e-posta ile Paylaş

GÖNDER

Kabala İlmi, dünyadaki tüm ilimleri kapsar.
Baal HaSulam “Özgürlük”
“Bu ilim, gizliliğin sonunda çocuklara bile ifşa olacaktır.”
Baal HaSulam “Kabala Öğretisi ve Özü”
Son neslin günleri yaklaştığında, çocuklar bile, kurtuluşu ve sonu bilip, bu ilmin sırlarını bulacaklardır.
Sulam’ın Önsözü ile Zohar Kitabı
“Ben’i arayanlar, Ben’i bulacaklar” ve yazdığı gibi , “Aradım ve bulamadım, buna inanmayın.”
Baal HaSulam “On Sefirot Çalışmasına Giriş”
MENÜ

KABALA KÜTÜPHANESİ

Ana Sayfa > Baruh Halevi Aşlag (Rabaş) > Kabala Kütüphanesi > Makaleler > Çalışmada Yarım Şekel Nedir? – 2

Çalışmada Yarım Şekel Nedir? – 2

Makale No. 20, 1990

Ayet şöyle der: “İsrail halkını saymak için başlarını saydığınızda, her biri kendi ruhu için saydığınız zaman Efendimiz’e bir kefaret ödeyecek ve saydığınız zaman aralarında veba olmayacaktır. Verecekleri para şudur: Kutsallık şekeli olarak yarım şekel. Ruhlarınızın kefareti için Efendimiz’e katkıda bulunmak üzere zenginler daha fazla, yoksullar da yarım şekelden daha az vermeyecekler.”

Çalışmada bir şekelin çeyreğinin ya da üçte birinin değil, özellikle yarım şekelin bize ne ifade ettiğini anlamalıyız, burada bütün mesele İsrail’in sayısını bilmektir. Özellikle yarım bize ne ifade ediyor? Ayrıca, neden “Zengin daha fazla, fakir daha az vermeyecek” deniyor? Küçük bir çocuk bile birinden az ya da çok alırsak İsrail’in sayısını bilemeyeceğimizi anlar. Ayrıca, “aralarında veba olmayacak” ifadesinin anlamı nedir?

Bilinir ki, dünyanın yaratılışının amacı, O’nun yarattıklarına iyilik yapmayı arzulamasıdır. Ancak bu iyilik yapmanın tam olabilmesi, yani haz ve zevk alırken hiçbir utanç duyulmaması için Tzimtzum [kısıtlama] ve gizlilik adı verilen bir ıslah gerçekleşmiştir. Bu demektir ki, bir kişi eylemlerini ihsan etmek için amaçlamadan önce, Yaradan’a hoşnutluk getirmek için Tora ve Mitzvot ile meşgul olmadıkça, haz ve zevki hissetmeyecektir.

Kişi daha sonra, ihsan etme kaplarına sahip olduğunda, Tora ve Mitzvot’ta bir teminat olarak bulunan haz ve zevk ifşa olacaktır. O zaman, kişi, yaratılış düşüncesinde olan ve O’nun dünyayı bunun için yarattığı hazzı ve zevki alacaktır.

İnsan doğası gereği sadece kendi yararını arzulamak üzere yaratıldığına göre, kişi Yaradan’a ihsan etme niyetiyle nerede çalışabilir? Bu, kişinin Yaradan’ı memnun etmek için kendini her türlü çalışmaya adaması olarak kabul edilir, zira o zaman beden sorar: “Yaradan zevk alırsa sen ne kazanacaksın?” Bir şeyler yapmalısın ki zevk alasın ve bilgelerimiz bize neden “Tüm işlerin Yaradan’ın rızası için olmalı” dedi? Doğaya aykırı bir şeyi nasıl yapabiliriz?

Beden ayrıca şöyle sorar: “Yaratılanlar kendileri için çalışıyorsa, yani zevk alıyorsa, Yaradan buna neden aldırsın ki? Ne de olsa O’nun arzusu yarattıklarını memnun etmektir.” Dolayısıyla bir yandan insan hayattan zevk alabilir, yani kendi iyiliği için çalışabilir ki bu doğaldır. Öte yandan, insanın doğuştan sahip olduğu doğasına göre değil, Yaradan’ın rızası için çalışması gerektiği söylenir.

Ve her türlü cevapla açıklayabilsek de beden bunu anlayamaz. Bazen beden, Yaradan rızası için çalışmanın değerli olduğunu kabul etse de pratikte beden zevk alacağı bir şeyle karşılaştığında ve sadece Yaradan’a fayda sağlayacağı için ondan vazgeçmesi gerektiğinde, kendi menfaatini seçer ve Yaradan’ın faydasından vazgeçer.

Dolayısıyla, bundan iki şey çıkarıyoruz: 1) Bilgelerimizin her şeyi Yaradan’ın rızası için yapmamız gerektiğine dair sözlerine inanmamız gerektiğinden, beden ona yaptığımız tüm açıklamalardan sonra bile bunu anlamasa da bilgelerimiz şöyle demiştir ve Maimonides de pratikte bunu belirlemiştir (Hilchot Teshuva, Bölüm 10), “Bu nedenle, küçüklere, kadınlara ve eğitimsiz insanlara öğretirken, onlara sadece korkudan ve ödül almak için çalışmaları öğretilir. Bilgi edinene ve daha fazla bilgelik kazanana kadar, bu sır onlara azar azar öğretilir.”

Soru şudur: “Bilgi edininceye ve daha çok bilgelik kazanıncaya kadar” nedir? Yani, “bilgelik” nedir ve “çok bilgelik” nedir, böylece ona bu sırrı yavaş yavaş ifşa etmemize ne zaman izin verileceğini nasıl belirleyeceğimizi bileceğiz.

İnsanın çalışmasının başlangıcında, bedene, Tora ve Mitzvot’ta [emirler/iyi işler] bulunan zevk ve hazza kıyasla sadece “küçük bir ışık” olan bedensel zevklerden vazgeçmenin değerli olduğunu söylemeliyiz. Buradan şu sonuç çıkar ki, inandığı ve inancı onu aydınlattığı ölçüde, beden küçük bir zevki büyük bir zevkle değiştirmeyi kabul eder. Tıpkı maddesellikte olduğu gibi, bir kişi emek verdiğinde, emeğinin karşılığında elde ettiği ödülü, evinin geçimini sağlayacak besinleri elde etmek için verir, zira emeğiyle kazandığı parayla evine yiyecek aldığında daha fazla haz duyar.

Ayrıca, inancı kişiyi aydınlattığı ve Tora ve Mitzvot ile meşgul olmanın kendisine daha fazla zevk vereceğini hissettiği ölçüde, daha büyük zevkler elde etmek için bedensel zevklerden vazgeçebilir. Ancak bazen kişi ödüllendirileceği inancıyla bir düşüş alır. O zaman bedensel zevklerden feragat etmek onun için zor olur. Ancak kendini kollar ve iyi bir çevrede bulunursa, Tora ve Mitzvot’u yerine getirmekten daha büyük bir ödül, yani daha büyük bir zevk alacağını söylediği için, bu doğasına aykırı sayılmadığından bedeni bu çalışmaya direnmez. Dolayısıyla bu sebep, kişiyi Tora’nın yasakladığı bedensel zevklerden vazgeçmeye zorlayabilecek güçlü bir sebeptir ve tüm bunlar daha büyük zevkleri almak içindir.

2) İnsanın “Tüm işlerin Yaradan’ın rızası için olmalı” yani doğasına aykırı olması gereken bir koşula gelmesi gerektiğinden ve bu yaratılışın ıslahının amacı olan yaratılanların utanç duymadan haz ve zevk alabilmeleri için olduğundan, kişinin tüm zevkinin sadece Yaradan’ın rızası için olmasını amaçlaması gereken bir ıslah yerleştirilmiştir. Bu demektir ki, Yaradan yaratılanın hazzından zevk alacaktır, zira yaratılışın amacı budur. Ancak bazen beden, kutsal çalışmayı yapmaya başladığında sahip olduğu aynı akıl ve anlayışla, sürekli olarak aynı akılda olmasının ve hiçbir ilerleme kaydetmemesinin, sadece nicelikte ilerlemesinin imkânsız olduğunu hisseder.

Kişi bunu sormaya başladığında, bu bizim sorduğumuz şey olarak kabul edilir: “Bilgelik” nedir ve “çok bilgelik” nedir? “Bilgelik” kişinin zaten Tora ve Mitzvot’u uyguladığı anlamına gelir. “Çok bilgelik”, kişinin Tora ve Mitzvot’un anlamını, kişiyi hangi koşula getirmesi gerektiğini anlamak istediği anlamına gelir. Buna “niyet” denir, Tora ve Mitzvot’u yerine getirirken bunun kişiyi belli bir dereceye getirmesini amaçlamaktır. Buna “çok bilgelik” denir. O zaman ona bu sırrı, yani Lişma [O’nun rızası için] çalışmasının ne olduğunu açıklamaya başlarlar. Başka bir deyişle, ödül almak için değil, tamamen Yaradan’ın rızası için çalışması gerektiğini görmesine izin vermeye başlarlar.

Kişi, “Çok bilgelik” edindiğinde, Tora ve Mitzvot’ta, “Çünkü bu senin bilgeliğin ve ulusların gözündeki anlayışındır” denildiğini anlamaya başlar. Ancak, bunun üzerinde bir gizlilik vardır. O zaman ona bunun doğru olduğu söylenir, üzerinde ıslah amacıyla bir gizlilik vardır, zira amaç insanın Yaradan’la Dvekut’u [bütünleşmeyi] edinmesidir ve bu da “kişinin tüm eylemleri ihsan etmek için olmalıdır” olarak kabul edilen form eşitliği ile elde edilir.

İnsanın Yaradan’ın hizmetkârı olmaya başladığı yer burasıdır. Çalışmada, “Yaradan’a hizmet etmek” demek, kişi kendi iyiliği için değil, Yaradan’ın rızası için çalışıyor demektir. O zaman, kişinin yaptığı çalışma, yani kendi iyiliği için değil Yaratan’ın rızası için çalışmak istemesi, kendisi için alma arzusunun hükmü altında sürgüne girmeye başladığı andır.

Ayrıca, cennetin merhameti olmadıkça bu sürgünden çıkma umudu da yoktur. Yani, Yaradan’ın Kendisi onu sürgünden kurtarmalıdır, tıpkı Mısır’da olduğu gibi (Haggadah’ta [Hamursuz Bayramı anlatısı]), “Ve Efendi bizi Mısır’dan çıkardı, bir melek tarafından değil, Efendi’nin Kendisi tarafından.” Bununla birlikte, kişinin kendisi için alma arzusunun egemenliği altında sürgünde olduğunu hissetmesi gerçeği, kişinin bunu bir anda, yani onun kontrolünden çıkmak için çalışmaya başladığında hissedemeyeceği anlamına gelir.

Daha doğrusu, bu Kli “eksiklik” yani alma kaplarının üstesinden gelme ihtiyacı olarak adlandırılır. Kişi bunu bir anda elde etmez, bu zaman ve çaba gerektirir. Bu durumda, zaman içinde, kişinin kendi kendine çıkamayacağını hissetmesi için yer vardır, ancak zaman kişide bir ihtiyaç ve acıya, sürgünden çıkabilseydi ne kadar iyi olacağını ve sürgündeyken ne kadar kötü olacağını hissetmesine neden olur.

Bu nedenle kişiye yükselişler ve düşüşler verilir ve kişi hem yükselişlerin hem de düşüşlerin kendisine yukarıdan geldiğine inanmalıdır. Aynı zamanda, çalışma sırasında, “Ben kendim için değilsem, kim benim için?” demelidir. Kişi eksikliğinin tamamlandığı bir duruma geldiğinde, bu onun doyumu alacak, eksikliğini giderecek bir Kli’ye [kaba] sahip olması olarak kabul edilir. O zaman üsttekinin onun Kli’sini doldurduğu zaman gelir.

Eksiklik olmadan doyumun olamayacağı gibi, Kli olmadan da ışığın olamayacağı bilinir. Buna göre, tam bir şey “ışık ve Kli” olarak adlandırılır ki bu da iki kısma ayrılır: İlk kısım Kli’dir, yani eksikliktir. İkinci kısım ise ışık, yani doyumdur.

Sonuç olarak, bir kişi Yaradan’a eksikliğini gidermesi için dua ettiğinde, buna “yarım” denir, bu da Yaradan’ın kişinin eksikliğini gidermesi için Kli olan bir eksiklik yaratması anlamına gelir. Bu bilgelerimizin söylediği gibidir (VaYikra Rabbah 18), “Dua yarısını yapar.” Duayı, bir kişinin eksikliğini gidermesi için Yaradan’a dua etmesi olarak yorumlamalıyız. Bu zaten “yarım” yani kişinin elinde olan ilk yarısı olarak kabul edilir. İkinci yarı Yaradan’ın elindedir, yani Yaradan ışığı vermelidir ve o zaman tam bir şey olacaktır.

Ancak, ışık ve Kli ile ilgili pek çok yorum vardır. Eğer bir Kli’yi tanımlayacak olursak, bunun bir eksiklik olduğunu ve neyin eksik olduğunun önemli olmadığını söyleyebiliriz. Örneğin, bazen bir kişi bolluğu almak için bir Kli’den yoksun olduğunu hisseder, zira bolluk, ihsan etmeyi amaçlayamayan bir Kli’ye ulaşamaz. Kişi kendisi için alma arzusunun kontrolü altında olduğunu hissettiğinden, bundan bolluğu alabilecek bir Kli’den yoksun olduğu sonucu çıkar.

Dolayısıyla kişi bolluğu elde etmek için dua etmemektedir. Aksine, kendisine “ihsan etme arzusu” adı verilen bir Kli verilmesi için dua etmektedir. Böylece, bu durumda, “bir dua yarım yapar”, duanın yarım Kli yaptığı ve Yaradan’ın Kli’nin diğer yarısını vermesi gerektiği anlamına gelir. Bu iki yarının aslında tam bir Kli olduğu ve ışık olmadığı sonucu çıkar.

Öte yandan, eksikliğin insanın elinde olduğunu söylemeliyiz. Buna “Kli’nin ilk yarısı” denir. Ve Kli’nin doldurulması, yani ihsan etme arzusuna sahip olmak, “Kli’nin ikinci yarısı” ışık olarak kabul edilir, zira üsttekinin ona verdiği ihsan etme arzusu eksiklik için bir doyumdur ve herhangi bir doyum eksikliğe göre “ışık” olarak adlandırılır.

Yukarıdakilere göre, “Yarım şekel bize ne ifade ediyor?” diye sorduğumuz soruyu yorumlamalıyız, çünkü Tora özellikle yarısı demiştir: “Zengin daha fazla vermeyecek ve fakir daha az vermeyecek.” “İsrailoğullarını saymak için başlarını saydığınızda” sözlerini yorumlamamız gerektiğinde, “başların” anlamını, “Kuyruk değil baş olalım” şeklinde yazıldığı gibi yorumlamalıyız, yani onlar Li-Roş’un [bana göre bir baş] harfleri olan İsrail olarak kabul edileceklerdir.

“Her biri kendi ruhu için kefaret ödeyecek” ifadesinin anlamı budur. Yani, bir kişi Sitra Ahra’nın [diğer tarafın] elinden “ruhu için bir kefaret” olarak adlandırılan sürgünden çıkmalıdır. Bu nedenle, ” Sayılan herkes bunu verecektir” diye yazılmıştır, yani alma arzusunun yönetimi altına girdikleri için Tora’nın emirlerini çiğnediklerini hissedenler. Yarım şekel, Yaradan’ın onları sürgünden kurtarması için dua etmeleri gerektiği anlamına gelir.

“Dua yarısını yapar” demek, Kli ve bir şey arzusu yarım olarak kabul edilir, yani bununla tam olan bir şeye sahip olacaklar, yani “kutsallığın şekeli” ile ödüllendirilecekler demektir. Bu demektir ki, Kli olan yarım şekele sahip olacaklar ve Yaradan bunun üzerine ışığı yerleştirecek, işte o zaman bu “tam bir şey” olarak adlandırılacaktır. “Bu, sayılan herkesin vereceği şeydir” sözlerinin anlamı budur, yani Tora’nın emirlerini çiğnediklerini hissedenler ve ruhları Keduşa’ya [kutsallığa] girsin yani Yaradan rızası için her şeyi yapacak güce sahip olsunlar diye ruhları için fidye ödemek isteyenler.

Onlar yarım şekel, yani bir dua vermelidirler. Bu demektir ki, onlar dua etmeli ve kendileri için alma arzusunun kontrolü altına yerleştirildikleri sürgünden çıkmak için tam bir eksiklik ve arzu ölçüsüne sahip olana kadar dua etmeyi bırakmamalıdırlar. Yarısını vererek, kutsallık şekeliyle ödüllendirilecekler, duanın doyumu olan diğer yarısı da kutsallık şekeliyle birlikte olacak, yani tam bir Keduşa şekeli olacaktır.

Böylece sorduğumuz şeyi anlayacağız: “Zengin daha fazla, fakir daha az vermemeli” derken bize ne anlatıyor? Küçük bir çocuk bile bir şeyin sayısını bilmek istiyorsak, herkesin aynı miktarda vermesi gerektiğini anlar. Bunu çalışma içinde yorumlamalıyız. Tora burada bize büyük bir şey söylüyor: Yaradan için büyük ve küçüğün eşit olduğunu bilmeliyiz, (“Herkes İnansın”), “Eşit olan ve küçük ile büyüğü eşitleyen” diye yazıldığı gibi.

Bu, kişinin iyi işler bakımından zengin olduğunu düşündüğü, bu nedenle Yaradan’ın yardımını hak ettiği ve Yaradan’ın dileğini yerine getirmesi için çok fazla dua etmesine gerek olmadığı anlamına gelir. Bu nedenle, kişi erdemleri ölçüsünde dua etmişse, Yaradan’ın onun dileğini derhal yerine getirmesi gerekirdi. Ve eğer Yaradan ona hemen yardım etmezse, onun anlayışına göre, dua etmeyi bırakır ve kendisinden daha aşağı olan diğer insanların Yaradan’ın onlara yardım etmesi için çok dua etmeleri gerektiğini söyler. Bu nedenle de mücadeleden kaçar.

İşte bu yüzden “Zenginler daha fazla vermemelidir” diye yazılmıştır. Bu, zenginin kendi anlayışına göre çok fazla dua ettiğini düşünmemesi gerektiği anlamına gelir. Aksine, belirli bir eksiklik ve ihtiyaç ölçüsü vardır ve tam olarak çok dua ederek, kişi sahip olduğundan daha büyük bir eksiklik alır. Demek ki, büyük bir ışık büyük bir eksiklik yani alma arzusunun yönetimi altında sürgünde olması ve dışarı çıkamaması anlamında bir eksiklik hissine sahip olmayı gerektirir.

Kişi gerçek bir acı çekmediği sürece, bu yine de “yarım şekel sayılan bir dua” olarak adlandırılacak kadar gerçek bir eksiklik olarak kabul edilmez. Çalışmada duanın bir eksiklik olduğunu bilmeliyiz, yani kişinin yüreğinde eksikliğini hissettiği şeye “dua” denir, ağzıyla söylediği şeye değil. Bilgelerimizin dediği gibi, “Dua kalpteki çalışmadır”, yani kalbin eksikliğini hissettiği şeydir. Kişi sahip olmadığı şeylerden dolayı kalbinde ne kadar eksiklik hissediyorsa, duanın büyüklüğü de o ölçüde ölçülür.

Şekel ile ilgili olarak, Zohar bunun eksiklikleri ve doyumları tarttığımız terazi ile ilgili olduğunu açıklar, zira bunlar ışık ve Kli olarak kabul edilirler. Dolayısıyla, ışık sadece uygun Kli’ye gelebilir, çünkü doyum için eksiklik kalptedir. Bu nedenle ışık da kalpteki duyguya gelir ve dua ederken ağzın söyledikleriyle hiçbir ilgisi yoktur.

Bu nedenle, kişi duada yarısını verdiğinde, ki bu kalpte bir eksiklik hissidir, Yaradan ışığı verecektir, ki bu da Keduşa’dır. Hem eksiklikten hem de ışıktan, bir şekel kutsallık çıkacaktır. “Yarım şekel” sözlerinin anlamı budur, çünkü o zaman bu yarım halen kutsallık değildir. Ama Yaradan “İçindeki ışık onu ıslah eder” sözünde olduğu gibi ona ışığı verdiğinde, “kutsallığın şekelinde” yazıldığı üzere, iki yarım da kutsallığın şekelidir.

Şimdi “Ve yoksullar daha az vermeyecektir” sözlerini anlayabiliriz. Yani, erdemler ve iyi nitelikler bakımından fakir olduğunu hisseden ve zayıf bir karaktere sahip olması anlamında fakir olan kişi, Yaradan’ın kendisine yardım etmesi ve içindeki kötülüğün üstesinden gelme gücü vermesi ve ihsan etmek için çalışabilmesi için dua ettiğinde, fakir olduğu için duasını kabul etmemesi durumunda Yaradan’ı erdemin tarafına mahkûm eder.

Kişi bu durumda ne yapmalıdır? Sadece mücadeleden kaçmalı ve bu yolun sadece zenginler için olduğunu söylemelidir. Yazılanlar bizi bu konuda uyarır: “Yoksullar daha azını yapmayacaklar.” Aksine, sürgünden çıkmak ve kurtuluşla ödüllendirilmek için “Her biri ruhu için bir kefaret ödeyecek”. Yaradan için herkes eşittir, “Ve herkes O’nun memnun edilmesi kolay, eşit olduğuna ve küçük ile büyüğü eşitlediğine inanır.”

Başka bir deyişle, Yaradan tarafında ayrımcılık yoktur. Aksine, O herkese cevap verir. Ancak, herkes eksikliğini hissetmeli, neyin eksik olduğunu bilmeli ve bunun için dua etmelidir. Ve duanın kendisi, eksikliği ve Yaradan’dan uzak olmanın acısını artırır. Kişi etmesi gereken tüm duaları ettiğinde, şekelin diğer yarısını alır, ki bu o zaman “kutsallığın şekelinde” diye yazıldığı gibi tüm kutsallıktır.

O zaman “aralarında veba olmayacaktır.” Bunun anlamı, On Sefirot Çalışması’nda yazıldığı gibi, “Günahkârlar yaşamlarında ‘ölü’ olarak adlandırılırlar”, bunun nedeni alma arzusunun Yaradan’dan farklı bir formda olmasıdır ve formun eşitsizliği ayrılık yaratır. Dolayısıyla, Yaşamların Yaşamından ayrılmışlardır. Bu yüzden onlara “ölü” denir. Kişinin vermesi gereken yarım şekel olan dua aracılığıyla, eğer verme tamamlanırsa, Yaradan diğer yarısını, yani ışığı verir. Bu sayede, kişi zaten ihsan etmek için çalışabilir. Bu, Yaşamların Yaşamına bağlı kalmak için Yaradan’la Dvekut ile ödüllendirilmek olarak kabul edilir.

Bu nedenle, kişinin Yaradan’a bağlanma çalışmasına girdiğinde bile mücadeleden kaçmasına neden olan iki tavır vardır. Kişi hakikat yolunda yürümeye başladığında, ona yukarıdan alçaklığı yani ne kadar çok üstesinden gelirse, yukarıdan o kadar çok kalp katılaşması aldığı gösterilir, çünkü şöyle yazılmıştır, “Bu işaretlerimi onun içine yerleştireyim diye.” Bunun anlamı, bu sayede “harfler” olarak adlandırılan Tora ışığının ifşa edilmesi için yer açılacağı ve bunun kişiyi ıslah edeceğidir. Yani, Kli olmadan ışık olmadığından, kalbin katılaşması yoluyla, eksiklik yeterince ortaya çıkar ve Yaradan ölçünün ne zaman yeterli olduğunu, Kli’nin ne zaman tamamlandığını bilir.

Bu nedenle, bazen bir kişi kendi görüşüne göre zaten çok dua ettiğini, ancak Yaradan’ın onu fark etmediğini gördüğünde mücadeleden kaçar. O zaman, bazen bir kişi duasını kabul etmediği için Yaradan’ı erdemin tarafına mahkûm eder ve bunun her şekilde, erdemlerde ve iyi niteliklerde vb. zayıf bir karaktere sahip olduğu için olduğunu söyler.

Bu konuda “Fakir daha az vermemelidir” denmiştir, yani kişi kendini küçümsememeli ve Yaradan’ın kendisi gibi alçak bir insana yardım edemeyeceğini söylememelidir, çünkü bu konuda ” Efendi yücedir ve alçak olanlar görecektir” denmiştir.

Ve bazen, kişi mücadeleyi bırakır çünkü zengin olduğunu bilir, yani çok fazla Tora’ya ve birçok iyi eyleme sahiptir ve diğerlerinden üstün olduğunu bilir. Bu nedenle, Yaradan’dan ihsan etmek için her şeyi yapabilmesine yardım etmesini istediğinde, Yaradan’ın neden ona ihsan etmediğini, çünkü bunun için zaten birçok dua ettiğini bilir. Bu nedenle, Yaradan’ın ona cevap vermek istemediğini söyler ve bu nedenle de kaçar.

Ve yine de kişi her zaman üstesinden gelmelidir.

Telif Hakkı © 1996 - 2015 Bnei Baruh. Tüm hakları saklıdır.
Bu sitede sunulan tüm materyal, Bnei Baruh Kabala Eğitim ve Araştırma Enstitüsü tarafından dünyanın ıslahı ve hayatın iyileştirilmesi amacı ile sunulmaktadır.
Bu nedenle, içeriği değiştirilmediği ve kaynağına gönderme yapıldığı takdirde, tüm materyalin kullanımına ve dağıtımına izin verilmiştir.
19 - 0,096