e-posta ile Paylaş

GÖNDER

Kabala İlmi, dünyadaki tüm ilimleri kapsar.
Baal HaSulam “Özgürlük”
“Bu ilim, gizliliğin sonunda çocuklara bile ifşa olacaktır.”
Baal HaSulam “Kabala Öğretisi ve Özü”
Son neslin günleri yaklaştığında, çocuklar bile, kurtuluşu ve sonu bilip, bu ilmin sırlarını bulacaklardır.
Sulam’ın Önsözü ile Zohar Kitabı
“Ben’i arayanlar, Ben’i bulacaklar” ve yazdığı gibi , “Aradım ve bulamadım, buna inanmayın.”
Baal HaSulam “On Sefirot Çalışmasına Giriş”
MENÜ

KABALA KÜTÜPHANESİ

Ana Sayfa > Baruh Halevi Aşlag (Rabaş) > Kabala Kütüphanesi > Makaleler > Çalışmada İnsan Yaratılmadan Önce Toprak Meyve Vermiyordu Ne Anlama Gelir

Çalışmada İnsan Yaratılmadan Önce Toprak Meyve Vermiyordu Ne Anlama Gelir

Makale No. 5, 1990

Zohar’da (VaYera, Madde 1’de) şöyle yazılmıştır: “Rabi Hiya şöyle başladı, ‘Yeryüzünde tomurcuklar belirdi; budama zamanı geldi.” Bu demektir ki, Yaradan dünyayı yarattığında onun hak ettiği tüm gücü yeryüzüne yerleştirmiştir ve bu, her şeyin toprakta olduğu, bulunduğu anlamına gelir. Ancak insan yaratılana dek dünya meyve vermemiştir. İnsan yaratıldığında, dünyada her şey ortaya çıkmış ve yeryüzü, içerisinde depolanmış olan meyveleri ve güçleri ortaya çıkarmıştır. Ardından şöyle denildi, ‘‘Yeryüzünde tomurcuklar belirdi, budama vakti geldi ve topraklarımızda kumru sesi duyuldu.’ Bu, insan yaratılmadan önce dünyada bulunmayan Yaradan’ın konuşmasıdır. İnsan bir kez var olduğunda, her şey var olur.

Toprağın neden insan yaratılmadan önce meyve vermediğini anlamalıyız. Toprak ile insan arasındaki bağ nedir, eğer orada insan olmazsa, toprak her şeye sahip olsa dahi yine de insan var olmadıkça meyve vermez mi? Ayrıca, insan yaratılmadan önce Yaradan’ın konuşmasının dünyada mevcut olmaması ne anlama gelir? Neticede birkaç kez şöyle yazılmıştır “Ve Tanrı şöyle söyledi, ‘Işık olsun.’”

Bunu çalışmada yorumlamalıyız. Bilgelerimiz “Başlangıçta Tanrı yarattı” ayeti hakkında, bunun Resheet [başlangıç] olarak adlandırılan İsrail için olduğunu söylemişlerdir, şöyle yazıldığı gibi, “İsrail’in kutsallığı, onun mahsulünün başlangıcı [Resheet].” Bu, yazıldığı üzere, dünyanın yaratılış amacının, O’nun yarattıklarına iyilik yapması olduğu anlamına gelir. Bu demektir ki, O yarattıklarında haz ve mutluluk alma arzusu yarattı ve bu arzuda, yani bu arzuda, haz ve mutluluğu almak için özlem duymasına neden oldu. İnsanın oradan alabileceği haz ve mutluluk bununla ölçülür.

Buna “Yaradan’ın eseri” denir, yani O, yarattıklarına vermek istediği hazdan keyif alma arzusunu yaratmıştır. Görünen odur ki, dünyada hiçbir eksiklik yoktur; dünyada alma arzusuna ait olan bolluk bulunmaktadır. Yani O, vermek istediği haz ve mutluluk ölçüsünde bir Kli (kap) yaratmıştır. Yani, alma arzusu Yaradan’ın yarattığından daha büyük değildir, dolayısıyla Yaradan’ın vermek istediğini alabilir. Buradan anlaşılıyor ki, haz ve mutluluk mevcuttur, haz ve mutluluğu alacak Kli mevcuttur, o halde eksik olan nedir?

Bu toprakların Malhut olarak adlandırıldığı bilinmektedir. Yani, Yaradan’dan bolluğu alma arzusuna Malhut denir. Bu, Malhut’un bolluğu ruhlar için aldığı anlamına gelir, bu nedenle Malhut’a ruhların toplamı olan “İsrail topluluğu” adı verilir. Buradan, Malhut’un, tüm ışığı ruhlar için zaten almış olduğu sonucu çıkar. Soru şudur, Yaratılanlar, neden Malhut’tan, onun yaratılanlar için almış olduğu bolluğu alamazlar ve neden dünyada gizliliğin gücü bulunur ve dolayısıyla da kumrunun sesi bizim topraklarımızda duyulmaz. Yani, neden Yaradan’ın konuşması dünyada duyulmaz da bunun yerine herkes gizliliği hisseder ve O’nun İlahi Takdiri ’ne inanmak çok büyük bir çaba gerektirir ve neden haz ve mutluluk dünyada görünür değildir?

Cevap şudur, çünkü Yaradan orada utanç olsun istememiştir. Bu nedenle, Tzimtzum (kısıtlama) adı verilen bir ıslah ve üst İlahi gücün açığa çıkmaması için bir gizlilik yapılmıştır. Ve bunun yerine bizim, Yaradan’ın dünyayı İyi ve İyilik Yapan olarak yönettiğine inanmamız gerekir. Bu, tüm gerçekliğimiz bu olmasına rağmen bizlerin, kendimiz için alma arzusundan vazgeçebilmemize ve yapmamız gereken tüm çalışmayı yapabilmemize neden olur.

Diğer bir deyişle, yaratılmış varlıklarla ilişkilendirdiğimiz her şey yalnızca alma arzusudur. Ancak, alma arzusunu doğanın ortaya çıkardığı şekliyle kullanmak yasaktır, bizler doğanın üzerine çıkmalıyız. Başka bir deyişle, doğamız, kendimiz için alma arzusudur. Buradan şu sonuç çıkar, bir kişiye kendimiz için alma arzumuzdan vazgeçmemiz gerektiği söylendiğinde, içimizde bunu anlayabilecek hiçbir organ yoktur. Beden “Kim” ve “Ne” sorularını sormaya başlar, yani beden, Yaradan’ın Kendisine seslenen her bir kimseyi gerçekten duyuyor olduğuna dair akılcı bir kanıt ister.

Beden kişiye karşı çıkar, “Görüyorsun, Yaradan’dan, ihtiyacın olduğunu düşündüğün şey konusunda sana yardım etmesini birçok kez istedin. Şu ana dek duana bir cevap alamadığını görüyorsun. O halde, neden her gün ‘Çünkü Sen her ağzın duasını işitirsin’ diyorsun? Eğer öyleyse neden sana yardım etmiyor? Buradan, mantığın bedeni haklı bulduğu ortaya çıkar yani beden makul ve mantıklı bir gerekçe ileri sürüyordur.

Bu konuda bedene mantığın ötesinde ilerlediğimiz cevabını vermemiz gerekir. Yani, her ne kadar mantık, Yaradan’ın her ağzın duasını kabul etmediğini ileri sürse de kişi, Yaradan’ın ona cevap vermediği gerçeğini, kendisinin hala Yaradan’dan gelen kurtuluşu almaya uygun olmaması nedeniyle olduğu şeklinde açıklayabilir, fakat gerçekte, Yaradan İsrail’in duasını işitir. Yani İsrail olarak kabul edilmediğinizden, O, senin duana cevap vermek istemiyordur.

Beden bir kez daha sorar, “Görüyorsun ki ‘Sen her ağzın duasını işitirsin’ sözlerine inanmamız gerekiyor, duada söylediğimiz gibi, ‘Çünkü Sen her ağzın duasını işitirsin.’ Dolayısıyla Yaradan senin duanı da duymuş olmalı. Dahası, eğer O her ağzın duasını işitmiyorsa, sen neden dua etmeye ihtiyaç duyuyorsun?”

Kişi böyle bir koşula geldiğinde mantık ötesi ilerlediğini söyleyebilir. Yani, mantık çok önemli olmasına ve bedenin mantıklı konuştuğunu görmesine rağmen kişi yine de mantık ötesi ilerlememiz gerektiğini söylemelidir. Yani, bizler de defalarca dua ettiği halde duasına cevap alamaması gibi çelişkileri görürüz. Ancak daha sonra, kişi tüm bunların üstesinden gelerek mantığının ötesine geçtiğinde bu “mantık ötesi inanç” olarak adlandırılır.

Benzer şekilde, kişi kalbin niteliğinden vazgeçerek “Ben kendi çıkarım için olandan vazgeçiyorum ve yalnızca Yaradan’ın menfaatini önemsiyorum” dediğinde bu elbette mantık ötesidir. Diğer bir deyişle, mantık ötesi demek, kişi kendisine, inancın mantıktan çok daha yüksek bir seviyede olduğunu söylemelidir anlamına gelir. Bu nedenle aklın ve mantığın sesine değil, inancın sesine itaat eder. Bize akıl, mantık verildiğini gördüğümüz ve her insanı aklının ve mantığının seviyesine göre ölçtüğümüz için bu akla ve mantığa aykırıdır, şöyle yazıldığı gibi, “İnsan aklına göre övülecektir” (Özdeyişler 12), ve aklı daha fazla olan daha önemli bir kişidir. Bu nedenle bize mantık ötesi ilerlememiz gerektiği söylendiğinde bu aklımıza, mantığımıza aykırıdır.

Bu nedenle kişi, bedeni “Kim” ve “Ne” sorularını sormaya başladığı bir aşamaya geldiğinde asıl çalışma o zaman başlar. İşte o zaman Yaradan’dan, Firavun ve kötünün “Kim” ve “Ne” sorularını duymayalım diye bize güç vermesi için yardım istemeliyiz. Bunun hakkında şöyle söylenmiştir, “Eğer Yaradan’ın yardımı olmasaydı, kişi üstesinden gelemezdi,” çünkü kişi onların kontrolünden kendi başına çıkarak “mantık ötesi ilerliyorum” diyemez çünkü bu doğaya aykırıdır.

Yukarıdakilere istinaden sorduğumuz şu soruyu yorumlayabiliriz, Bunun, insan yaratılmadan önce meyvesini vermeyen toprak ile arasındaki bağ nedir? Çalışmada insan, hayvan niteliğinin kontrolünden çıkan kişi olarak ele alınmaktadır. “Hayvan” yalnızca kendi çıkarını düşünen kişi anlamına gelir, tıpkı bir hayvan gibi, insan ise içinde cennet korkusunu barındıran ve korkudan dolayı çalışan kişi demektir, Zohar bunu “Çünkü O büyüktür ve hükmeder” olarak belirtir, burada kişi yalnızca Yaradan’ın büyüklüğü nedeniyle çalışır ve kendi çıkarlarını değil yalnızca Yaradan’ın menfaatini, iyiliğini önemser. Bu, bilgelerimizin şu ayet hakkında söylediği gibidir, “Sonuçta, Tanrı’dan korkun ve O’nun emirlerini yerine getirin, çünkü insanın bütünü budur.” Rabi Elezar “‘çünkü insanın bütünü budur’ nedir?” demiştir. “Tüm dünya yalnızca bunun için yaratıldı” (Berachot 6).

Bundan şu sonuç çıkar, insan, içinde cennet korkusu bulunan bir kişi olarak kabul edilir. Peki, cennet korkusu nedir? Yani korku nedir? Bu, onun (Zohar Kitabına giriş, Madde 191’de) şöyle söylediği gibidir, “Hem birinci hem de ikinci korku, bunların ikisi de kişinin kendi menfaati için değildir, bunlar, yalnızca onun Yaradan’ına memnuniyet veremeyeceğinden korkmasından kaynaklanır.”

Yukarıdakilere göre Adam’ın (Âdem’in) ne anlama geldiğini zaten biliyoruz. Cennet korkusu olan kişi yani her şeyi ihsan etmek için yapamayacağından korkan kişidir. Buna “adam” denir. “Hayvan” ise bunun tam tersidir, yalnızca kendi çıkarlarını düşünen kişiye denir, şöyle yazıldığı gibi (Ecclesiastes 3) “Kim biliyor insan ruhunun yukarıya çıktığını, hayvan ruhunun ise aşağıya, yeraltına indiğini?” “İnsanın ruhunun” yukarıya çıkmasını, yaptığı her şeyin Yaradan rızası için olması şeklinde yorumlamalıyız. Kişinin niyeti, yaptığı her şeyin yalnızca ihsan etmek için olması olduğunda bu “yukarı doğru” olarak adlandırılır. Kişi bundan memnuniyet alır.

“Hayvan ruhu” ise yaptığı her şeyde, her şeyi “aşağıya doğru”, yani “yeryüzüne, toprağa doğru” ister, buna dünyevilik denir çünkü kişinin kendisi için alma arzusu “toprak” olarak adlandırılır. Bu kişi, herhangi bir şey yaptığında bunun yalnızca kendi yararı için olacağını görür. Kişi ruhu yani hoşnutluğunu buradan alır. Yani, eylemlerinden, ancak bunlar kendisine bir fayda sağladığı takdirde hoşnutluk alır. Eğer alma arzusunun bundan bir keyif alamadığını görürse, çalışacak güce sahip olmayacaktır. Herhangi bir nedenden dolayı çalışmak zorunda olsa bile, hiç iyi bir ruh hali içinde değildir.

Artık insan ve toprak arasındaki bağı anlayabiliriz. Şöyle sorduk, Hak ettiği tüm güç ve ihtiyacı olan her şey bu topraklarda olmasına, bulunmasına rağmen, insan yaratılmadan önce toprağın dünyada meyve vermemesi ne anlama gelir? Mesele şu ki, çalışmada “bu topraklar” cennetin krallığıdır, bu İsrail topluluğudur, o, bolluğu tüm yaratılanlar için alır çünkü tüm ruhlar ondan gelmiştir. Yaradan’ın perspektifine göre her şey mümkün olan en mükemmel şekilde zaten ıslah edilmiştir.

Bu, onun (“Zohar Kitabı’na Giriş”, Madde 13’te) söylediği gibidir, “Konu şu ki, O’nun ruhları yaratma düşüncesi tüm her şeyi tamamladı çünkü O’nun bizler gibi eyleme ihtiyacı yoktur. Yaratılması kaderinde olan tüm ruhlar ve tüm dünyalar anında ortaya çıktı ve ıslahın sonunda, ruhlardaki alma arzusu tamamen ıslah edildikten ve saf ihsan etmeye dönüştürüldükten sonra ruhların alması amaçlanan tüm haz ve mutlulukla doldular. Bu böyledir çünkü O’nun sonsuzluğunda geçmiş, şimdi ve gelecek birdir.”

İnsan ile toprak arasındaki bağı yani insan var olduğu takdirde toprağın meyvesini vermesi konusunu bununla yorumlamalıyız. “Toprak” tamamen ıslah edilmiş alma arzusu anlamına gelir. Yaradan’ın perspektifinden her şey mükemmel bir şekilde tamamlanmıştır ve buna eklenecek hiçbir şey yoktur, şöyle söylendiği gibi, “Bütün ruhlar, tüm haz ve mutlulukla dolu olarak bir anda ortaya çıktı.” Ancak yaratılanların, Malhut’un meyvelerinin tadını çıkarabilmeleri için “toprak” olarak adlandırılan Malhut, alma arzusunu, ihsan etmek için çalışma yönünde düzeltmelerinden önce bunu yaratılan varlıklara vermez çünkü gerçekleştirecekleri ıslah, onların içinde form eşitliğine neden olacaktır.

Görünen o ki kişi, yukarıya doğru ihsan etmek olarak kabul edilen, “insanın ruhu yukarıya doğru gider” ifadesinde olduğu gibi, “insan” seviyesine ulaşmadığı sürece “toprak” olarak adlandırılan Malhut, onlar için aldığı haz ve mutluluğu yaratılan varlıklara gösteremez. Burada “insan” yaptığı her şey Yaradan için olan kişi anlamına gelir, hayvanın ruhu “aşağıya doğru iner” ise yaptığı her şey kendi çıkarı için olan demektir.

Zohar şöyle der: “Tomurcuklar yeryüzünde belirdi”, yani her şey yeryüzündeydi, ancak insan yaratılıncaya dek dünyada meyve vermedi. Yaratılan varlık “insan” niteliğine ulaşmadan önce Yaradan, “toprak” denilen Malhut’tan herhangi bir meyve görmez.

Artık Zohar’da “kumrunun sesi bizim topraklarımızda duyuldu” sözlerinin insan yaratılmadan önce dünyada var olmayan Yaradan’ın konuşması olduğunun söylenmesi hakkında sorduğumuz soruyu anlayabiliriz, hâlbuki Tora’da birçok kez insan yaratılmadan önce “Ve Tanrı şöyle buyurdu” yazılmıştır. Bunun anlamı şudur, kişi “insan” mertebesine ulaşmadan, yani içinde bulunduğu hayvan koşulundan çıkmadan önce “insan” gizlilik halindedir ve Yaradan’ın sesini duymak imkânsızdır.

Bu, “İnsan niteliği yaratılmadan önce dünyada Yaradan’ın sesi yoktu” olarak kabul edilir. Ancak yalnızca “insan” mertebesine ulaştıktan sonra kişi “Yaradan’ın konuşmasını” duyar. “Yaradan’ın konuşmasına” Tora denir ve daha sonra kişi, “Yaradan’ın isimleri” adı verilen Tora ile ödüllendirilir. Buna “Yaradan’ın konuşması” denir. Tora, diğer bilgelikler gibi bir bilgelik değildir. Aksine, Tora Yaradan’ın konuşmasıdır.

Kişinin “insan” mertebesine ulaşması ve hayvan niteliğinden çıkması kolay değildir. Bu böyledir çünkü Yaradan çalışmasında kişi daima form eşitsizliği içerisindedir ve yalnızca iki aşırı uçtan bir orta çizgi doğabilir. Bu, ARİ’nin şiirinde yazdığı gibidir, “Sağ ve sol, ikisinin arasında da bir gelin.” Bu, iki zıt olan sağ ve soldan “gelin” adı verilen cennetin krallığının doğduğu anlamına gelir.

Malhut’a “inanç” dendiği bilinmektedir. İnançla ödüllendirilebilmek için ilk önce, hayvanın ruhunun aşağıya doğru inmesi şeklinde söylendiği üzere, “kendini sevme” adı verilen hayvan halinden çıkmamız gerekir. Aşağıya doğru demek verilen önemin azalması demektir ve bu, yalnızca kendisi için çalışabilen bir hayvanın niteliğidir.

Yaratılan varlık kendisi için alma arzusunun kontrolü altında olduğu sürece ancak kısmi inancı alabilir. Bu, inişleri ve çıkışları olduğu anlamına gelir. Düşüşler esnasında kişi inancın gücünü kaybeder çünkü bu düşüş kendisine bir kusurdan dolayı gelmiştir ve tüm kusurlar kişiye yalnızca kendini sevmeye batmış halde olduğu zamanda gelir. Bu nedenle, Kral’ı lekelememek adına, yaratılan varlığın gerçekleştirmesi gereken bir ıslah vardır, “Zohar Kitabına Giriş” (Madde 138, ‘Bu bir yasadır’ sözleriyle başlayan bölüm) de açıklandığı gibi: Kişi Kral’ın varlığına olan inancını kaybeder.

İnsanın tek bacak üzerinde yürüyemeyeceği, ancak iki bacağı üzerinde yürüyebileceğine dair bir kural olmasına istinaden, bu maneviyata da işaret eder. “Sağ” bütünlük anlamına gelir. Bunun ilk başlangıcı, yani, yaratılan varlık Yaradan çalışmasına başlamak istediğinde, Yaradan’a inanması gerekir. Ne kadar inanca sahip olduğu önemli değildir ancak sahip olduğu tüm inanç ile Tora ve Mitzvot’u (emirleri/iyi eylemleri) uygulamaya başlayabilir ve her geçen gün, elinden geldiği kadar fazlasını ekler.

Ancak, bu durum “sağ” olarak değil “tek çizgi” olarak kabul edilir. Buna “Keduşa’nın [Kutsallığın] cansızlığı” adı verilir. Ve bu cansız durumundan “bitkisel”, “hayvansal” ve “konuşan” adı verilen tüm diğer dereceler meydana gelir, şöyle yazıldığı gibi (Ecclesiastes 3), “Her şey tozdandı”. Zohar bunu “güneşin çarkı dahi” olarak yorumlar (Tzav, Madde 173). Yani herkes Keduşa’nın cansızlığında başlamalıdır.

Ancak şunu bilmeliyiz ki, kişinin, dünyevilikte olduğu şekilde, onun ortaya çıkması için çaba göstermesine gerek yoktur. Aksine, cansız yine doğanın gelişimi doğrultusunda gelişim gösterir. Diğer bir deyişle, kişi maddiyatta yani dünyevilikte cansız olanı bozmadığı takdirde o şey gelişim gösterir. Örneğin, kişi toprağı bozmadığı veya topraktan taşları boşaltmadığı takdirde toprak yine de gelişim gösterecektir.

Bu, Keduşa’nın cansızlığında da böyledir. Kişi eğer eylemlerini bozmazsa kendi cansız Keduşa’sı da gelişim gösterir. Ancak, kendisindeki cansız Keduşa niteliğini sürdürmek için herhangi bir niyet veya düşünceye gerek yoktur.

Aksine, kişi eğer “bitkisel” niteliğini edinmek istiyorsa, bedensellikte olduğu şekilde ilerlemelidir, burada bitkiselin özel bir muamele gerektirdiğini görüyoruz. Bitkiye yiyecek yani su verilmesi, gerekli ışığın sağlanması yani bitkiye, cansızlıktan büyüyebileceği şartların sağlanması yani çiftçilik vb. işler yapılması gerekir. Ayrıca kişinin, cansızlıktan yetiştirmek istediği bitkiye ait olmayan diğer bitkileri de ondan uzaklaştırılması gerekir, böylece bedensel olarak birbirine karışan yabani otlar da kökünden sökülmüş olur.

Benzer şekilde, Keduşa’nın bitkiselliğinde, düşüncelerimizi ve arzumuzu bu cansızlığa bakmaya adamalı yani çiftçiliğini yapmalıyız. Yani, içimizdeki alma arzusunu ihsan etmek için çalışmaya çevirmeliyiz ancak o zaman “sağ” ve “sol” çalışmadan bahsetmek yerinde olur. Daha önce tek çizgi olan şeyi, yani eylemi kişi “sağ çizgi” olarak kullanmalıdır. Yani, kişi bu eylemi takdir etmeli ve kendisini son derece kolay bir şekilde, basit eylemler yaparak ödüllendirdiği için Yaradan’a teşekkür etmeli ve buna bile layık olmamasına rağmen, Yaradan kendisine, O’na kolaylıkla hizmet etme hediyesini verdiği için Yaradan’a minnettar olduğunu söylemelidir.

Aynı zamanda kişi sol çizgiye geçmeli ve gerçekten Yaradan için mi yoksa kendisi için mi yani kendi menfaati için mi yoksa Yaradan’ın rızası için mi çalışıyor diye kendini eleştirmelidir. Kişi, kendini sevmeye bu derece batmış olduğu için dua etmelidir.

Bazen Yaradan’ın kendisine yardım etmesi ve onu, kendisine olan sevgisinin yönetiminden kurtarması için dua edemediğini görür. Hatta bazen daha da kötü bir durumda olur; Yaradan’ın onu öz-sevgiden çıkarması için dua etmek dahi istemez. Tam aksine, kendisi için alma arzusunu mümkün olan her şekilde tatmin etmesi için Yaradan’ın kendisine yardım etmesini ister. Buna “sol” denir çünkü maneviyatta ıslah edilmesi gereken bir şey “sol” olarak adlandırılır.

Bundan, burada da iki karşıtlık olduğu ortaya çıkar. Bir yandan kişiye, çalışmanın düzeninin, kişinin bir çizgiyi tam anlamıyla yani sonuna kadar gözetmeye çalışması gerektiği olduğu söylenir. Yani, yaratılan varlığın “tek çizgi” olarak adlandırılan cansız durumunda olduğu ve kendisini bir bütün olarak hissettiği zaman gibi, o zaman mutlu ve neşeliydi çünkü bütünlüğe sahip olduğunu biliyordu ve eklemesi gereken tek şey nicelikti.

Ancak nedeni, bitkisel hakkında hiçbir fikri olmamasıydı. Cansızın, insanın yaratması gereken bir bütünlük olduğunu sanıyordu. Bu nedenle, bütünlük duygusundan dolayı iyi bir ruh haline sahipti ve diğer tüm yaratılanların neden kendisi kadar akıllı olmadıklarını anlayamıyordu.

Ancak şimdi “bitkisel” niteliğine ilişkin bir anlayışa sahip olduğundan artık tek çizginin bütünlüğüne sahip değildir. Bu nedenle, şimdi sağı takdir edebilmek ve ondan, tek çizgi halindeyken aldığı canlılık gibi canlılık alabilmek için büyük çaba sarf etmesi gerekir. Bunun nedeni, sol çizgi, kişinin, bunun bütünlük olmadığını görmesini sağlamıştır.

Gerçekten de neden sağ çizgide yürümemiz gereklidir? Cevap, bunun hakikat olmasıdır. Yani kişi, gerçekten de birazcık dahi olsa sahip olduğu, Keduşa’ya tutunmasını büyük bir talih olarak görmelidir ve bu, Yaradan’a teşekkür etme zamanıdır. Daha sonra sol çizgiye geri dönmelidir çünkü bu da doğrudur yani bizler Yaradan uğruna çalışmalıyız. Bu ikisinden, sağın bütünlüğü ve öneminden ve solun eksikliğinden, kişi orta çizgiyle ödüllendirilir. “Sağ ve sol ve ikisinin arasında bir gelin” sözlerinin anlamı budur.

Telif Hakkı © 1996 - 2015 Bnei Baruh. Tüm hakları saklıdır.
Bu sitede sunulan tüm materyal, Bnei Baruh Kabala Eğitim ve Araştırma Enstitüsü tarafından dünyanın ıslahı ve hayatın iyileştirilmesi amacı ile sunulmaktadır.
Bu nedenle, içeriği değiştirilmediği ve kaynağına gönderme yapıldığı takdirde, tüm materyalin kullanımına ve dağıtımına izin verilmiştir.
19 - 0,098