtıcıdır, çünkü Yaradan’a olan adağını feda etmek istemediğinden, ayetin başlangıcı kendi sonuyla çelişir.

Bu konuda şöyle demişler: “Ben istiyorum diyene kadar zorlandı.” Bu, bilgelerimizin söylediği şu kuralı takip eder: “Kişi daima, Lo Lişma’da bile olsa, Lo Lişma’dan Lişma’ya gelene kadar, Tora ve Mitzvot’a tutunmalıdır. Lişma’ya ”(Pesahim 50b). Bunun anlamı şudur; her seferinde, kendisi için bir haz görmediği yerde çalışamadığından, bedeni Yaradan için çalışmaya razı olmasa bile kişi boyun eğer.

Yine de bedeninin şikâyetlerini dikkate almaz ve bedenine şöyle der: “Zorla bile olsa, Yaradan’ın emirlerini yerine getiriyorsun. Bu işe direnmenin sana bir yararı olmayacaktır. Pratik Mitzvot’un kişiyi Lişma’ya getirme gücüne sahip olduğu söylenir. Bunun anlamı şudur; “O zorlandı” anlamına gelir, yani kendini zorlar ve bedenin ona açıklamaya çalıştığı herhangi bir mantığı ve gerekçeyi dinlemez ve “Sonunda Lişma’ya ulaşır”. ‘Ben istiyorum” sözünün anlamı budur.” Yani, Lo Lişma’dan “Ben istiyorum” denilen Lişma’ya gelir.

Bu nedenle, Keduşa’nın eylemlerini yaptığını hatırladığında, her defasında, Yaradan’ın ona emrettiği şeyleri yapmakla ilişki kurmakla ödüllendirildiği için kişinin içinde derhal büyük bir sevinç uyanır. Kişi hala yaptığı her şeyin Lo Lişma’da olduğunu bilmesine rağmen, bilgelerimizin, Lo Lişma’dan Lişma’ya geleceğimize dair verdiği söz yüzünden çok mutludur.

Hatta daha da mutludur, çünkü bilgelerimiz şöyle der: “Sevgiden tövbe eden için günahlar ödül olur ve korkudan tövbe eden için günahlar hatalar haline gelir.” Böylece, Lişma’da çalışmak ile ödüllendirildiğinde, Lo Lişma’da yaptığı bütün Mitzvot, Keduşa’ya girecek ve sanki onları Lişma’da yapmış kadar önemli olacak.

Böylece, hala Lo Lişma da çalışırken bile, bu kişi için Lişma’da çalışmak kadar önemlidir. Yani, yaptığı her şeyin günahlardan daha önemli olduğunu ve iyi olmak üzere düzeltileceğini düşünür ve yaptığı en küçük şeyi bile büyük bir Mitzva [emir] gibi önemser. Bu bilgelerimizin dediği gibidir (Avot, Bölüm 2); “Emirlerin ödülünü bilmediğin için küçük bir emre de büyük bir emirmiş gibi önem ver.”

Bu nedenle, yaptığı işleri, kimin Mitzvot’unu yerine getirdiğini, Tora’nın sözlerini söylerken hesaplarken, kendine şöyle der; “Kimin Tora’sını öğreniyorum?” Ve daha önce olduğu gibi içmekten veya yemekten zevk için şükrettiğinde “Şimdi kiminle konuşuyorum?” diye düşünür.

O zaman tam bir bütünlük içinde olduğu ve bütünlüğün sevinç yarattığı, iyi ve iyilik yapan Yaradan’ıyla konuştuğunu varsaydığı Yaradan’ına bağlıdır. Elbette, kişi kökten sevinç alır çünkü tüm yaratılışın kökü “İyilik yapan iyi” olarak adlandırılan Yaradan’dır.

Bilgelerimiz söyle demiştir; “Ona karşı iyi ve başkalarına iyilik yapar.” Bunun anlamı şudur; bu durumda, kişi Yaradan’ın ona ve herkese iyi davrandığına inanmaktadır. Böylece dışsal aklı ile bütünüyle iyilik olduğu sonucuna varmasa bile mantık ötesinde böyle olduğuna inanır.

Ama şimdi, Tora ve Mitzvot çalışmalarıyla yaptığı hesaplamalar yoluyla, Yaradan’a bir dereceye bağlı kaldığı zaman kişi mantık ötesi inanma gücüne sahip olur. Elbette, “doğru olan, kendi yolunu gösterecektir.” Şu anda Yaradan ile konuşuyor olduğunu düşünmesi, kişiye büyük uyanış ve sevinç verir. Yazıldığı üzere; “O’nun huzurundaki yücelik ve ihtişam, O’nun yerindeki güç ve sevinç.”

O’nun yerindeki sevinç olduğunu söyleyenle ilişkili olanı anlamalıyız. Onun hanesinde haz olduğunu söyleyen kişi ile ilişkisini anlamalıyız. Kuşkusuz bahsettiğimiz tüm isimler yaratılanların gözünden yaratılanların görüş açısındandır, yani yaratılanların algısına göredir. Bununla birlikte, Yaradan’ın kendisinde, bilgelerimizin dediği gibi “Burada O’nun içinde hiçbir düşünce ya da algı yoktur.” Daha doğrusu, bu söylenenlerin hepsi yalnızca yaratılmış olanların bakış açısındandır.

Bu nedenle, bunun anlamı şudur; O’nun huzurunda durmakta olduklarını hissedenler onun yüceliğini ve ihtişamını hissederler, bunun yanı sıra, bu “yer,” “form eşitliği,” anlamına geldiği için de O’nun yerinde olduklarını düşünürler.

Ancak, Baal Ha Sulam’dan duyduğum üzere, bunun başka bir anlamı da vardır ve bu bir yansımayla ilgilidir, şöyle ki bu yerde bulunan kişi tek ve bir olduğunu düşünür. Böylece eğer kişi Kral ile ayakta durduğunu ve konuştuğunu düşünürse, o zaman Kral’ın bulunduğu yerdedir ve böylece yazıldığı gibi kişi  “O’nun yerinde güç ve sevinç,” hisseder.

Bu sayede bilgelerimizin şu söylediği; “Adar’ın başlangıcından itibaren sevinci arttırırız,”  sözünü anlayabilir ve bunun hakkında şu soruyu sorabiliriz; “Neden sevinç arttırılıyor?” Sevinç bir nedenin sonucudur, bu yüzden bizde, bize sevinç getirmeyi uyandıran sebep nedir?

Yukarıdakilere göre, bu, “bütünlük” olarak adlandırılan, sağ çizgide ilerlemeyi arttırmakla ilgilidir. Kişi bütünlük halinde olduğunda, buna “form eşitliği” denir. Yani bu bütünlük, adamdır ve şimdi o bütüne bağlıdır, “Kutsanmış olanlar kutsananlara bağlıdır ve lanetli olanlar kutsananlara bağlı değildir.” diye yazılmıştır. Bu nedenle, eğer kişi “sol çizgi” olarak adlandırılan bir eleştiri durumundaysa, o “lanetli” durumdadır ve bütünden ayrılmıştır. Bu sebepten ötürü ışığı değil, karanlığı hissedebilir, çünkü sadece ışık sevinç getirir.

Bununla birlikte, özellikle neden Adar ayında hazzı artırması gerektiğini ve neden tüm yıl boyunca sağ çizgide olamadığımızı anlamalıyız? Bunu şöyle cevaplayabiliriz; çünkü ıslahın sonundaki ışığının aydınlattığı Purim mucizesi, Adar ayındaydı. Niyetler Kapısı’nda (On Sefirot’un Çalışması, Bölüm 16, madde 220) yazıldığı üzere; “Bu nedenle gelecekte, Purim hariç tüm bayramlar iptal olacak.” Bunun nedeni şudur; hiçbir zaman bu kadar büyük bir mucize olmamıştır ne Şabat’ta ne de başka bir iyi günde.

Bu nedenle, bu yüce ışığa hazırlık yapmak sevinç içinde olmalıdır, bu yüce ve çok değerli bir misafire hazırlanmaktır, bu ıslahın sonundaki ışıktır. Böylece artan bir neşeyle hazırlık yapmakla “ziyafet ve mutluluk günleri,” diye adlandırılan bu ışığı genişletiriz.

Bunu takiben, kutsal Zohar’da şu kural yazılıdır; “Aşağıdaki eylem, yukarıdaki eylemi uyandırır.” Yani, aşağıda olanın çalışmasına göre, yukarıdaki çalışmalar uyanır. Bu demektir ki, aşağı olanlar sevince bağlandığında, aynı şekilde sevinç ışığı da aşağıya doğru genişler, uzanır. Yazıldığı üzere (Esther, 9:21), “Ve Mordehai, Yahudilerin düşmanlarından kurtulduğu günlerde onların zorunlu olduğunu yazdı ve bu ay onlar için üzüntünün mutluğa ve yasın bayrama döndüğü bir ay oldu, onlar için bu günlerin ziyafet ve mutluluk günleri olması gerekiyordu,” böylece onları aydınlatan ıslahın sonundaki ışığı genişlettiler.

Sevincin genişlemesi ile ilgili olanı sorgulayıp anlamalıyız. Bunun sebebi, kişinin Yaradan’a onu daha da yakınlaştırdığı için teşekkür etmesidir, demiştik. Şöyle ki, kişi şükrettiğinde, ihsan etme için çaba içindedir, çünkü kişi Yaradan’a maneviyat ile az da olsa temas kurması için bir düşünce ve arzu verdiği için teşekkür etmekte ve övgüde bulunmaktadır.

Ama şimdi kişi Yaradan’ın ona bir şey vermesini istememektedir. Bu nedenle kişi şimdi Yaradan’dan hiçbir şey istememekte ve tek amacı Yaradan’a teşekkür etmektir. Böylece Yaradan’a ihsan etme durumu olan Dvekut halindedir. Böylelikle, Dvekut’tan ona haz ve bütünlük çekilir, çünkü şimdi kişi tek ve bütün olana bağlı kalmıştır. Artan hazzın anlamı budur.

Dua etmeye gelmesi, yoksunluklarla dolu kalbinin derinliklerinden gelen bir dua yüzünden değildir, zira duası eksikliğinin ölçüsü kadar derindir. Kişi bundan sonra mutlu olamaz. Çünkü mutluluğa neden olan kişinin övgü ve şükranla meşgul olmasıdır, eksikliklerini incelemekle meşgul olması değildir.

Yukarıda anlatılana göre, bilgelerimizin söylediklerini yorumlayabiliriz: “Eğer putperestlere danışıyorsa, onu Adar’da yargılayın.” bunun anlamı şudur, her ne kadar İsrail’in yabancılara danışması gelenekten olsa bile, bu yabancılara danışıyor demektir. Bu, başka bir çalışmaya ve başka bir alışverişe dâhil olmayıp da Tora ve bu çalışmaya bağlı olan insanlara mı aittir?

Çalışmada bunu şöyle yorumlamalıyız, bu putperestlerin tüm İsrail’de, yani tek bir bedende var olduğuna işaret eder. Yaradan’ın yolunda yürümek isteyenlerin bedenleri onlara direnir. Atalarımızın şu ayette dediği gibi “İçinizde yabancı bir Tanrı olmayacak”, “İnsan bedenindeki yabancı Tanrı nedir? Bu kötü eğilimdir.” Bu, İsrail’e karşı direniş gösterdiği için “putperestler” olarak adlandırılır. Bu ona danışılıyor diye kabul edilir. Ve sonra, Adar ayında, mucize ile ödüllendirildiklerinde ve onlar Yahudilerden korktukları için Yahudiler sevinç ve neşe duyuyorlardı, Yahudiler düşmanlarını yönetiyorlardı, bu nedenle kişi içindeki yabancıyı bu ay içinde cezalandırabilir ve bu ay kesinlikle bunda başarılı olur, çünkü “tersine döndü”, “ve Yahudiler düşmanlarını yönettiler,” diye yazılmıştır.

Kişinin putperestlere danıştığını unutmamalıyız, çünkü her biri “hepsi benimdir,” diye iddia eder. İsrail şunu savunur; beden yalnız İsrail olmak ve kendini-sevmek için değil, Yaradan’ın hizmetinde olmak için yaratılmıştır, kişinin içindeki yabancılar ise “hepsi benimdir,” diye itiraz ederler, yani tüm beden alma arzusu için yaratılmıştır, zira beden yalnız kendi alma arzusunu dikkate almalıdır. Neden ihsan etmek istesin ki? Bunun doğru olduğuna dair kanıtlar gösterir, zira herkesin yaptığı şey budur.

Yani, ona “Git ve herkes ne yapıyor, gör. Kendi ihtiyaçların karşılanmazken başkalarıyla ilgilenen biri var mı? Tüm ihtiyaçları tamamen karşılanmış olan ancak bir avuç insan vardır ki onlar başkalarının refahını gözetmeye başlarlar. Ancak, başkaları için olan bu endişelerine karşı dikkatli davranırlar, Tanrı korusun, kendini-sevmeye bir leke sürülmesin diye. Ancak sen, “hepsi benimdir”, yani kendini sevmeyi düşünmekten tamamen kaçın diyorsun. Daha doğrusu, sen tüm enerjini başkalarına hizmet için kullanmak istiyorsun ve bunun için “başkalarını-sevmeyi,” gerekçe gösteriyorsun, bunun son olmadığını ve başkalarını sevmeye bağlanarak Yaradan sevgisine erişilebileceğini, bana söylüyorsun. Böylece sen Yaradan’ın önünde tamamen iptal olmak istiyorsun. Eğer sen tüm bedenini Yaradan’a vermek ve O’nun önünde tamamen eğilmek istiyorsan, peki ama o zaman bedene ne olacak? Söyle bana, buna nasıl razı olurum? Bunu anlamak çok zor ve bu yüzden ben, “hepsi benimdir,” demek ve senin bir adım daha ileri gitmene izin vermemek zorundayım.”

Bu durumda, herkes kendisinin haklı olduğunu söylediğinden büyük bir mücadele olur. Kişinin içindeki İsrail, şöyle iddia eder; Yaradan bizi O’nun iradesinin Yaradan’ın yararına olduğu niyeti ile yarattığından, yaratılanlar için neyin iyi olduğunu kesinlikle biliyordur. Şöyle ki, her şeyi yalnız Yaradan’a ihsan etmek için yaparak, içsel akıl ve kalpteki içsel hissi giyinen “Tanrısallığın ifşası,” denen en yüksek seviyeye erişecek güçleri olacaktır. Böylelikle, yalnızca bu şekilde Yaradan’ın yaratılanlara vermek istediği tüm zevk ve hazları alabileceklerdir.

Alma kapları ile aldıkları takdirde bu böyle olmayacaktır. Bu ayrılığa neden olduğu gibi, daha az memnun olma meselesi de vardır. Zohar’da yazılana inanmalıyız ki onların varlığını sürdürmek için, Klipot’a (kabuklara) yalnız soluk bir ışık parlar. Yani, maddesel dünyadaki tüm zevkler, Keduşa’da [kutsallık] bulunan zevk ve hazla karşılaştırıldığında soluk bir ışıktır.

Başka bir deyişle, Nefeş-de-Assiya gibi küçük bir derecedeki Keduşa bile, tüm dünyevi zevklerden daha fazla zevk içerir. Eğer kişi kendi yararına alma arzusu içinde bolluk alacak olsaydı, buna razı olurdu ve daha yüksek derecelere ulaşamazdı, çünkü kendi hazzı için, Nefesh-de-Assiya’nın ışığı tatmin ediciydi ve keyif aldığı zevklere hiçbir şey eklemeye gerek kalmayacaktı.

Bununla birlikte, kişiye Yaradan’a ihsan edebilmek için çalışma öğretildiği zaman, “bana bağışlanmış olana razı olurum,” diyemez, çünkü aldığı her şey Yaradan’a fayda sağlamak içindir. Bu yüzden kişi şöyle diyemez; “Biraz üst ışık alarak Yaradan’ı memnun ettiğim için yeterli olana sahibim ve bu Yaradan’ı memnun ettiği için artık daha fazla almak istemiyorum.”

“Bu küçük aydınlatmayı O’ndan aldığım için ve onu memnun ettiğim için yeterince aldım” demek yasaktır. Bunun yerine kişi, Yaradan’a her seferinde daha fazla ihsan etmek için çalışmalıdır. Yaratılışın amacı O’nun yarattıklarına iyilik yapmak olduğu için, yukarıdaki her bir haz gerçekte aşağıya ulaşır ve yukarıyı bu memnun eder. Bu yüzden Adar ayında, mucize zamanı uyandığı zaman, yazıldığı üzere, “Tersine döndü ve Yahudiler düşmanlarını yönettiler,” bu kişinin içindeki yabancıyı uyandırma zamanı gelmişti. Bilgelerimizin dediği gibi (Berachot 5), “Kişi her zaman iyi eğilimi kötü eğilime karşı kızdırmalıdır,” söylendiği üzere, “Kızgın ol ama günah işleme”. RASHİ, “iyi eğilimi kızdırmalı,” sözünü kötü eğilimle mücadele etmek olarak yorumlar.

Bu, Adar ayında kötü eğilimini yenebileceği anlamına gelir, o zamandan beri, yukarıdan gelen mucize olduğunda, bilgelerimizin dediği gibi (Şabat 88), “Yerine getirdiler ve aldılar.” RASHİ şöyle yorumluyor: “Rabba’nın dediği gibi, neslin Ahasuerus günlerinde aldığı şey, kendilerine yapılan mucizenin sevgisinden dolayı oldu.”

Ama Av ayında, Tapınağın yıkılış zamanında, yasını tutmamız gerekir, o zaman bilgelerimizin dediği “hazzı azaltmak,” Adar ayında ortaya çıkan mucizeyi uyandırmak için sağda, yani Adar ayında yürüdüğümüz yol budur. Bilgelerimizin dediği gibi, “Bu mucizenin aşkına, yerine getirdiler ve edindiler.”

Fakat Av ayında, Tapınağın yıkılışının yasını tutmamız gerektiğinde, sol çizgide çalışmalıyız, bu demektir ki, eylemlerimizi, ihsan etmek için olan Keduşa’nın yolunda olmamız gerekirken bundan ne kadar da uzakta olduğumuzu eleştirmeliyiz.

Kişi bunu düşünürken, Keduşa’dan uzak bir konumdadır ve kendini-sevmeye odaklanmıştır zira Tora ve Mitzvot’a bağlanması tamamen alma arzusunu tatmin etme temeline dayanır.

Bu nedenle, kendi aşağılığını göz önüne aldığında Keduşa’nın yıkımının acısı herkesin içinde mevcuttur. Ve böylece, “Kudüs’ün yasını tutan herkes Kudüs’ün refahını görmekle ödüllendirilir” ayeti gerçek olur.

Telif Hakkı © 1996 - 2015 Bnei Baruh. Tüm hakları saklıdır.
Bu sitede sunulan tüm materyal, Bnei Baruh Kabala Eğitim ve Araştırma Enstitüsü tarafından dünyanın ıslahı ve hayatın iyileştirilmesi amacı ile sunulmaktadır.
Bu nedenle, içeriği değiştirilmediği ve kaynağına gönderme yapıldığı takdirde, tüm materyalin kullanımına ve dağıtımına izin verilmiştir.
19 - 0,076