Haziran 1977
Rabbi Yannai şöyle der: “Bizde ne günahkârların sükûneti ne de erdemlilerin sıkıntıları vardır” (Avot, Bölüm 4). Bunu Raba’nın büyük bilgelerimize söylediğine benzer şekilde yorumlamalıyız: “Size yalvarıyorum, çifte cehennemi miras almayın” (Yoma 72b).
Bilinir ki, erdemlilerin sıkıntıları meselesi, sadece kişinin ihsan etmek için çalışmak istemesi olarak kabul edilir. Eğer başarılı olamazsa, buna “acı çekmek” denir. Bu, “kötülüğün tanınması” olarak adlandırılır, yani kişi dünyada kötü eğilimden daha kötü bir şey olmadığının açık bir şekilde farkına varır çünkü Yaradan’ın yaratılan varlıklar için hazırladığı haz ve zevke ulaşılmasını engelleyen şey budur.
Yapmamız gereken ıslahın özü form eşitliğini elde etmektir ve bunun üzerinde de Tzimtzum [kısıtlama] vardır. Kişi sadece bunun engelleyici olduğunu hissetmeye başladığında, tövbe eder, yani eşitliğe ulaşmaya çalışır. Hissettiği acı ölçüsünde ondan uzaklaşır.
Bu konuda şöyle denmiştir: “Ne mutlu Efendimizin acı verdiği insana” ve ayrıca “Efendimiz kimi severse, onu uyarır.” Başka bir deyişle, bunu hissetmek için Yaradan’ın yardımına ihtiyacımız vardır.
Rabbi Yannai’nin günahkârların sükûnetine sahip olmadığımızı söylemesinin anlamı budur. Bu demektir ki, günahkârlar eksikliklerini giderdiklerinde, sükûnet içindedirler ve daha fazlasına ihtiyaç duymazlar. Ancak hakikat yolunda yürümek isteyen kişi bununla tatmin olmaz, zira hayatın özünün Yaradan’la Dvekut’u [bütünleşme] edinmek olduğunu bilir ki bu da ihsan etmektir.
Dolayısıyla, kişi eksikliklerinin tatminini aldığında, bu onu huzurlu kılmaz, dolayısıyla bu bütünlük olmadığı için ona huzur vermez. Bununla birlikte, bedenin tatmin almış olmasından dolayı da acı çekmez. Böylece mevcut durumunda kalabilir.
Öte yandan, erdemli kişi kendini sevme koşuluna düşerse, bundan acı çeker ve acıdan kaçmak ister, bu yüzden Keduşa [kutsallık] tarafına geçer, oysa günahkârlar tam tersine, artık tam bir tatmine ulaşırlar.
Ancak ortada, her iki şekilde de eli boştur ve buna “çifte Cehennem” denir. Söylediklerinin anlamı şudur: “Efendinin sevdiği, öğüt verdiği” koşuluna ulaşmadığımız için, tatmin olan günahkârların sükûnetine ya da erdemlilerin sıkıntılarına sahip değiliz.