Yaşadığımız ekolojik problemler, Doğa ile dengede olmadığımızı gösteren işaretlerden başka bir şey değil. Ekolojik krizi çözmek için, Doğa’nın kanunlarını öğrenmeli ve aynı prensipleri toplumda uygulamaya koymalıyız.
Başka bir deyişle, Doğa’nın genel kanunlarını, insani seviyede uygulamalıyız. Yani, Doğa’nın, ortaklaşa yaşam ve karşılıklı yardımlaşma prensibini benimsemeliyiz.
Bu, her insanın, diğerlerinin ihtiyaçlarını karşılaması anlamına mı gelir? Evet, öyle. Ve ütopik görünüyor. Hatta günümüz dünyasında, insanlar arasında sevgi haricinde her şey akla yatkın geliyor. Şiddet, suç, uyuşturucu bağımlılığı, depresyon, intihar, fakirlik ve ayrımcılık rutin hale geldi ve normal karşılanır oldu. Bu hasta davranışların hiçbirini teşvik ediyor değiliz, ama bunları yaşamın engellenemez “yan etkileri” olarak görüyoruz. Doğru mu?
Yanlış. Aslında, yukarıda saydıklarımızın tümü, tamamen doğaya aykırı.
Doğa, hatasızdır ve kusursuz bir uyum içindedir. Dünyadaki bütün problemler, bizim Doğa’ya aykırı davranmamızdan kaynaklanıyor. Doğa’nın ayrılmaz bir parçası olduğumuz bilincinden yoksun oluşumuz, ekolojik kriz gibi problemlerle egoist tavrımız arasındaki bağlantıyı kurmamıza engel teşkil ediyor. Hâlbuki gerçekte, yaptığımız her şey Doğa’nın bütün seviyelerini etkiliyor. Tabii, ekolojiyi de…
Doğa’ya karşı kayıtsız oluşumuzla, birbirimize saygısızlığımız, bütün dengeyi altüst ediyor. Zaten, birbirimizle olan ilişkimizi düzeltmeden, çevreyle olan münasebetimizi düzeltmemiz de mümkün değil.
Al Gore’nin dünyaya yaptığı içten çağrı kesinlikle çok önemli. Evet, uyanmalıyız ve problemlerimizle yüzleşmeliyiz. Ama bunu yapabilmek için, Doğa’nın tüm elemanlarıyla ve birbirimizle dengeye gelmemizi mümkün kılacak bir metoda ihtiyacımız var.
Kabalistler, kitaplarında, işte bu metodu anlatıyorlar… Gerçek pozitif değişime götüren yolu, adım adım açıklıyorlar. Bu değişim, birbirimizle olan ilişkilerimizi düzeltmekle başlayıp, yaşamın her alanında mükemmelliğe götürüyor.