e-posta ile Paylaş

GÖNDER

Kabala İlmi, dünyadaki tüm ilimleri kapsar.
Baal HaSulam “Özgürlük”
“Bu ilim, gizliliğin sonunda çocuklara bile ifşa olacaktır.”
Baal HaSulam “Kabala Öğretisi ve Özü”
Son neslin günleri yaklaştığında, çocuklar bile, kurtuluşu ve sonu bilip, bu ilmin sırlarını bulacaklardır.
Sulam’ın Önsözü ile Zohar Kitabı
“Ben’i arayanlar, Ben’i bulacaklar” ve yazdığı gibi , “Aradım ve bulamadım, buna inanmayın.”
Baal HaSulam “On Sefirot Çalışmasına Giriş”
MENÜ

KABALA KÜTÜPHANESİ

Ana Sayfa > Baruh Halevi Aşlag (Rabaş) > Kabala Kütüphanesi > Makaleler > Gerçek ile Merhamet ve Gerçek Olmayan Merhamet Arasındaki Fark

Gerçek ile Merhamet ve Gerçek Olmayan Merhamet Arasındaki Fark

Makale 8, 1987

[Yakup] oğlu Yusuf’u çağırdı… ve benimle Hesed [merhamet] ve gerçek içinde uğraş” diye yazılmıştır.

Yorumlayanlar sorar: “Neden özellikle Yusuf’u çağırdı ve ona ‘Benimle Hesed [merhamet] ve gerçek içinde uğraş’ dedi?” Raşi “merhamet ve gerçek” hakkında şöyle yorum yaptı: “Kişinin ölüye gösterdiği merhamet gerçek merhamettir, çünkü o karşılığında bir ödül beklemez.” Raşi ayeti yorumlar: “Sana kardeşlerinden bir pay fazla veriyorum,” “çünkü sen benim defnimle zahmete giriyorsun.”

Raşi’nin sözleri burada yazılanla çelişir. Ona kardeşlerinden bir pay fazla vermesinin sebebini onun defniyle zahmete girmesi olarak açıklar. O nedenle bu gerçek merhamet değildir, zira kardeşlerinden bir pay fazla vererek çabası için ona ödeme yapıyor. “Gerçek merhamet” ile ilgili Raşi şöyle yorumlar: Onu İsrail Toprağı’na getirme çabası için ona hiçbir bir şey vermez, söylediği gibi: “Çünkü kişinin ölüye gösterdiği merhamet şudur ki o karşılığında bir ödül beklemez.”

Bilgelerimiz, “Yusuf’a şöyle diyerek emir verdi, ‘baban ölmeden önce buyurdu,’” ayeti hakkında şöyle dediler, bu meseleyi barış nedeniyle değiştirdiler, çünkü Yakup bunu emretmedi, zira Yusuf onun gözünde şüpheli değildi. Bilgelerimizin yorumunun, Yakup’un ölmeden önce yukarıdakini emrettiğini bulmadığımız, sorusunu cevaplamasına rağmen, bu hala ima edilebilir. Yani, ona vefatından önce üstü kapalı olarak emretti, açık bir şekilde söylemedi; bu olmadı.

Yukarıdakini anlamamız için ilk olarak daha önce zaten birçok kez söylediğimizi tekrar etmeliyiz, yani yaratılışın amacı nedir. Bunun, O’nun yarattıklarına iyilik yapmak olduğunu öğrendik. Ancak, utanç ekmeği olmasın diye düzenlendi ki böylece haz ve memnuniyetin alınmasından duyulan utanç iptal olsun. Bu meseleye haz alırken “ihsan etme niyetinde olmak” denir.

O zaman alıcı kendi faydası için niyetlenmediği, aksine her şeyi yalnızca Yaratan’ı memnun etmek istediği için – O’nun iradesi bu olduğu, O iyilik yapmak istediği için – aldığından dolayı utanç ortadan kalkar. Bu sebeple, kaplardan ihsan etme niyeti ayrıldığı zaman ışıklar Kaplardan ayrılır. Üst Partsufim’de buna Masah’ın Hizdakhut’u denir ve bu nedenle onların Ohr Hozer [Yansıyan Işık]’i yoktur.

Ohr Hozer’in anlamı alttakinin sevinci üsttekine geri göndermek istemesidir. Bu, üst ışık O’nun yarattıklarına iyilik yapmak için alttakine geldiği gibi, şimdi alttaki hazzı üsttekine geri gönderir, demektir. Yani alttaki üsttekinden bolluğu alarak ona memnuniyet vermek ister.

Aynı şekilde, bu sebeple niteliği yalnızca kendisi için almak olan Klipot [kabuklar] doğdu. Dünyamızda hissettiğimiz iyilik ve kötülük de bu kökten uzanır. Tüm bozukluklar ve ıslahlar yalnızca “haz alma arzusu” denen bu nokta etrafında döner.

Alma kabı ortaya çıktığı gibi – almak için almak olarak – kalsa, form eşitsizliği sebebiyle utanca yol açardı. Bu nedenle, “ihsan etmek için” denilen ıslah vardır. Alttakilerin tüm işi bu meseledir, yani alma arzusunu ihsan etmek için çalışmaya çevirmek. Üst dünyalarda, bu meseleye “ışıkların ayrılması” ya da “ışıkların genişlemesi” denir.

Yani tüm dünyaları hareket ettiren, ihsan etme niyetidir. Diğer bir deyişle, eğer alttakinin ihsan etme gücü varsa, üst bolluğu alır. Dahası, alttakinin aldığı bolluğun ölçüsü alttakinin ihsan etme ölçüsüne bağlıdır.

Öğrendik ki kişi ne kadar bayağı ise ve ne kadar çok üstesinden gelir ve Ohr Hozer verirse, o kadar yüksek bir derece alır. Diğer bir deyişle, her şey alttakinin verebileceği ihsan etme ölçüsüne bağlıdır.

Sadece bu alma arzusunun yeni bir yaratılış olarak kabul edildiğini ve buna üst bolluğun içine akıtıldığı Kap dendiğini söylemiştik. Buradan alttaki yaratılanların alma arzularında dört safhayı idrak etmeleri gerektiği uzanır:

1) Kendilerini memnun etmek istedikleri için haz ve memnuniyet alma hırsını takip eden genel halk,

2) Başkalarına haz ve memnuniyet ihsan edenler.

Ancak bunda da yapılması gereken iki ayrım vardır:

1) Eğer başkalarına haz ve memnuniyet ihsan eder ama bunun için para alırlarsa, buna başkalarına ihsan etmek denmez. Tersine buna “takas” denir ki burada her biri elindekiyle ticaret yapar ve diğeri karşılığında ona neyi varsa verir.

Örneğin bir restoranı ya da oteli olan birisi insanlara uyuyacakları ya da yiyip içecekleri bir yer verir. Hiç kimse bu kişinin ihsan etmekle iştigal ettiğini söylemeyecektir, çünkü o bu iş için para alır. Dahası, fiyatı hesaplar – verdiğinin karşılığında ne kadar almalıdır?

Ya da mesela müşterilere hizmet eden garsonlar. Konuklardan hiçbir şey almamalarına rağmen yine de kimse garsonların ihsan etmekle iştigal ettiklerini söylemeyecektir, çünkü otel yöneticisi onlara müşterilere hizmet etmeleri için ödeme yapar.

2) Yukarıda belirtildiği gibi ihsan etmekle meşgul olduğu zaman, yani insanlara yiyecek içecek ve uyuyacak bir yer vermek, ama parasal bir ödül olmadan. Başkalarına iyilik yapmaya çalışarak sadece kendine iyi bir isim satın alıyor olduğunu bilir ve tüm belde kolektifin ihtiyaçları için enerjisini ve parasını verdiği için onun saygı duyulması gereken birisi olduğunu bilecektir. İyi bir insan, merhametli, misafirperver, vb. olarak ün kazanmıştır. Ve bunu saygı uğruna yapmasına rağmen, hiç kimse yaptıklarının tamamen kendisi için, yani saygı istediği için, olduğunu söylemeyecektir.

Geleneklere göre, birisi bu şekilde davranırsa, yani kolektif için çalışırsa, ödül almak için değil kolektif yararına çalıştığı kabul edilir. Nitekim herkes erdemliliği ve dürüstlüğü için ona saygı duyar.

Yaratan çalışmasında bu anlayışa “almak için ihsan etmek” denir. Bu demektir ki ilk safha “almak için almak”tır. Ancak bu anlayışa, çalışması için para istemediği zaman, “ihsan ediyor ama almak için” denir. Buna Lo Lişma [O’nun rızası için değil] denir. Eylemi ihsan etmektir, yani gücünü ve zenginliğini kutsal amaçlar için verir fakat bir ödül ister. “Almak için ihsan etmek” denmesinin sebebi budur ve buna “ikinci anlayış” denir.

Üçüncü anlayış, güç ve parada harcadığı çaba için hiçbir ödül istememesidir. Yani, insanla insan arasında ve insanla Yaratan arasında gizlilikte çalışır ve Yaradan’a şöyle der: “Bana seni memnun etmek için arzu ve özlem verdiğin için sana minnettarım. Bu, sana hizmet etme ayrıcalığına sahip olmam, hayattaki tüm ödülüm. Karşılığında, kendim için bir şeyler yapmaya dair yabancı düşüncelerim olmasın diye bana daha çok arzu ve özlem ödülü vermeni istiyorum. Daha doğrusu tek dileğim Yaradan rızası için çalışmaktır. Bence hayatta kişinin mutlu olmak için, dünyada ödüllendirilmeyi umabileceği daha önemli hiçbir şey yok. Tüm dünya zenginlik için çalışır; herkes bunu başarmak ister ama mutluluğun ne olduğunu bilmezler.

Yine de bunda herkes eşittir – herkes mutlu olmak ister. Ve ben mutluluğun ne olduğunu biliyorum. Eğer birisi Kral’a hizmet etmekle ve kendi faydasını değil Kral’ın faydasını düşünmekle ödüllendirilebilirse, o dünyadaki en mutlu insan olur. Bunu nereden biliyorum? Çünkü böyle hissediyorum. Peki, ne ödül istiyorum? Sadece bunu.” “Yaradan, bana Yaradan rızası için çalışmayı bağışla” demesinin sebebi budur. Bu, bilgelerimizin dediği gibidir (Avot, 4. Bölüm): Bir emirin ödülü emirin kendisidir. O nedenle, beklediğim ödül budur. Bu anlayışa “ihsan etmek için ihsan etmek” denir ve bu, Lişma [Onun rızası için] olarak kabul edilir.

Dördüncü safha artık “İlle de ihsan etmekten haz ve memnuniyet almak istiyor değilim. Bilakis, gerçekten almaktan haz ve memnuniyet almak istiyorum” diyebilmesidir, çünkü zaten “ihsan etmek için ihsan etme” derecesine ulaştı ve kendi menfaatiyle ilgilenmiyor. O nedenle, “Yaradan’ı memnun edecek ne söyleyebilirim? Sonuçta O’na herhangi bir şey verilmesine ihtiyacı yok, çünkü ‘ve eğer haklıysa, o Sana ne verecek?’ diye yazıldığı gibi bütün dünya O’nun” diye düşünmeye başlar.

Bu düşünce onu yaratılışın amacını düşünmeye başlamaya iter. Görür ki yaratılışın amacı, O’nun yarattıklarına iyilik yapmaktır diye yazılmıştır. Yani, Yaradan yaratılanlara haz ve memnuniyet vermek ister. Bu sebeple Yaradan’a “Bana haz ve memnuniyet ver. Bunu, kendimi hoşnut etmek istediğimden istemiyorum. Aksine, Sen bizim memnuniyetimizden hoşlandığın için kendimi hoşnut etmek istiyorum. Yalnızca bu niyetle Senden bana haz ve memnuniyet vermeni istiyorum. Yani, kendi menfaatim için hiçbir arzum yok. Tersine, düşündüğüm ve yaptığım her şey yalnız Seni memnun etmek için.”

Kişi almak için alan “genel halk” koşulundan çıkmak istediği zaman, sıraya göre “almak için ihsan etmek” denilen ikinci duruma girer, ki buna Lo Lişma denir. Bu böyledir, çünkü eylem ihsan etmektir ve kişi ihsan etme eylemleri yaparak ödüllendirilmeyi umar.

Bunda da iki anlayış vardır:

1) İnsanların onu ödüllendirmesini ister, böylece insanların ona saygı ve benzeri vererek onu mecbur bıraktıkları ölçüde sanki iyi işler yapıyormuş gibi görünür. Görüşüne göre insanlar, ona emrettiği için Manevi Çalışma ve Emirlere uyuyordur ve onu mecbur kılan Yaradan değildir.

2) Gizlilikte çalışır ve insanlardan hiçbir ödül istemez. Onlara yaptığı işi göstermez ve doğal olarak ona karşılığında hiçbir şey vermiyorlardır. Bunun yerine, Manevi Çalışma ve Emirlere uyduğu için Yaradan’ın ona ödeme yapmasını ister.

Burada Lo Lişma koşuluyla arasında büyük bir fark vardır. O koşulda Manevi Çalışma ve Emirlere uymasını emreden Yaradan’dır ve Manevi Çalışma ve Emirlere uymaya mecbur bırakan insanlar değildir. O nedenle, bu kişiye “Yaradan’ın hizmetkarı” denir, çünkü tüm çalışması yalnızca Yaradan’ın bize emrettiği emirlerine uymak içindir. Ancak, çalışması için ödül ister ve ödemesini insanların değil Yaradan’ın yapmasını ister.

Ancak bilgelerimiz, “Kişi her zaman, Lo Lişma olsa bile, Manevi Çalışma ve Emirleri ile meşgul olmalı çünkü Lişma [O’nun rızası için]’ya Lo Lişma’dan geliriz.” demişlerdir (Pesahim 50b). Lo Lişma çalışmasında, ki bununla kişi Lişma derecesine gelmek ister, o koşulda, kişinin ekstra dikkate ve çok anlayışa ve nasıl Lo Lişma koşulundan çıkıp Lişma’ya ulaşılacağına dair özel bir rehberliğe ihtiyacı vardır.

Bu yer çok çetrefillidir, çünkü kişi kendisine yakın olduğundan dolayı kendinde hata görmemek insan doğasından olduğu için gerçeği, yani hangisinin doğru ve hangisinin yanlış olduğunu inceleyemez. Bu nedenle o yanlıdır ve “Rüşvet akıllının gözlerini kör eder.”

Dahası, gerçeği görse bile – yanlış yolda gittiğini ve yolunu değiştirmesi gerektiğini, yani öz-sevgiden çıkması gerektiğini – Mısır’ın Klipa’sı [kabuk] bedenini kontrol eder. Kişi yalnızca yukarıdan yardımla bu kontrolden çıkabilir, bilgelerimizin söylediği gibi: “İnsanın eğilimi onu her gün yener ve Yaradan’ın yardımı olmasa onun üstesinden gelemezdi.” Demek ki çalışma esasen Lo Lişma denen ikinci koşulda başlar.

Buradan şu sonuç çıkar ki bedenle çalışmak, direndiği ve kişinin çalışmasına izin vermediği zaman, esasen kişinin gizlilikte çalıştığı zamandır ve insanlardan hiçbir ödül beklemez, yalnızca Yaradan için çalışır. Bize Manevi Çalışma ve Emirlere uymamızı emrettiği için O’nun isteğini yerine getirmek ister ve Manevi Çalışma ve Emirlere uymasının sebebi budur.

Tek eksiği bunun için bir ödül beklemesidir. Yani, ödül almaksızın çalışamadığını, sadece bedene çabası için bir ödül alacağını vadederse çalışabildiğini görür. Beden buna – ödül alacağına – inandığı ölçüde Manevi Çalışma ve Emirleri yerine getirebilir. Ancak ödülden şüpheye düştüğünde çalışmak için yakıtı yoktur.

Böyle bir durumda, kişi ödül almaksızın Yaradan’ın hizmetkarı olmaya özlem duyduğunda, beden tüm gücüyle karşı çıkar ve ona rahat vermez, kişi bedene şunu söylediği zaman: “Manevi Çalışma ve Emirlere hiçbir ödül olmadan uymak istiyorum. İnanç Emrini yerine getirmek istiyorum.” Yani, beden Yaradan’ın önemini ve yüceliğini – Ona itaat etmeye ve emirlerini tüm detaylarıyla yerine getirmeye değer olduğunu – hissetmemesine rağmen Yaradan’ın yüceliğine inanmak ister.

Böylelikle O’na hizmet ediyorum ve hayal ediyorum da neslin en yücesi burada olsa, herhangi birisinin kendisine hizmet etmesine izin vermeyip, bunun için sadece bir avuç insan seçse ve ben onların arasında olsam, o zaman ne kadar da mutlu olurdum? O halde neden burada, Yaradan’a hizmet ederken, bir ödül olmadan çalışamıyorum ve hizmet karşılığında bir şey verilmesini bekliyorum?”

Bu böyledir çünkü orada herkesin saygı duyduğu ve bana ne kadar yüce olduğunu söylediği birini görüyorum. Onun hakkında söyledikleri yüceliği kavrayabilirim. O takdirde, öneminden dolayı ona hizmet ederim. Ancak, Yaradan söz konusu olunca onun yüceliği ve önemine inanmalıyız ve özellikle O’nun iyi ve iyilik yapan olduğuna inanmalıyız, çünkü beden inanmak değil bunun böyle olduğunu kendi gözleriyle görmek ister.

Bu yüzden bazen kişi üstesinden gelir ve kısmi inancı vardır, yani O’na küçük miktarda verdiğine inanır. Ancak, “10 Sefirot Çalışmasına Giriş” (Madde 14)’te yazıldığı gibi, tam inanç içinde inanacak gücü yoktur.

Şimdi bir kişinin neden ihsan etme çalışmasında ilerleyemediğini anlayabiliriz. Şöyle ki çalışması için bir ödül görmediği yerde yakıtı yoktur ve beden çalışmasında tembellik eder.

Bunun yalnızca inanç eksikliğinden olduğunu söylemeliyiz. Kişi bunu, yani zayıflamasına ve böylece çalışacak gücünün kalmamasına yol açan nedeni bildiği zaman, sağlıklı olup güçlenebilecek ve çalışabilecek şekilde kendisini düzeltebileceğine dair bir umut vardır.

Ancak zayıflığının gerçek nedenini bilmediği zaman, nasıl daha iyi olabileceği konusunda ona tavsiye veren birkaç kişiyi dinleyebilir. Yine de ona hiçbir şey yardımcı olmayacaktır, çünkü her biri onu iyileştirmeye dair kendi görüşlerine göre anladıklarını söyler. Geçici olarak onlardan bir ilaç alır ve onların bir şey anladıklarını düşünmeye başlar, yoksa onların tavsiyelerine kulak asmazdı.

Dahası, ne söylediklerini bildiklerine inanmak daha kolaydır, çünkü kendilerini büyük uzmanlar olarak görüyorlar. Ayrıca, reçete ettikleri ilaçlar onun hayatını, öz-sevgisini, riske atmaz.

Bu nedenle çalışmada bir zayıflık hisseden herkes onlara gider. Onlara yatıştırıcı ilaçlar verirler. Yani kişi Yaratan çalışmasında biraz acı hissettiğinde, hakikatten uzak olduğunu gördüğü ve kendini kandırmak istemediği zaman, bu nedenle çalışmadaki zayıflığını iyileştirmek için bir çare aramaya gider.

Onların verdikleri ilaçları aldığı zaman o an için bu gerçek devadır. Yani, onların şifalandırması sayesinde ağrıları gitmiştir ve şimdi gerçeğin yolunda yürümediği için ızdırap içinde değildir. Yani, onlardan aldığı ilaç sayesinde artık gerçek için bir talebi yoktur. Bundan şu sonuç çıkar ki onlardan aldığı ilaçlar yatıştırıcıdır, yani ağrıyı hissetmemek içindir.

Bu, baş ağrısı için ağrı kesici alan birisine benzer. Haplar onu iyileştirmez; sadece ağrısını dindirir. Bizim durumumuzla aynıdır: Genel halka ait danışmanlardan aldığı hiçbir tavsiye ihsan etme eylemlerini yerine getirme tavsiyesi olamaz. Onlar sadece ağrıkesicilerdir ama zayıflığının asıl sebebi olan hastalığı iyileştirmez.

Ancak hastalığın sebebini, yani tüm sebebin sadece inançtan yoksun olması, Yaratan’ın yüceliği ve önemine inanmaktaki eksikliği, olduğunu öğrenir. Zohar buna “Kutsallık tozun içinde” der ve bizim işimiz Kutsallığı tozdan kaldırmaktır. Bu bize Yaradan çalışmasında farklı bir düzen verir.

Bu şu anlama gelir: Kişi eylemler ve niyetler olduğunu bilmelidir ve bize söylemde ve eylemde Manevi Çalışma ve Emirlere riayet etme verildi. Ancak, bunların hepsinde hem Tora hem de Mitzvot’ta, niyet de vardır, yani Manevi Çalışma ve Emirlere uymanın karşılığında istediğim şeyi hedeflemek, yani Manevi Çalışma ve Emirlere uyarken niyetim ne olmalı.

Öncelikle, kimin uğruna bunlara riayet etmesi gerektiğini bilmelidir. Yani, genel halktan insanlar için onların niyetleri olması gerektiği söylenemez çünkü Lo Lişma’dan Lişma’ya geleceklerdir ve yalnızca eylem yapacaklardır. Bu sebeple, niyetleri tutmaya mecbur edilemezler.

Daha ziyade, söz ve eylemlere bağlı Emirler için geçerli olan Manevi Çalışma ve Emirleri eylemde yerine getirdikleri için o zaman niyet önemli değildir, çünkü hiç niyetleri olmasa bile, niyetlerden ziyade, şimdi Yaradan’ın onlara yapmalarını emrettiklerini yerine getirmeyi hedeflemeleri onlara, Lo Lişma için yeterlidir.

Ancak kişi Lişma’ya ulaşmak isterse, yani Manevi Çalışma ve Emirlere ödüllendirilmek için değil, aksine Yaradan’a memnuniyet getirmek istediği için yerine getirmek isterse, buna ulaşmak için niyet meselesi vardır. Yani, yerine getirdiğim bu Emri hangi niyetle yapıyorum?

Bilinir ki ödül olmadan çalışmak imkansızdır. Dolayısıyla birisine nasıl “ödül almak için değil” koşulunda çalışmaya değer olduğu söylenebilir? Neticede, bir ödüle ihtiyacı vardır. Ona söylenebilecek tek bir şey vardır: Kral’a hizmet etmekle ödüllendirilecektir ve Kral’a hizmet etmekten daha büyük bir haz yoktur. O zaman Kral’ın önemine göre zevk alacaktır. Diğer bir deyişle, Kral’a hizmet etmekten duyulan hazzın ölçüsü Kral’ın önemine, O’nu ne ölçüde takdir ettiğine bağlıdır.

Fakat Maneviyat sürgünde ve toz içinde olduğu için, Zohar’da denmiştir ki kişinin niyeti Kutsallığı tozdan kaldırmak olmalıdır. Toz, kişinin ayaklarıyla çiğnediği alçak bir yer, demektir. Bu demektir ki kişi Manevi Çalışma ve Islahlara uymada yaptığı her şeyde niyet inşa etmelidir ki bununla “Kutsallığı (Şehina’yı) tozdan kaldırmak” ile ödüllendirilecektir. Bu demektir ki Manevi Çalışma ve Emirlerdeki çabası için ödeme ister; büyük bir Kral’a hizmet ettiğini hissetmek.

Diğer bir ifadeyle, çaba sarf ederken maneviyata dair böyle hisseder, ihsan etmek için çalışmak istediği zaman, çalışmadan toz tadı alır. Bunun böyle olmasının sebebi maneviyatta büyük bir gizlilik olmasıdır – yani meselenin önemini ne görebilir ne de hissedebiliriz. Kişiye tüm engeller buradan gelir.

Fakat Yaradan ondan gizliliği kaldırsaydı ve Kral’ın önemini hissetseydi, hayatta kendisi için dilediği tüm ödül bu olurdu. Bu böyledir, çünkü Kral’a hizmet etmek ister, yazıldığı ve duada söylediğimiz gibi: “Ve … Siyon’a gelen” “İhtişamı için bizi yaratan Tanrımız O’na şükürler olsun.”

Kişi, kendisini O’nun ihtişamı için yarattığı için Yaradan’a teşekkür etmek, yani Yaratan’a hizmet etmek ister. Bu demektir ki kişi tüm organlarıyla razı olacak ve insanı kendi faydası için yaratmadığı, O’nun ihtişamı için yarattığı için Yaradan’a şükretmede “ağzı ve kalbi bir olacaktır” ve böylece tüm arzusu ve özlemi yalnızca Yaradan’a memnuniyet ihsan etmek olacaktır.

Kişi yaptığı her şeyde bu niyette olmalıdır: Yaptığı bu işler sayesinde, Yaradan ona tüm eylemlerinin yalnızca ihsan etmek için olması niyetini verecektir, kendini sevme arzusunu iptal edecektir, çünkü kişi görür ki onun kontrolünden çıkamaz ve bedenindeki “dünya milletleri” arasında sürgündedir.

Bilinir ki Zohar “Her insan küçük bir dünyadır.” der. İsrail halkının yanısıra dünyada yetmiş millet olduğu da söylenmiştir. Ayrıca, her insanın içinde de İsrail’in yanısıra yetmiş millet vardır ve kişinin içindeki İsrail, içindeki yetmiş milletin yönetimi altında sürgündedir.

Bu, bilgelerimizin söylediği gibidir: “Arınmaya gelene yardım edilir.” (Şabat 104b). “Gelmek” kelimesini yorumlamalıyız. “Gelmek,” “yaptığı eylem”dir diyebiliriz. Lişma  (O’nun rızası için) yapmak ister ama yapamaz, çünkü dünya milletlerinin hakimiyeti altında sürgündedir. “Yukarıdan yardım edilir.” ona hükmeden dünya milletleri arasında sürgünden onu Yaradan kurtarır demektir.

Görünen o ki kişi bir eylem yaptığında ve bu eylemin Lişma olmasını istediğinde, bunu öz-sevgiden dolayı, yani bu dünyada ya da sonrakinde bir ödül almak için yapmaz. Esasen bu eylemi için bir şey ister. Ancak yaptığı eylemden dolayı Yaratan’ın ona tam bir doyum vermesini ve Kral’a hizmet ettiği için şimdi dünyadaki en mutlu insan olduğunu hissetmek ister.

Ama yaptığı hizmet dışında başka bir şey alırsa, bu, Kral’a hizmeti lekeler. Bunun kanıtı, daha fazlasını istemesidir. Fakat Kral’la konuşurken neden ilhamı ve gerçek bir hissiyatı olmadığını sorabilir.

Örneğin Kral’a, hazlar için kutsadığı ve “Topraktan ekmek getiren Ya Rab, Sana şükürler olsun.” dediği zaman, neden birinin Kral’ın önünde dururken olduğu gibi korku ve huşuyla ayakta durma edebine sahip olmadığını sorar? Aksine, Yaradan’la konuşuyordur ama kiminle konuştuğunu hissetmek için hiç şevki yoktur, Kiminle konuştuğunun hissi yoktur.

Bu onu incitir. Ama kendini ıslah etmekten aciz olduğu için Yaradan’dan ona yardım etmesini ve ona biraz ifşa vermesini ister ki böylece kimin önünde durduğunu hissedecektir: Krallar’ın Kral’ı önünde. O halde bunu neden hissetmez?

Zohar’da bununla ilgili “Arınmaya gelene yardım edilir.” denmiştir. “Ne ile?” diye sorar ve cevap verir: “Kutsal bir ruh ile.” Yani yukarıdan ona Neşama [ruh] denen bolluk verilir, ki bu ona özsevginin hükmünden çıkıp Kutsallığa girebilme gücü verir, yani tüm düşünceleri yalnızca Yaradan’a memnuniyet vermek için olacaktır.

Edindiği ruh aracılığıyla kısıtlama ve gizlilik kaldırılır ve Yaradan’ın yüceliğini hisseder. O zaman beden, “meşale önündeki bir mum gibi” Yaradan’ın ışığına teslim olur ve kişi, kölelikten özgürlüğe çıktığını hisseder. Yani, o sadece Yaradan için çalışmak istediğinde, bedenindeki dünya milletlerinin soruları derhal gelip şöyle sordular: “Bedenin varlığından nasıl vazgeçebilirsin, nasıl onun lehine hiçbir düşüncen olmaz da bunun yerine tüm çaba ve hissiyatını yalnızca Yaradan’a memnuniyet getirecek yollar bulabilmeye kendini adarsın?”

Soruları daha da kötüdür, çünkü kişi bu düşüncelerin İsrail halkına ait olmadığını, bunların yetmiş milletin düşünceleri olduğunu düşünmez. Ama kişi bunların kendi düşünceleri olduğunu sanır, kendisi bu soruları soruyordur ve kişi kendisiyle nasıl savaşabilir?

Baal HaSulam, bu düşüncelerin ve arzuların Yahudi (birlik) ruhuna yabancı olduğunu, İsrail’in kendisine ait olmadığını, ama daha çok dünyanın genel milletlerinin düşüncelerinden gelip her insanda mevcut özel dünya milletlerine girdiğini kişi bilmelidir, demiştir. Bunun böyle olduğuna – düşüncelerin kendisinin olmadığına – inandığı zaman, o durumda kişi başka bir bedenle savaşabilir. Ama bu yabancı düşüncelerin kendisinin olduğunu düşünürse, kişi kendisine karşı savaşamaz.

Dolayısıyla, Yaradan’dan bu acı sürgünden yalnızca O’nun yardımıyla çıkmamıza yardım etmesini istemek dışında bir yol yoktur, Zohar’da yukarıdan gelen yardım ona bir ruh verilmesidir, diye söylendiği gibi. O’nun yüceliğinin ifşasını gösteren ruh sayesinde, sadece o zaman beden teslim olur.

Böylece Mısır’dan çıkış hakkında yazılanı yorumlayabiliriz (Pesah Haggadah’da [hikaye]): “Ve Mısır’ın tüm ilahlarını Ben yargılayacağım. Ben Yaradan’ım; Ben O’yum, ve elçi değil. Ben Yaradan’ım; Benim ve başkası değil.”

Bunun anlamı şudur: Sadece Yaratan birinin, kişiyi öz-sevgiden ve yalnızca öz-sevgisine fayda sağlayan işleri yapmaktan çıkmasından alıkoyan Mısır’ın Kral’ı Firavun’daki sürgündeki köleliğinden çıkmasına yardım edebilir ve kişinin Yaratan rızası için bir şey yapabilmesinin bir yolu yoktur. İşte o zaman Yaratan’ın yardımı gelir.

Ancak Baal Hasulam şöyle dedi: “Kişi ne zaman Yaratan için hiçbir şey yapamadığını söyleyebilir? Bu tam olarak yapabileceği her şeyi yaptığı zamandır. Yani, dünyada ona yardım edebileceğini düşündüğü her tavsiyeyi zaten denemiş, ama bu öğütlerin ona bir yardımı dokunmamıştır. İşte o zaman tüm kalbiyle ‘Bana Yaratan yardım etmezse, kaybolurum. Alttakilerin çalışması kadarıyla, yapabilecekleri şeyler açısından, her şeyi yaptım ve yardımı dokunmadı.’ diyebilir.”

Bu, evde hastası olan birisi gibidir. O, ne yapar? Doktora gider ve doktorun Yaratan’ın iyi bir elçisi olacağını söyler ve hasta iyileşecektir. Ama hasta henüz iyileşmediyse normalde o bir profesöre gider. Onun kesinlikle Yaratan’ın iyi bir elçisi olacağını ve hastayı iyileştireceğini söyler. Profesör de yardımcı olamazsa profesörler bir konferans yaparlar, belki birlikte, istişareleriyle hasta için bir çare bulabileceklerdir.

Ama bu da yardımcı olmazsa o zaman normalde Yaratan’a deriz ki “Sevgili Rabbim, eğer Sen bana yardım etmezsen, bana hiç kimse yardım edemez. Senin elçilerin olan tüm büyük doktorlara gittik ve hiçbirisi yardım edemedi. Senden başka yardım isteyeceğim kimse yok.” Sonra o iyileştiği zaman, ona yalnızca Yaratan’ın Kendisinin yardım ettiğini söyler, bir elçinin değil.

Pesah hikâyesinde yazılan budur, Mısır’dan çıkışın Yaratan’ın Kendisi tarafından yapıldığı, bir elçi tarafından değil. “Ve Mısır’ın tüm ilahlarını Ben yargılayacağım. Ben Yaradan’ım; Ben O’yum, ve elçi değil. Ben Yaradan’ım ve başkası değil.” diye söyledikleri gibi.

Diğer bir deyişle, kişi yukarıda belirtilen doktorlar gibi elçiler olarak tüm tavsiyeleri ve taktikleri uyguladığı ama bunlar yardımcı olmadığında, sonra kişi tüm kalbiyle dua edebilir, çünkü düşünebildiği bütün tavsiyeleri zaten uyguladığı için yardım için dönebileceği bir yer kalmamıştır.

Bu, “İsrailoğulları çalışmadan iç çekti ve haykırdılar ve çalışmadan haykırışları Tanrı’ya yükseldi” meselesinin başlangıcıdır. Haykırışlarının çalışmadan olmasının ne anlama geldiğini açıkladık. “Çalışmadan”ın anlamı şudur: Kendilerine ait olan işte yapabilecekleri her şeyi yaptıktan ve tüm çalışmadan sonra buradan hiçbir yardım gelmediğini gördükten sonra, bu sebeple tüm kalpleriyle haykırdılar. Yani, hiçbir elçinin onlara yardım edemeyeceğini, yalnızca Yaratan’ın Kendisinin yardım edebileceğini gördüler, “Ben O’yum, ve elçi değil.” diye yazıldığı gibi. İşte o zaman kurtarıldılar ve Mısır’dan çıktılar.

Böylece kutsal Ari’nin şu sözlerini anlayacağız: “Mısır’dan çıkış öncesinde İsrail halkı Tuma’a [kirlilik/saf olmama]’nın kırk dokuz kapısındaydı ve Krallar’ın Kral’ı onlara belirdi ve onları kurtardı.” Soru şu ki O, neden onlar mutlak aşağılık içinde olana kadar bekledi?

Yukarıdakine göre anlamalıyız ki onlar durumlarının gerçek alçaklığını, gerilediklerini ve Kutsallık tarafına ilerleyemediklerini gördükleri zaman, onlara hiçbir elçinin yardımcı olamayacağını anladılar, doktorlarla ilgili alegorideki gibi. O zaman onlar, kendilerine yardım etmesi için sadece Yaratan’a haykırdılar. “Ben, O’yum, ve elçi değil” diye yazılmasının sebebi budur.

O’nun Kendisinin onları kurtarması ve sürgünden çıkarması, dünyada hiçbir elçi olmadığı ve her şeyi Yaratan’ın yaptığını edindikleri anlamına gelir. Bu, Zohar’da yazıldığı gibidir: “Arınmaya gelene yardım edilir. ‘Ne ile yardım edilir? Kutsal bir ruh ile’ der.” Yani, Neşama denen O’nun Tanrısallığının ifşasını alır. Bu suretle köküne erişir ve böylece, Neşama’yı edindikten sonra, bunun yukarıdaki Tanrı’nın bir parçası olduğunu hissettiği için kişi meşalenin önündeki bir mum gibi hükümsüz kalır.

Şimdi şu soruduğumuz soruyu anlayabiliriz, “Neden kardeşlerini değil de özellikle Yusuf’u çağırdığını ve Yusuf’a ‘Bana merhamet ve dürüstlükle davran,’” dedi. Raşi bunu, ölüye gösterilen merhamet gerçek merhamettir, zira o hiçbir ödül beklemez, diye yorumlar.

Bu, Raşi’nin “Ve sana kardeşlerinden bir pay fazla veriyorum” ayetini yorumladığı sözleriyle çelişir. “Çünkü sen benim defnimle zahmete girdin.” demiştir. Bu, Yusuf bir ödül beklemediği için Yakup Yusuf’a kendisine gerçek merhametle davranmasını söyledi, dediği için kafa karıştırıcıdır. Neticede, ona kardeşlerinden bir pay fazla vererek, zahmeti için ona ödeme yapmıştır.

Burada başından sonuna çalışmanın düzenine ima edilir. Yakup oğlu Yusuf’a emretti:

Gerçek merhametle davran. Bu böyledir, çünkü çalışmanın başlangıcı şudur ki bizim “ihsan etmek için ihsan etmek” denilen Lişma’ya ulaşmamız gerekir ve çalışma için hiçbir ödül talep etmeyiz. Bu, Raşi’nin şöyle yorumladığının anlamıdır: Ölüye gösterilen kişinin bir ödül beklememesidir; sadece merhamet eder, diğer bir deyişle bir ödül beklemeden ihsan etmek için ihsan etme eylemleri yapar.

Bununla, bunun “Günahkârlar yaşamlarında ölü diye adlandırılırlar.” (Berahot 18b) sebebiyle olduğunu ima etmek ister. “Zohar Kitabına Giriş”te de “Günahkârlar yaşamlarında ölü olarak adlandırılırlar.”ın nedenini söyler. Bu, “yalnızca kendileri için alma arzusu” denen öz-sevgiye daldıkları içindir. Bu suretle onlar Hayatlar’ın Hayatı’ndan ayrılmışlardır, dolayısıyla onlara “ölü” denir. Bu, “almak için almak” dendiğini söylediğimiz anlayıştır.

Ve “Zohar Kitabına Giriş” (Madde 11)’de yazıldığı gibi insan saf olmayan ABYA’dan gelen alma arzusuyla yaratılmıştır, dolayısı ile “ölü” denilen bedenine gerçek merhametle davranmaya çalışmalıdır. Diğer bir deyişle bedenine ihsan etmek için ihsan etme eylemlerini gerçekleştirmeye doğru rehberlik etmelidir, ki buna “ölü” denen bedenine gösterdiği “gerçek merhamet” denir. Beden, ihsan etme eylemlerini yapma derecesine gelmelidir ve ölü hiçbir ödül beklemeyecektir. Bu dereceye ulaştığı zaman Lişma olan “ihsan etmek için ihsan etmek” denilen üçüncü dereceye erişmiş olarak kabul edilir. “Oğlu Yusuf’u çağırdı ve kendisine gerçek merhametle davranmasını emretti”nin anlamı budur.

Sonrasında, “ihsan etmek için almak” denilen dördüncü derece gelir. Yani, ihsan etme kaplarında Lişma derecesine geldikten sonra, bedenine alması gerektiği yönünde, ama yalnızca ihsan etme niyetiyle alma gücü olduğu kadarını alması için rehberlik eder. Raşi’nin “Sana kardeşlerinden bir porsiyon fazla veriyorum.” ayetiyle ilgili “Zira sen benim defnimle zahmete giriyorsun.” diye yorumladığı budur. Bu, bütünlüğü gösterir çünkü daha sonra o, ihsan etmek için alabilir.

Neden oğlu Yusuf’u çağırdı diye sorduğumuzun anlamıdır bu. Ona “Ve O, Yusuf’a ‘Baban ölümünden önce buyurdu.’ diyerek emretti.” diye yazılanı ima etmek istediği söylenebilir. Bilgelerimiz Yakup’un ona bunu söylediğini bulmadığımızı açıkladılar. Meselenin barış sebebiyle değiştirildiğini açıkladılar.

Yusuf’a gerçek merhametle davranmasını emretmekten maksadın sadece ihsan etme ile meşgul olması ve kendi yararı ile uğraşmaması, olduğunu söylemeliyiz. Dolayısıyla bu ima eder ki kardeşlerine nefreti olmayacaktır, çünkü ihsan etme yolunda yürüyen ve öz-sevgisi ile ilgili endişelenmeyen birisi için onu incitenlerden nefret ettiği söylenemez.

Şimdi gerçek merhamet ile gerçek olmayan merhamet arasındaki farkı anlayabiliriz. Açıkladık ki çalışmada kişinin ölüye gösterdiği merhamete “gerçek merhamet” denir çünkü bir ödül beklemez. Bu demektir ki kişi ihsan etme eylemleri, yani Manevi Çalışma ve Emirleri, yapar ve onlar sadece bilgelerimizden [Rabanan’ın] veya İsrail’in geleneklerinden olan Emirlerdir, ki onlara genel olarak “620 Emirler” denir ve Keter olarak adlandırılırlar, Bir Bilgenin Meyveleri kitabında açıklandığı gibi.

Beden’e “ölü” denir, çünkü saf olmayan ABYA’dan uzanır, bundan dolayı ona “günahkâr” ve “ölü” denir, çünkü Hayatlar’ın Hayatı’ndan ayrılmıştır. Kişinin bedenine gösterdiği merhametin gerçek olması gerektiğini söylemiştik, yani niyet tam olarak eylem gibi olacak yani niyet de ihsan etmek olacak. Niyet, ihsan etmek değilse, bu merhamet gerçek olarak kabul edilmez.

Eğer bu merhamet gerçek değilse, alma arzusu yüzünden “günahkâr” denmiş olan ölüsünü ıslah etmez. Böylece beden 2 isim alır: “günahkâr” ve “ölü.” Onu ıslah etmek için şu ana kadar gittiği yerin tamamen zıttına gittiği bir yerde bir ıslah olmalıdır, çünkü ihsan etme değil alma yolunda yürüyordu.

Buradan şu sonuç çıkar ki eğer bu merhamet gerçek merhamet değilse, yaptığı merhamet eyleminden farklı bir niyeti varsa, beden hiçbir esas ıslah almaz. Ve “Lişma’ya Lo Lişma’dan geliriz.” meselesi olmasına rağmen, bu sadece içinden geçerektir, yani “gerçek olmayan merhamet” denilen ilk evreden geçmeden gerçek merhamete ulaşmak imkansızdır.

Ancak en önemlisi gerçeğe gelmektir, yani merhametin gerçek merhamet olacak olmasıdır ve sadece dışarıdan merhamet olduğunu görmemiz, yani açık olan değil; örtülü olan, yani niyettir, ki kişinin kalbinde ne olduğunu göremeyiz. Belki, eylemin niyetinin olduğu yer olan kalbinde ettiği merhametle ödül alacağını hesaplamıştır, ki buna “almak için ihsan etmek” denir.

Bunu, “Tanrın Yaradan ile alçakgönüllülükle yürü.” diye söylendiği gibi yorumlayabiliriz. “Alçakgönüllülükle yürü.” bir başkası kişinin eylemiyle ilgili ne düşündüğünü bilemez, zira niyet gizli olduğu için kimse arkadaşının düşüncelerini bilemez. Bu nedenle “alçakgönüllülükle yürü” diye yazılmıştır. Kalbinde olanın Efendin Tanrın ile olmasına çalış. Diğer bir deyişle, ihsan etmeye çalış, açık olan gibi. Buna “ağzı ve kalbi bir” denir.

Bu nedenle iki anlayışı ayırt etmeliyiz:

1) Gerçek olmayan merhamet, ki bu Lo Lişma’dır, yani almak için ihsan etmektir.

2) Gerçek merhamet, ki bu Lişma’dır, yani ihsan etmek için ihsan etmektir.

Aslında, bir temel anlayış vardır, ki bu yaratılışın amacıdır – aşağıda olanın haz ve memnuniyet alması, ama ihsan etme niyeti şartıyla. Bu anlayış da “Ve bana merhamet ve gerçekle davran diye söylenende ima edilmiştir. Bu, merhamet onu gerçeğe getirecektir, demektir. “Gerçek” On Sefirot’un Çalışılması (Bölüm 13, Madde 17)’nda yazıldığı gibi şu demektir: Dikna’nın on üç ıslahının yedinci ıslahı “gerçek”tir, ki buna iki Panim [yüzler] olan ‘iki kutsal elma’ denir.

Orada (Ohr Pnimi’de), “gerçek” denilen yedinci ıslaha erişince, O’nun yaratılanlara rehberliğinin gerçekte “iyi ve iyilik yapan” niteliğinde olduğunu görürüz, diye yorumlar. Şöyle ki, O’nun bu rehberliği önceden yalnızca inançtaydı şimdi bunun gerçekten böyle olduğu edinimi ve hissiyle ödüllenirler. O zaman iyiliği ihsan etmek için alma formunda alırlar. Yaratılışın amacı budur – yaratılanların haz ve memnuniyet alması, zira böylelikle yaratılışın amacı gerçekleşir.

Yaradan O’na niyaz eden herkese yakındır, O’na gerçekten niyaz eden herkese.” ayetini şimdi iki şekilde de yorumlayabiliriz.

1) “Yaradan yakındır” demek, O, “Ona gerçekten niyaz eden” herkesin duasını duyar, demektir. Diğer bir ifadeyle, ihsan etme eylemi yapmak için çaba sarf ederken hissederler yine de ihsan etme niyetinden uzak olduklarını görürler. Bunun anlamı şudur ki onlar gerçeği görürler – eylem ile niyet arasında büyük bir mesafe olduğunu, öz-sevgi niyetinden çıkamadıklarını. Yaradan’a onları bu esaretten kurtarması için dua ederler ve tüm istedikleri ve özlem duydukları budur. Bekledikleri tek kurtuluş budur.

Kişi öz-sevgi içinde olduğu zaman, onun Hayatlar’ın Hayatı’ndan ayrı olduğuna inanırlar. Ayet bununla ilgili der ki “Yaradan, O’na niyaz eden herkese yakındır.” Yaradan, onlara gerçeği verecektir, yani onlar gerçek merhametle davranabilecekler ve gerçek olmayan merhametle, yani Lo Lişma, ile uğraşmaya razı olmayacaklar. Ve bu, gerçek için bir dua olduğundan dolayı, Yaratan onlara yardım eder ve onlar O’ndan gerçeğin niteliğini alırlar.

2) Dikna’nın on üç ıslahlarının yedincisi olan gerçeğin niteliğiyle ödüllendirilmek isterler. Bu ıslah sayesinde O, yaratılanlara ifşa olur ve gerçekten herkes Yaradan’ın O’nun dünyasını “İyi ve İyilik yapan” rehberliğiyle yönettiğini görür. Buna “ifşa olmuş Hasadim [merhametler]” denir, yani Yaradan’ın merhametleri herkese ifşa olur – gerçek budur.

Telif Hakkı © 1996 - 2015 Bnei Baruh. Tüm hakları saklıdır.
Bu sitede sunulan tüm materyal, Bnei Baruh Kabala Eğitim ve Araştırma Enstitüsü tarafından dünyanın ıslahı ve hayatın iyileştirilmesi amacı ile sunulmaktadır.
Bu nedenle, içeriği değiştirilmediği ve kaynağına gönderme yapıldığı takdirde, tüm materyalin kullanımına ve dağıtımına izin verilmiştir.
19 - 0,093