e-posta ile Paylaş

GÖNDER

Kabala İlmi, dünyadaki tüm ilimleri kapsar.
Baal HaSulam “Özgürlük”
“Bu ilim, gizliliğin sonunda çocuklara bile ifşa olacaktır.”
Baal HaSulam “Kabala Öğretisi ve Özü”
Son neslin günleri yaklaştığında, çocuklar bile, kurtuluşu ve sonu bilip, bu ilmin sırlarını bulacaklardır.
Sulam’ın Önsözü ile Zohar Kitabı
“Ben’i arayanlar, Ben’i bulacaklar” ve yazdığı gibi , “Aradım ve bulamadım, buna inanmayın.”
Baal HaSulam “On Sefirot Çalışmasına Giriş”
MENÜ

KABALA KÜTÜPHANESİ

Ana Sayfa > Baruh Halevi Aşlag (Rabaş) > Kabala Kütüphanesi > Makaleler > Kişinin Testi Geçtiğini Kim Bilmelidir?

Kişinin Testi Geçtiğini Kim Bilmelidir?

Makale No.28, 1989

Zohar şöyle der (BaMidbar, Madde 7), “Tora ve tapınak kurulduğunda, Yaradan Tora’nın ordularını, Tora’da ve ZA’de kaç ordu olduğunu ve tapınakta kaç ordu olduğunu saymak istedi. Bu nedenle, ZA ve Malhut’un orduları olan İsrail sayılmıştır ve bu nedenle, onlar tarafından bilinirler.”

Bu konuyu, yani Yaradan’ın kaç ordu olduğunu bilmek için İsrail’i saymak istemesi meselesini anlamalıyız. Kimin bilmesi gerekir? Yaradan’ın mı? Ancak, her şey O’na açıktır ve O’nun tarafından bilinir. Sayıyı bilmek için aşağıda onları gerçekten sayması mı gerekir? Bu nedenle, Yaradan’ın, ZA ve Malhut’un ordularının sayısını bilmek için İsrail’i saymaktan bahsetmesinin kimin ihtiyacı için olduğunu söyleyebiliriz, şöyle yazıldığı gibi, “Yaradan Tora’nın ordularını saymak istedi, Tora’da kaç ordu vardır”?

Baal HaSulam, İbrahim ile ilgili söylenenlerle alakalı benzer bir soru sormuştur: “Ve O dedi ki, ‘Elini delikanlıya doğru uzatma ve ona hiçbir şey yapma, çünkü şimdi biliyorum ki Tanrı’dan korkuyorsun.’” Şöyle sordu; Yaradan, İbrahim’in Tanrı’dan korktuğunu imtihandan önce bilmiyor muydu? O halde “çünkü şimdi biliyorum” ne anlama gelir?  “Çünkü şimdi biliyorum” demek, sınavı geçtiğinize göre artık Tanrı’dan korktuğunuzu biliyorsunuz anlamına gelir demiştir.

Yine de kişinin Yaradan’dan hangi amaçla korktuğunu bilmesi gerektiğini anlamalıyız. Bu, kişiye çalışmada tatmin verebilir çünkü dünyada yapacak başka ne vardır ki, bilgelerimizin söylediği gibi (Berahot 33), “Rabi Hanina şöyle söyledi, ‘Tanrı korkusu dışında her şey Tanrı’nın elindedir.’” Bu, her şeyi Yaradan’ın yaptığı, insanın yapması gereken tek şeyin ise Yaradan’dan korkmak olduğu anlamına gelir, şöyle söylendiği gibi “Ve şimdi, İsrail, Tanrın Efendin senden korkmandan başka ne istiyor?” Öyleyse, kişinin Yaradan’dan korktuğunu bilmesi için neden bir sınavdan geçmeye ihtiyacı vardır? Yaradan’dan korkup korkmadığını bilmemesi daha iyi olurdu ve bu da kişide, Yaradan’dan korkan biri haline gelmek için kutsal çalışmayı artırma ihtiyacına neden olurdu.

Bilgelerimizin şöyle söylediğini görüyoruz (Berahot 61b), “Raba dedi ki, ‘Kişi tam anlamıyla erdemli olup olmadığını ruhunda bilmeli’.” Burada da aynı soru geçerlidir: Kişi kendi durumunu bilmeye neden ihtiyaç duyar, zira bunu bilmek ona tatmin verecektir, o halde bunu bilmenin çalışmadaki faydası nedir?

Tüm bunları anlamak için, kutsal çalışmada sahip olduğumuz iki ilkeyi hatırlamalıyız: 1) Yaratılışın amacı, bu, O’nun yarattıklarına iyilik yapmasıdır, yani yaratılanların haz ve mutluluk almasıdır. Bu haz ve mutluluk alma durumuna ulaşmadan önce tamamlanmaya, yani yaratılışın amacına ulaşmış olmayız. 2) Yaratılışın ıslahı. Bilinir ki, utanç ekmeğine sahip olmamak için yani yaratılanların haz ve mutluluğu aldıktan sonra rahatsızlık duymaması için Tzimtzum [kısıtlama] ve gizleme yapılmıştır ve bu nedenle yaratılış amacından haz ve mutluluk duymazlar, kendileri için değil, Yaradan için çalışırlar. Bu, kişideki utancı ortadan kaldırır çünkü dünyada sahip olduğu her şey kendi iyiliği için değil, Yaradan, yarattıklarının dünyada haz almalarını istediği için olacaktır ve onların bundan haz almalarının tek nedeni budur. Kendileri için, yani haz almak istedikleri için haz almayı istemezler ve dünyadaki tüm hazlardan vazgeçerler.

Yani, kişi, kendisi için bir şey almak istemiyordur, tam aksine her şeyde, eğer haz ve mutluluk alması yukarıya bir memnuniyet getirecekse ancak o zaman haz ve mutluluk alacağını düşünür. Aksi takdirde ondan vazgeçer. Buna “yaratılışın ıslahı” denir yani yaratılışın amacı bir kıyafetlenme vasıtası ile edinilir ve bu kıyafetlenme, haz ve mutluluk geldiği zaman utancın içeri girmesine izin vermez. Bu giysi “ihsan etme arzusu” olarak adlandırılır.

Artık çalışmada korkunun ne olduğunu anlayabiliriz. Daha önce korku hakkında şöyle söylenmiştir, “Tanrı korkusu dışında her şey Tanrı’nın elindedir.” Fakat bu, neden Tanrı’nın elinde değildir? Öğrendiğimiz üzere, her şeyi Yaratan’a atfederiz yani yaratılan varlıklara her şeyi Yaradan verir. Vermemek Yaradan’a ait değildir, çünkü O’nun arzusu yarattıklarına iyilik yapmaktır.

Çünkü korkunun anlamı “Zohar Kitabına Giriş” (Madde 203’te) yazıldığı gibidir, “Korku, kişinin, Yaradan’ına hoşnutluk getirmekte başarısız olacağından korkması demektir.” Bu nedenle, Yaradan’dan kendisine haz ve memnuniyet vermesini istemekten kaçınır, çünkü bu Yaradan rızası için değil de kendisi için olabilir ve bu da Klipot’a [kabuklara] giden bolluk olarak kabul edilir. Buradan, almamak için duyulan korkunun insana özgü olduğu sonucu çıkar, yani kişi, Yaradan rızası için olmayacağı korkusuyla almak istemez. Bu çalışma kişiye aittir. Yani, almak için almamayı aşağıdakilere atfederiz, çünkü Yaradan’ın bakış açısından, O yalnızca ihsan eder.

Buna HaVaYaH adı verilir, burada farklılıklar yoktur, şöyle yazıldığı gibi, “Ben Efendiniz [HaVaYaH] değişmem.” Aksine, O, her zaman vermek ister. Bu nedenle, almaktan ötürü duyulan korku yaratılanlara aittir ve onların yapması gereken tüm çalışma budur. Dünyadaki tüm ıslahlar bu noktayla ilgilidir -kendi menfaatimiz için hiçbir şey almadığımız bir dereceye gelmek için kendimizi ıslah etmek, bilgelerimizin şöyle söylediği gibi, “Tüm işlerin cennet için olacaktır.”

Şimdi bu farkındalığı, yani kişinin Tanrı korkusuna sahip olması farkındalığını yorumlayabiliriz. Kişi, gidip Yaradan’dan kendisine Tora’nın ışığını vermesini isteyebilmek için bunu bilmelidir, orada hakiki haz vardır, bu, “O’nun yarattıklarına iyilik yapma arzusu” olarak adlandırılır. Cennet korkusuna sahip olması nedeni ile hâlihazırda birçok sınavdan geçtiğini ve bunlara dayandığını kendi gözleriyle görür, yani kişi zaten kendinden emindir, aldığı her şey ihsan etmek için olacaktır. Aksi halde bu sınavlara dayanamazdı çünkü kişinin bir sınava dayanamamasının tek nedeni, kendisi için alma arzusuna batmış olmasıdır. Ancak, yalnızca kendi menfaati için haz alma yolundan ayrılmış bir kişi, her hazda, ilk önce bunun Yaradan’a ne gibi bir memnuniyet getireceğini inceler, sonra haz alır.

Buna “şimdi artık Biliyorum ki Yaradan’dan korkuyorsun” denir, yani kişi hâlihazırda bu farkındalığa sahiptir. İşte o zaman, bu koşul “ihsan etmek için ihsan etmek” olarak adlandırılır. Daha sonra, “insanın çalışması” adı verilen Yaradan korkusu derecesini edindiğinde kişi ileri gitmeli ve Yaradan’dan, O’nun yarattıklarına vermek istediği hazzı ve mutluluğu kendisine vermesini istemelidir çünkü Yaradan’a memnuniyet vermek istiyordur ve kişinin hazzı O’nun düşüncesini gerçekleştirmektir – yani yaratılanların O’ndan haz ve memnuniyet almasıdır. Kişinin tüm hazzı budur. Bu nedenle kişinin bu farkındalığa ihtiyacı vardır.

Şimdi Zohar’ın söyledikleri hakkında sorduğumuz şeyi yorumlayabiliriz, “Tora ve tapınak kurulduğunda, Yaradan Tora’nın ordularını, tapınakta kaç ordu olduğunu saymayı diledi.” Bunu kimin bilmesi gerekiyor diye sorduk. Yaradan bunu saymadan dahi bilmez mi? Cevap İbrahim’in cevabı ile aynıdır, “şimdi biliyorum”, yani Yaradan, şimdi artık İbrahim’in de Yaradan’dan korktuğunu bildiğini biliyordur.

Bunu da benzer şekilde yorumlamalıyız, yani İsrail halkının şimdi artık hangi dereceye sahip olduklarını, Tora’nın niteliklerine mi yoksa tapınağın niteliklerine mi ait olduklarını bilebilmek için bu farkındalığa ihtiyacı vardır. Orada, Tora ve tapınağın, ZA ve Malhut’a ait olduğunu söyler yani “Yaradan’ın, Kendi Şehina’sı [Kutsallık] ile birleşmesi” anlamına geldiğini söyler. Zohar’ın “Tora’da kaç ordu var” demesinin nedeni budur, yani hangi dereceye ait olduklarını bilmek için, “tapınakta kaç ordu var” der, yani bunların kaç tanesi Şehina’ya aittir. Buradan, saymanın tüm amacının yalnızca insanın bilmesi için olduğu sonucu çıkar. Yaradan’a gelince, O, elbette her şeyi saymadan bilir.

Buradan, en önemli olanın, insanın kendisinin hangi koşula ait olduğunu bilmesi olduğu sonucu çıkar. Bu, Rabba’nın söylediği gibidir, “Kişi, tam bir erdemli olup olmadığını kendi ruhunda bilmelidir.” Tüm bunlar, kişinin doğru yolda olup olmadığını anlaması içindir, yani yaratılma amacına ulaşmak için ne yapması gerektiğini bilir, şöyle söylendiği gibi, “böylelikle, boşu boşuna uğraşmayacağız.”

Sıradan bir kişinin, genel halk tarafından kabul edilenden çıkarak bireysel bir işçi haline gelme gücüne sahip olabilmesi yani bireysel olarak ne yapması gerektiğini, nasıl son derece dikkatli olunacağını ve yalnızca kendi çıkarı için çalışmak zorunda kalmaktan nasıl kurtulacağını anlamak için Hayata Dair Konuşmalar (s 34) adlı kitaptan Lublin Kâhini öyküsünü sunacağım.

“Mogalitza Hahamı bir keresinde, Lublin Hahamı, Kiduş’tan [Şabat’ın başlangıcından] önceki Şabat arifesinde, odasına kapatıldığında, hahamın aniden kapıyı açtığını ve evin kendisinin en büyük öğrencilerinden olan yüce hahamlar ve bilgelerle dolu olduğunu söyledi. Haham onlara döndü ve şöyle dedi: ‘Şöyle yazılmıştır ‘ve O’ndan nefret edenlerin yüzlerine karşı, onları yok etmek için onlara karşılık verir.’ Tercümesi şudur, O, Kendi düşmanlarına, onları bir sonraki dünyadan yok edebilmek için, yaptıkları iyiliklerin, iyi eylemlerin karşılığını bu dünyada verir. (Açıklama: Yaradan, O’nun düşmanlarına, bu dünyada yaptıkları iyiliklerin karşılığını onları kaybetmek, yok etmek için öder ki bir sonraki dünyaya sahip olamasınlar.) Bu nedenle sizlere soruyorum, kötü bir adam paranın peşindeyse bunu anlayabilirim, tamam, kendisine yüklü bir ödeme yapılır. Ve eğer kötü olan saygının peşindeyse, kendisine büyük miktarda saygı verilir. Ancak bu kötü olan kişi ne saygı ne de parayı istiyor, bunun yerine dereceleri seviyor veya bir haham ya da öğretmen olmak istiyorsa, ona nasıl ödeme yapılır? Bu dünyada yaptığı iyilikler – onu bir sonraki dünyadan uzaklaştırır (Açıklama: Bu dünyada iyilik yapan o insanlara nasıl ödeme yapılıyor ki onlar bir sonraki dünyaya gitmesinler?) Hakikaten, haham olmak isteyene ve öğretmen olmak isteyene bu yukarıdan verilir, dereceleri sevene ise dereceler verilir ki bir sonraki dünyayı kaybetsin.’ Sonra derhal kapıyı kapattı.” Hikâye buraya kadardı.

Bu hikâye, ihtiras ve saygıdan vazgeçtiklerinden kendilerini tamamlanmış sanan insanların var olduğunu gösterir. İhtiras veya onur peşinde olan insanlarla ise, bu kişilerle konuşmak şöyle dursun, onlara bakmaya bile değmez gözüyle bakarlar. Yani, alma arzularını tatmin etmek için Tora ve Mitzvot’u [emirler/iyi işler] yerine getiren insanları görürler, ancak ihtirasa kesin olarak izin verilir, aksi halde iyi eylemler gerçekleştirmiş sayılmazlar. Ve ayrıca, Tora ve Mitzvot’u saygı görmek için yerine getirenleri görürüler, oysa onlar, yani yüksek dereceler, haham ya da öğretmen olmak isteyenler ise muhtemelen bunu genel halkın iyiliği için istediklerini düşünürler.

Lublin Kâhini bu kişiler hakkında, onların, Yaradan’dan nefret edenler olduklarını söylemiştir. Ancak, Tora ve Mitzvot ile meşgul olduklarından, Yaradan, onları istedikleri şeye yani Yaradan’dan kendilerine vermesi için dua ettikleri şeye göre ödüllendirir. Buradan, Yaradan’ın, onların isteklerini yerine getirdiği sonucu çıkar. Ancak bilmelidirler ki almaları, Yaradan kendilerinin isteğini yerine getirdiği içindir, ancak bilmeleri gerekir ki, Yaradan’ın kendi dileklerini yerine getirmesini istemekle, bir sonraki dünyayı kaybetmişlerdir, çünkü bu şekilde Yaradan’dan nefret eden kişiler haline gelirler, şöyle yazıldığı gibi “ve onlara, O’ndan nefret edenlerin yüzlerine karşı, onları yok etmek için karşılık verir.” O halde, istediklerini almakla, yani O’nun, kendi isteklerini yerine getirmesiyle, bu nedenle, bir sonraki dünyayı kaybedeceklerini bilmelidirler.

Burada anlaşılması gereken iki şey vardır: 1) Bu dünyada ödüllendirilirlerse, neden bir sonraki dünyayı kaybetmek zorundalar? Bilgelerimiz şöyle söylemiştir (Berahot 8a), “Yaptığı çalışmadan haz alan kişi, Yaradan’dan korkandan daha yücedir.” Ve Yaradan’dan korkan bir kimse hakkında şöyle yazılmıştır, “Efendimizden korkan adama ne mutlu.” Verdiği emekten haz alan kişi hakkında şöyle yazılmıştır: “Kendi emeğinle yersen, ne mutlu sana bu dünyada, ne mutlu sana bir sonraki dünyada.” Dolayısıyla görüyoruz ki, bu dünyada mükâfatlandırılan bir kişinin bir sonraki dünyada kaybetmesi gerekmiyor. Öyleyse, Yaradan’dan nefret edenler ile ilgili olarak, bu dünyada ödül alıyorlarsa, neden kaybettiklerini söylüyoruz?

2) Kişi, “İyi eylemler” olarak adlandırılan Tora ve Mitzvot’u yerine getiriyorsa neden Yaradan’dan nefret ediyor olarak kabul edildiğini anlamalıyız.

Kötü eğilimin “düşman” [nefret] olarak adlandırıldığını görüyoruz, şöyle yazıldığı gibi, “Düşmanınız açsa, ona ekmek verin.” Kötü eğilimin neden kişinin düşmanı olduğunu anlamalıyız. Bilakis o, kişiye, kendi kendine eziyet etmesi için değil, keyfine bakması için günah işlemesini öğütler. Buradan, insanı neşelendiren bir şeye aslında “sevgi dolu” denmesi gerektiği sonucu çıkar, o halde buna neden “nefret” denir?

Bu dünyadaki tüm çalışmamızın Yaradan ile Dvekut [bağlılık] ile ödüllendirilmek için olduğunu söyleyen bilgelerimize inanmalıyız. Yani O, yaratılanlara haz ve memnuniyet vermeyi diler, bu “yaratılışın amacı” olarak adlandırılır. Ancak, ihsan etmek için çalışmak üzere alma arzumuzu ıslah etmeden bunu bize vermesi mümkün değildir, aksi takdirde utanç duyarız.

Bu nedenle, “form eşitliği” denen Dvekut’a ihtiyacımız vardır, yani Yaradan’dan almak istediğimiz tüm haz ve memnuniyet kendi iyiliğimiz için değildir, çünkü otoritemizi iptal etmek ve (yalnızca) tek bir otoriteye sahip olmak isteriz: Yaradan’ın otoritesi. Ancak ondan sonra “O söyledi ve O’nun isteği yerine getirildi” deki hakiki haz ve mutluluğa sahip olabiliriz, yani Yaradan’ın arzusu tamamen yerine getirilmiştir, yani yaratılanlar, Yaradan’ın onlara vermek istediğini yani haz ve mutluluğu alabilirler.

Kötü eğilim, kişiyi Yaradan rızası için değil, kendi menfaati için çalışmaya sevk eder ve böylece kişiye zarar verir. Bu nedenle “kötü eğilim” denmiştir.

Şimdi şu soruyu anlayabiliriz, neden kişi Tora ve Mitzvot’u yerine getirdiğinde ve iyi eylemler gerçekleştirdiğinde -ve bunların iyi eylemler olduğunun kanıtı, Yaradan’ın onu iyi eylemleri için ödüllendirmesidir- yine de kendisine “Yaradan’ın düşmanı” denir? Şöyle yazıldığı gibi “ve onlara, O’ndan nefret edenlerin yüzlerine karşı onları yok etmek için karşılık verir.” Bu böyledir çünkü kişi, her ne kadar iyi eylemler yapsa da bu, Yaradan’ı sevdiği için değil, Yaradan’ın bunun karşılığında kendisini ödüllendireceğine inandığı için böyledir. Yaradan’ı sevdiği için değil, kendi menfaati için çalışır, Tora ve Mitzvot’u yerine getirir.

Ancak şunu anlamalıyız, 1) Bir başkası için çalışan, ödüllendirilmeyi hedefleyen ve Yaradan için çalışmayan kişi veya O’nun emirlerini, O’na olan sevgisinden dolayı yapan ve yerine getiren kişi bu durumda O’nun düşmanı mı kabul edilmelidir? Burada, kişinin O’nun için, O’na olan sevgisi için değil, kendine olan sevgisi için çalıştığını söyleyebiliriz. Ancak bu kişi neden Yaradan’ın düşmanı olarak görülür? Kendi menfaati için çalışıyorsa onu Yaradan’ın düşmanı yapan nedir?

2) Yaradan’ı sevme emrinin anlamı nedir? O, bizim Kendisini sevmemizi mi istiyor? Bizim sevgimize ihtiyacı var mı? O eksik mi ve bu nedenle mi bize Kendisini sevmemizi emretti? Şöyle yazıldığı gibi “Ve Tanrın Efendin’i seveceksin”? Cevap şudur, O, bize Kendisini sevmemizi bizim iyiliğimiz için emretmiştir. Yani, O’nu sevmek, bizim Tora ve Mitzvot’u yerine getirmemizi sağlayacaktır. Diğer bir deyişle, Tora ve Mitzvot’u O’nu memnun etmek, için yerine getiririz, çünkü sevgi, doğası gereği kişiyi onlara, sevdiklerine memnuniyet vermeyi istemeye mecbur eder.

Bu, tıpkı ebeveynlerin çocuklarına karşı duyduğu sevgiye benzer. Onlar, çocuklarının mutlu olmasını ister ve onları sevdiklerinden, hayattan zevk alsınlar diye sürekli onlar için verici olmaya çalışırlar. Ders şudur, onlar Tora ve Mitzvot’u Yaradan’a olan sevgileri nedeniyle yerine getirirler. Doğal olarak karşılığında hiçbir şey istemezler. Böylece, Yaradan’ın kendilerine vermek istediği hazzı ve memnuniyeti alma kaplarında değil, ihsan etme kaplarında alacaklardır. Yani, Yaradan’ın bundan memnun olduğunu, yaratılışın amacının yani O’nun yarattıklarına haz ve memnuniyet vermek istemesinin, O’nun istediği şekilde gerçekleştiğini bildiklerinden haz ve mutluluk duyarlar. Başka bir deyişle, onların hazzı ve mutluluğu alışlarında bir bütünlük vardır ve bu nedenle içlerinde utanç olmaz.

Tora ve Mitzvot’u ödül için, yani karşılığında bir ödül istediği için yerine getiren kişi, Yaradan’ın düşmanı olarak kabul edilir, çünkü Yaradan’ı engeller ve Yaradan’ın istediği şeyi – yani yarattığı varlıklara verme arzusunu- geciktirir ki bu Yaradan’ın memnuniyet duyduğu şeydir. Ve o kişi bunun gerçekleştirilmesini geciktirir çünkü orada Kli [kap] ve bolluğun alınması üzerindeki utancı gideren kıyafetlenme orada eksiktir. Kişi bu nedenle Yaradan’ın düşmanı olarak kabul edilir.

Kişi, “Arınmaya gelene yardım edilir” diyen bilgelerimizin sözlerine inanmalıdır. Bu demektir ki, kişi arınmaya geldiğinde yani Tuma’da [kirlilikte] olduğunu ve Keduşa’dan [kutsallıktan] hala çok uzak olduğunu hissettiğinde, bu farkındalığın yukarıdan geldiğini söylemesi gerekir. Yani, arınmak için gelmesinin nedeni, yukarıdan yardım alması ve Keduşa’dan uzakta olduğunun kendisine bildirilmiş olmasıdır.

Bu, kişi bu farkındalığı takdir etmeli ve bunun, Keduşa’dan uzak olmasından dolayı kendisi ile ilgili bir memnuniyetsizlik hissetsin diye “yukarıdan bir uyanış” olduğunu söylemesi gerektiği anlamına gelir. Normalde, kişinin Yaradan ile Dvekut eksikliği nedeniyle duyduğu bir endişe yoktur. İnsan herhangi bir şeyin eksikliğini hissedebilir ve ona sahip olmadığı için üzülebilir. Ancak, Yaradan’dan uzak olmanın acısını hissetmez, kişi ne kadar uzak olursa olsun yokluğunu, hissettiği daha önemli kaygıları olduğundan bunu fark etmez.

Ancak nadiren bu kadar aşağılık bir durumda olduğu için utanmaya başladığını hisseder. Bunun öncesinde, daha önceki zamanlarda da aynı durumda olmasına rağmen bunu fark etmemiştir. İşte o zaman kişi bunun kendisine yukarıdan geldiğine inanmalıdır, “Arınmaya gelene yardım edilir” sözlerinde olduğu gibi. Diğer bir deyişle, arınmaya neden şimdi gelmiştir ve içinde bulunduğu bu alçaklık durumuna neden artık tahammül edemiyordur? Kişi bunun kendisine yukarıdan geldiğini söylemelidir.

Ancak kişi, “Bu farkındalık bana yukarıdan gelene kadar bekleyeceğim ve sonra kendimi arındırmam gerektiğini düşüneceğim” dememelidir. Baal HaSulam bununla ilgili, bu, kişi için hakikate dönüşmeden önce, kişinin “Ben kendim için değilsem, kim benim için?” demesi gerektiğini söylemiştir yani bana yalnızca ben yardım edebilirim, eğer kendimi hazırlar ve Dvekut’a doğru ilerleten eylemler yaparsam. Sonrasında, yani bu, kişi için hakikate dönüştükten sonra, her şeyin yukarıdan geldiğini söylemeli, “Gücüm ve elimin kudreti bana bu zenginliği kazandırdı” dememelidir.

Bu nedenle görüyoruz ki, dayandığı tüm sınavlara istinaden kişi, bir yandan güçlü bir insan olduğunu bilmelidir, şöyle yazıldığı gibi, “şimdi artık Yaradan’dan korktuğunu biliyorum” yani kişi güçlü, kudretli olanlardandır. Öte yandan, “Yaradan bana yardım etti” demelidir. Ancak hangi taraftan olursa olsun, imtihanı geçtiğini görür. Bunu bilmek kişiye, şimdi artık Yaradan’dan kendisini serbest bırakmasını ve hedef ulaşmasını talep edebileceği konusunda güven verir.

Telif Hakkı © 1996 - 2015 Bnei Baruh. Tüm hakları saklıdır.
Bu sitede sunulan tüm materyal, Bnei Baruh Kabala Eğitim ve Araştırma Enstitüsü tarafından dünyanın ıslahı ve hayatın iyileştirilmesi amacı ile sunulmaktadır.
Bu nedenle, içeriği değiştirilmediği ve kaynağına gönderme yapıldığı takdirde, tüm materyalin kullanımına ve dağıtımına izin verilmiştir.
19 - 0,090