e-posta ile Paylaş

GÖNDER

Kabala İlmi, dünyadaki tüm ilimleri kapsar.
Baal HaSulam “Özgürlük”
“Bu ilim, gizliliğin sonunda çocuklara bile ifşa olacaktır.”
Baal HaSulam “Kabala Öğretisi ve Özü”
Son neslin günleri yaklaştığında, çocuklar bile, kurtuluşu ve sonu bilip, bu ilmin sırlarını bulacaklardır.
Sulam’ın Önsözü ile Zohar Kitabı
“Ben’i arayanlar, Ben’i bulacaklar” ve yazdığı gibi , “Aradım ve bulamadım, buna inanmayın.”
Baal HaSulam “On Sefirot Çalışmasına Giriş”
MENÜ

KABALA KÜTÜPHANESİ

Ana Sayfa > Baruh Halevi Aşlag (Rabaş) > Kabala Kütüphanesi > Makaleler > Çalışmada “Kusuru Olan [Fedakârlık] Etmez” Nedir?

Çalışmada “Kusuru Olan [Fedakârlık] Etmez” Nedir?

Makale No. 25, 1989

Zohar’da (Emor, Madde 41) şöyle yazılmıştır: “‘Onların nesilleri boyunca senin tohumundan kim olursa olsun, bir kusuru vardır.’ Rabi Yitzhak şöyle söyledi, ‘Çünkü o kusurludur ve kusurlu olan kutsalda hizmet etmeye uygun değildir.’ Kusurlu olanın kendisine inancının olmadığını ve o kusurun da kendisine şahitlik ettiğini tespit ettik. Herkesten daha eksiksiz ve inanç dolu olması gereken bir rahip için durum bundan daha da fazlasıdır.”

Şunu anlamalıyız: Buna göre, kişi kusurlu olarak doğmuşsa, Yaradan’a olan inancı edinmek için bir seçeneği var mıdır veya başka seçeneği yoktur ve inançsız mı kalmalıdır? O kişiye, “Önce doktorlara gidip seni kusurundan iyileştirip iyileştiremeyeceklerini öğren, ondan sonra gelip inanç hakkında bilgi edinebilirsin ” denilse ne yapmalıdır? Bu olabilir mi?

Mesele şu ki her şeyi dal ve kök açısından öğreniyoruz. Bu, Tora’da ifşa olan kısımdır, yani Mitzvot’un [emirler/iyi eylemler] tüm çalışması bize dal ve kök yoluyla verilmiştir. Ancak gizli olandan, yani eylemden değil de niyetten söz ederken her şeyi çalışmaya göre yorumlarız. Bu nedenle, “kusur veya bozukluk” olarak adlandırılan şey eylemle değil amaç ile ilgilidir.

Maneviyatta, kusurların ve bozuklukların nereden uzandığını bilmeliyiz. Onlar, Keduşa’nın [Kutsallığın] kıvılcımları Klipot’a [kabuklara] düştüğünde meydana gelen parçalanma nedeniyle bize gelirler. Bu kıvılcımlar sayesinde Klipot, haz almak için çalıştığında ona haz vererek, kişiyi Yaradan çalışmasından uzaklaştırma gücünü kazanmıştır ve kişi kendi yararına olan Kelim’de [kaplarda] aldığı hazdan vazgeçemez ve Yaradan rızası için çalışamaz.

Kişi ihsan etme çalışmasıyla meşgul olduğunda, tüm bu eylemlerde hiçbir tat veya koku olmadığını hisseder. Kişi üstesinden gelerek, ihsan etme eylemlerini gerçekleştirdiğinde, bu çalışma tüm organlarla olmaz. Yani tüm organlar bu çalışmayı kabul etmez. Buradan kişinin kusurlu olduğu sonucu çıkar. Yani, ihsan etme amacı ile çalıştığında, kendisi için değil de yalnızca Yaradan rızası için çalışmak istediğinde, tüm üstesinden gelmelerden sonra bile hala bu çalışmayı kabul etmeyen bazı organları vardır. Buradan kişinin organlarının eksik olduğu sonucu çıkar, bu kutsal çalışmada “kusurlu” olarak adlandırılır.

Tüm bunlar, yani organlarının kişinin çalışmasıyla hemfikir olmaması, ihsan etme çalışmasında bir kusur olduğunu hissettikleri içindir. Dolayısıyla kendileri, yani çalışanlar kendileri, bu çalışmada bir bütünlük olmadığını, çalışmanın tamamen kusurlu olduğunu söylerler. Böyle bir koşulda, yani kendileri çalışmada bir kusur olduğunu söylerken, çalışmada bütünlük olduğu nasıl söylenebilir? Ayrıca kusurları olan bu çalışma Yaradan’a nasıl verilir?

Bedensellikte bu, bir kimsenin bir krala hediye vermesi ve ona sadık bir tebaa olduğunu göstermek istemesine benzer. Ancak kalbi onunla değildir. Yani, kendisine “Kral için çalışmaktan ne elde edeceksin?” diye soran organları vardır. “Onun için özveriyle çalışman karşılığında kralın sana para ödeyeceğini mi sanıyorsun?” Bunu, kişinin kendisinin bu çalışmanın kusurlu olduğunu söylemesi takip eder. Bu, (Midraş Rabbah, Nasso 13’te) şöyle yazıldığı gibidir, “Fırıncısının kötü olduğuna şahitlik eden hamurun vay haline!”

Ancak şunu sormalıyız, kişi neden kendisinin kusurlu olduğunu söyler? Bunun cevabı, inancının olmamasıdır. Kişinin hakiki bir Yaradan inancı olsaydı, O’nun dünyayı İyilik Yapan İyi olarak yönettiğine, Yaradan’ın yüceliğine ve önemine gerçekten inansaydı, o zaman insanın kendi içinde herhangi bir direnç olması mümkün olmazdı. Bu böyledir çünkü doğada küçük olanın büyük olanın önünde tıpkı bir mumun bir meşalenin önünde iptal olduğu gibi ilga olduğunu görürüz; seçme özgürlüğü yoktur. O’nun yüceliği kişinin kalbine yerleşmediği sürece bir seçim vardır, yani O’nun yüce olduğunu söyleme ve seçme -ya O’nun yüce olduğunu edindiği için kendisi tarafından ya da O’nun yüce olduğunu söyleyen başkaları tarafından ve onların görüşünü takip eder. Kişinin daha sonrasında iptal olmamak gibi bir seçeneği olmaz, meşaleye doğru çekilen bir mum gibi çekilmekten başka bir seçeneği yoktur. Ancak o zaman yüce olana hizmet etmeyi büyük bir haz olarak görür ve bundan daha büyük bir mutluluğu yoktur.

Bu nedenle buradan, çalışmada bir kusuru olan kimsenin çalışmasının da kusurlu olduğu sonucu çıkar. Neden kusurludur? Yaradan’a – O’nun dünyanın Kralı olduğuna ve dünyaya İyilik Yapan İyi olarak yönettiğine inancı olmadığı için. Aksi takdirde, tüm organlar yüce Kral’a hizmet etmeyi kabul edeceğinden, hiçbir kusuru olmazdı. Ancak Kral’ın yüceliğine inancı olmadığından, Kral’ın rızası için yaptığı işler kusurludur.

Yani yaptığı çalışma tatsız olduğundan, kişi bunu tüm organlarıyla yapamaz. Buradan çalışmasında birkaç kusur olduğu sonucu çıkar. Ya bir organ eksiktir veya kendisine tat veren herhangi farklı bir şeyle çalıştığında olduğu gibi işlev görmez.

Peki, kendisinin kusurlu olduğunu gören kişi ne yapabilir? Tek çalışması, Yaradan’dan kendisine inancın gücünü vermesini istemektir, Yaradan’ın yüceliğine, büyüklüğüne inanacak güce sahip olmayı istemek, yani Tora ve Mitzvot’ta yaptığı her şeyde, “aşağıdan bir uyanış” olarak gerçekleştirdiği tüm eylemlerle bunu hedeflemelidir, Yaradan, O’nun yüceliğine, büyüklüğüne tüm kalbiyle inanması için kişiye yukarıdan güç verecektir. İşte o zaman yaptığı tüm şeylerde bütünlük olacaktır.

Yani, çalışmasında düşünce, söz ve eylem olacaktır, çünkü tamamlanmış olan her şeyde üç anlayış vardır: 1) eylem, 2) düşünce, eylem yoluyla, Yaradan’ın, kendisine, Yaradan’ın yüceliğine olan inancın gücünü vereceğinin düşüncesi, 3) konuşma, yani dua, çünkü düşünce kişinin Yaradan’a dua etmesine neden olur, buna “konuşma ve dua” denir. Kişi inancın eksikliğini edindiği ölçüde, yani burada dua ölçülür, çünkü kişinin hissettiği, Yaradan’ın doldurmasını istediği eksikliğe “dua” denir. Ancak kişi, Yaradan’a zaten dua ettiğini fakat Yaradan’ın kendisine hala yardım etmediğini zihniyle gördüğünde, dua etme gücünü kaybeder.

Fakat kişinin dua edebilmesi için de dua etmesi gerekir. Bilgelere inanmalı ve şöyle demelidir: “Gördüğüm ve zihnin beni zorunlu kıldığı şeye “mantık dâhilinde” denir. Buna rağmen bilgelerin söylediklerine mantık ötesi inanmalıyım (Berahot 32), “Rabi Hama Bar Hanina şöyle söylemiştir, ‘Kişi dua ettiği halde duasına yanıt verilmediğini görürse tekrar dua etmelidir, şöyle söylendiği gibi, ‘Yaradan’ı umut et, güçlü ol, kalbini kuvvetlendir ve Yaradan’a umut bağla.’” Buradan, bilgelere inanç olmadan kişinin ıslah yolunda hiçbir şey yapamayacağı sonucu çıkar. Bilindiği üzere, “Ev sahiplerinin görüşü, Tora’nın görüşüne zıttır.” Dolayısıyla kişi, Yaradan’ın hizmetkârları arasında kabul edilenler dışında, Yaradan’ın yolunda yollar açamaz.

Temel eksiklik, kişi Tora ve Mitzvot ile meşgul olduğunda ve bedeni ona direnmediğinde, yani kendisine yabancı düşünceler getirmediğinde, bu koşuldayken, sanki dünyevi hayatta büyük bir servet elde etmişçesine yaptığı işten haz alması için duyduğu temel eksikliğin inanç olduğunu düşünmez. Çünkü o zaman tüm dünyanın takdir ettiği önemli bir şeyi elde etmekten dolayı kesinlikle çok ilham alır ve mutlu olur. Öyle bir zamanda aldığı haz ve mutluluk ne olurdu?

Kişi büyük bir Kral’a hizmet ettiğine inanıyorsa, buna neden şimdi sevinemez ayrıca Kutsallık (Keduşa) ile meşgul olmasıyla ilgili olarak neden haz ve mutlulukla dolamaz? Nedeni, inancının olmamasıdır. Bu nedenle kişi azla yetinmemelidir, çünkü kendisinde eksik olan şey en gerekli olan şeydir, bir ek veya bir tamamlayıcı değil. Eğer kişi buna dikkat etmezse, yalnızca eylemde çalışan “genel halk” durumunda kalmalıdır. Ancak şunu da unutmamak gerekir ki, “Hedefi olmayan bir eylem, ruhsuz beden gibidir.” Bu nedenle, kişi üstesinden gelmeli ve tüm diğer çalışanlardan farklı olmalı, Yaradan içini amaçlayan, Yaradan’ın hizmetkârlarına katılmalıdır.

Kişinin sağ çizgide yürümesi gerektiğini, eksik olmadığını, elindekiyle mutlu olduğunu söylemesi gerektiğini öğrenmemize rağmen, sağ çizgide de büyük bir ilham ve coşku olmalı çünkü kişi yüce bir Kral için çalışıyor ve ona hizmet ediyordur. Kişi, Yaradan’ın öneminin büyüklüğünü takdir edemese de sanki bu büyük bir şeymiş gibi azla yetinmekle mutlu olarak, yine de bunun üzerinde çalışmalıdır. Ve büyük önemi hissetmediği gerçeği için hem de biraz olsun maneviyatı kavrayabildiği, maneviyata tutunabildiği için Yaradan’a şükreder. Bunun için Yaradan’a övgüler yağdırır.

Ancak gerçekte düzen, kişinin bütünlük ve azla yetinme olan sağ çizgiden sola kayması gerektiğidir, yani neden hiçbir anlayışının olmadığı ve Yaradan’ın neden maneviyat konusunda kendisine daha fazla idrak vermek istemediği üzerine düşünmektir. Burada bir eksiklik olmalı ve bu iyi eylemlerle düzeltilmelidir, “bilgi fakiri” kalmamalı, aksine, Yaradan’ın, tıpkı O’nun hizmetkârı sayılmak isteyenlere yardım ettiği gibi kendisine de yardım etmesi için her türlü çabayı göstermelidir.

Ancak kişi, çizgileri birbirine karıştırmamaya dikkat etmelidir, aksi takdirde her çizginin asıl gerçekliğini göremeyecektir. Bunun yerine, bir kez mesafeleri gördüğünde ileri gidebilir çünkü şimdi artık iki bacak üzerinde çalışabilir. Bilinir ki insan tek bacak üzerinde yürüyemez, yani tek bacak Yaradan’ı övmek ve O’na şükretmek olarak kabul edilir, bu başlangıçtır. Ve övgü ise, bir ölçüye kadar Yaradan’la konuştuğuna inanabilmesindedir.

Buradan, bir miktar inanç sahibi olduğu ölçüde, Yaradan’a şükrettiği sonucu çıkar. Yaptığı her şey için kendisini ödüllendirdiği ve O’nun emirlerini yerine getirme düşüncesini ve arzusunu verdiği için Yaradan’a şükreder. Bunun için Yaradan’ı kutsayabilir ve O’na şükredebilir.

Her Mitzva [emir/iyi eylemler] için şükretmemiz gerektiği gibi, Tora’yı da kutsamalıyız. Bilmeliyiz ki “kutsamak, şükretmek”, bu nimet için O’nu kutsuyoruz, şükrediyoruz demektir. Bu nedenle, O’nu kutsamıyorsa kişi, Mitzvot’u önemli bir şey olarak görmediği ve bunu, O’nu kutsamaya değecek bir şey olarak hissetmediği içindir.  Yani Yaradan’ın bize verdiği şükür tıpkı hediyeye benzer, âdet olduğu üzere hediye ne kadar olursa bizim şükrümüz, kutsamamız da o kadardır.

Bu nedenle, buradan, kişinin Mitzva’yı gerçekleştirmeye ve onu kutsamaya gelmeden önce, mantık ötesi inancı üstlenmesi gerektiği sonucu çıkar. Yani, Tora ve Mitzvot’un önemini hâlâ hissetmese dahi, bunların çok önemli şeyler olduğuna aklının, mantığının ötesinde inanmalıdır. Kişinin, Tora ve Mitzvot’un büyüklüğünü hissetmeye hâlâ uygun olmaması nedeniyle, “utanç ekmeğinden kaçınmak” diye bir ıslah olduğu için ve bu nedenle de Tora ve Mitzvot’ta bir gizlilik olduğundan, çalışmaya mantık ötesi başlamalı ve duygularımızı hiçe saymalıyız. Aksine, “Gözleri var, görmezler” demeliyiz. Tora ve Mitzvot’un önemine olan inancımız vasıtasıyla üstesinden geldiğimiz ölçüde, ancak bu ölçüde şükredebiliriz. Yani, kişinin Yaradan’a sunduğu şükür, Tora ve Mitzvot’a verdiği önemin derecesine bağlıdır.

Yukarıdakilere göre, bilgelerimizin (Nedarim 81’de) söylediklerini yorumlamalıyız, “Bilge öğrenciler neden oğullarından bilge öğrenciler vermezler? Rabina şöyle söyledi, ‘Çünkü onlar önce Tora’da şükretmezler.’”

Bilge öğrenciler ile ilgili olarak önce Tora’da şükretmediklerinin nasıl söylenebileceğini anlamalıyız. Sonuçta, görüyoruz ki sıradan insanlar [hizmet esnasında] Tora okumaya geldiklerinde, duanın lideri Tora’dan okumaya başlamadan önce, bir dua, bir kutsama söylerler. Ancak bilge öğrencilerle ilgili olarak bilgelerimiz, ilk önce Tora’yı kutsamayan bilge öğrencilerin olduğunu ve bu nedenle onların oğullarının bilge öğrenciler olmadığını söylediler.

Tam kelime anlamıyla açıklandığında bunun birçok yanıt vardır. Ancak tek beden dâhilinde öğrendiğimiz çalışmada, aynı beden içinde bilge öğrenciler ve bilge öğrencilerin oğulları nedir? Bunu, vermemiz gereken kutsiyetin ilk önce niyetle olması gerektiği şeklinde yorumlamalıyız. Yani, bize büyük bir hediye verdiği için Yaradan’ı kutsamak adına, Tora’yı takdir etmeye gönül vermezler. Doğal olarak, yaptıkları kutsama – yani verdiği hediye için Yaradan’a sundukları şükür – olması gerektiği gibi değildir. Buradan, Tora’yı Veren’in öneminden yoksun oldukları sonucu çıkar.

Söylenenlerin içindeki anlam budur, yani onlar ilk önce Tora’yı kutsamamışlardır. “İlk önce” demek, kutsamayı, şükranlarını sunmadan önce bunun önemini düşünmedikleri anlamına gelir ve bu oğullarının, yani anlayışlarının, bilge öğrenciler gibi olmadığı anlamındadır. Yani bunlar, Tora’yı öğrenip de hâlâ Tora’nın görüşüne ulaşamadıklarını görenlerdir, yani Tora’nın görüşünün, otoritenin iptali olduğunu anlamışlardır, bu, kendi çıkarları için çalışmanın iptal etmeleri gereken şey olduğunu anlamaları gerektiği anlamına gelir. Ve görürler ki Tora öğrenmelerine rağmen, bedenin tüm varlığını iptal etmesi ve yalnızca Yaradan için çalışması gerektiğini hala anlamamışlardır.

Bu, bilgelerimizin “Bir adam çadırda ölürse” ayeti hakkında söylediği gibidir. Şöyle söylenmiştir, “Tora ancak onun için canını verende vardır.” Kişi sorar, “Bu anlayışa varmak için neyi düzeltmeliyim?” Bunun nedeninin “ilk önce Tora’yı kutsamamış olmaları” olduğu söylenmiştir. Yani, Yaradan’a, Tora için sundukları şükür, Tora’nın önemini yani Tora’nın bize ne vermesi gerektiğini ve kişinin Tora ve Mitzvot’a hangi amaçla ihtiyacı olduğunu kavrayamadıklarından, tüm kalpleriyle değildir.

Kişi, Tora ve Mitzvot’un kendisine getireceği fayda ve dereceyi düşündüğünde, konunun önemine istinaden Yaradan’ı kutsayacaktır. Ancak gerçek bir hesaplama yapmayan kişi, Yaradan’ı kutsasa dahi, “kalbi kendisine eşlik etmemektedir,” çünkü konunun önemini takdir edemiyordur.

Bu nedenle, hazırlık olmadığında, yani Tora ve Mitzvot’a (Maneviyat ve Islahlara) neden ihtiyaç duyduğunu amaçlayacak bir niyeti olmadığında, kişi bilge bir öğrenci anlayışına ulaşamaz. Bu, kendisine, “Neden “bilge öğrenci” denmiştir de yalnızca “bilge” denmemiştir?” diye sorulduğunda Baal HaSulam’ın söylediği gibidir. Çünkü “bilge” Yaradan demektir ve Yaradan’ın niteliğini O’ndan öğrenen kimseye ise “bilge öğrenci” denir.

Bu, bilgelerimizin söylediği gibidir, “O’nun sıfatlarına sarılın: O merhametliyse, siz de merhametlisiniz.” Bunu şu soru takip eder, “Bilge öğrenciler neden oğullarından bilge öğrenciler vermezler?” Bu, en önemlisinin, kişinin kendi menfaatleri için değil ihsan etmek için çalışmayı kendi üzerine alması gerektiğini anlaması olduğu anlamına gelir. Bu “bilge öğrenci” olarak adlandırılır. Bu nedenle, bilge öğrenciler olan oğullar vermek isteyen bir kişiye verilecek olan tavsiyenin, Yaradan rızası için çalışmamız gerektiğini anlamaları olduğunu söylemişlerdir. Şükürlerini sunmadan, kutsamadan önce ne için şükrettiğini hedeflemesi yani Yaradan’a şükretme sebebini amaçlaması gerekir. Buna “Çünkü onlar ilk önce Tora’yı kutsamadılar” denir. Yani, kutsiyet atfetmeden, şükretmeden önce Tora ve Mitzvot’un kendilerine ne getirmesi gerektiğine dikkat etmediler.

Ancak kişi, Tora ve Mitzvot’un insanları arındırmak için verildiğini hedeflediğinde, Rabi Hanina Ben Akaşia’nın söylediği üzere, bunu, Tora ve Mitzvot’tan (Maneviyat ve Islahlardan) elde edilen tüm kazancın temizlenme, arınma olması takip eder. Arınmadan sonra ne gelir, yani arınmayı almakla ne kazanırlar? Cevap, yaradılışın amacına inanmamız gerektiğidir, yaratılışın amacı ise O’nun gücü nispetinde yarattıklarına iyilik yapmasıdır. İşte o zaman insanın takdir edemeyeceği bir haz ve mutlulukla ödüllendirileceklerdir. Bilgelerimizin söylediği üzere bu “Bu göz, Senden başka, Kendisini bekleyenler için yapacak Tanrı görmedi” olarak adlandırılır.

Şimdi sorduğumuz şeyi anlayabiliriz, Zohar’ın, “İçinde kusur olan bir adam [fedakârlık] sunmamalıdır” sözünün anlamı nedir? Bu böyledir çünkü kişi kusurludur ve kusurlu olanın içinde inanç yoktur ve o kusur kişiye şahitlik eder. Bu her insan için geçerlidir, ancak bu bir rahip için daha da böyledir. Bununla ilgili olarak şöyle sorduk, kişi kendisinde bir kusur olduğunu görse ne yapabilir? Artık inancı olamaz mı? Hiç günah işlemediği halde dünyada seçme özgürlüğüne sahip olmayan bir insan var denilebilir mi? Eğer kişi kusurluysa bu neden kendisinin suçudur?

Cevap şöyledir, kutsal çalışmadan söz edildiğinde, yani kişinin çalışmasının kutsallıkta olacağından söz edildiğinde, bu şöyle yazıldığı gibidir, “Ben kutsal olduğum için sen kutsal olacaksın.” Yani yapacakları her şey Yaradan için, O’na ihsan etmek için olacaktır. Bu çalışma Lo Lişma’da [Onun için değil] başlar, bilgelerimizin söylediği üzere, “Lo Lişma’dan Lişma’ya [O’nun için] geliriz.”

Lo Lişma ile başlamamızın nedeni, Bir Bilgenin Meyvesi kitabında yazıldığı gibidir: “İnsan, ‘kendi iyiliği için alma arzusu’ denilen bir Kli ile doğduğundan, buradan, ihsan etmeye başlamasının imkânsız olduğu sonucu çıkar. Bunun yerine, Lo Lişma’da başlarız ve “onun içindeki ışık kişiyi ıslah eder.” Kişinin, Lo Lişma koşulunda kalmaması gerektiğini bilebilmesi adına, Yaradan’ın rızası için çalışmak istediğinde, çalışmasında kusurlar olur. O zaman, tüm organlar bu çalışmaya razı olmaz. Bu nedenle, yürümemiz için bize “iki bacak” adı verilen iki çizgi verilmiştir. Bunun öncesinde kusurları ve bozuklukları vardır ve tüm bunlar inançtan yoksun olduğu içindir. Bu nedenle kişi, Yaradan’dan kendisine inancın gücünü vermesini istemelidir.

Telif Hakkı © 1996 - 2015 Bnei Baruh. Tüm hakları saklıdır.
Bu sitede sunulan tüm materyal, Bnei Baruh Kabala Eğitim ve Araştırma Enstitüsü tarafından dünyanın ıslahı ve hayatın iyileştirilmesi amacı ile sunulmaktadır.
Bu nedenle, içeriği değiştirilmediği ve kaynağına gönderme yapıldığı takdirde, tüm materyalin kullanımına ve dağıtımına izin verilmiştir.
19 - 0,160