1940 yılında Kudüs’te duydum
Cansız, kendi başına bir otoriteye sahip olmayandır. Daha ziyade, mülk sahibinin otoritesi altındadır ve mülk sahibinin her arzusunu ve isteğini yerine getirmek zorundadır. Dolayısıyla, Yaradan yaratılışı Kendi ihtişamı için yarattığından, “Benim Adımla çağrılan herkesi, onu Kendi ihtişamım için yarattım” diye yazıldığı üzere, bu Yaradan’ın yaratılışı Kendi ihtiyaçları için yarattığı anlamına gelir. Mülk sahibinin doğası yaratılanların içine işlenmiştir; yani tüm yaratılanlar başkaları için değil, kendileri için çalışırlar.
Bitkisel, bir ölçüde kendi otoritesine sahiptir. Mülk sahibinin arzusuna aykırı bir şeyi halihazırda yapabilir. Bu demektir ki, bir şeyi kendi çıkarı için değil, ihsan etmek amacıyla yapabilir. Bu, mülk sahibinin alttakilere işlemiş olduğu arzunun tam tersidir; çünkü O, onların yalnızca kendi arzu ve çıkarları için çalışmalarını istemiştir.
Oysa maddesel bitkilerde gördüğümüz, hareketli olmalarına, enine ve boyuna genişlemelerine rağmen, yine de tüm bitkilerin tek bir özelliği olduğudur. Başka bir deyişle, hiçbir bitki, tüm bitkilerin yöntemine aykırı gidemez. Aksine, bitkilerin kurallarına uymak zorundadırlar ve türdeşlerine karşı bir şey yapamazlar.
Dolayısıyla, kendilerine ait bir yaşamları yoktur, tüm bitkilerin yaşamının bir parçasıdırlar. Bu, tüm bitkilerin tek bir yaşam biçimine sahip olduğu, yaşam biçiminin tüm bitkiler için aynı olduğu anlamına gelir. Tüm bitkiler tek bir canlı gibidir ve tek tek bitkiler bu canlının belirli organlarıdır.
Benzer şekilde, maneviyatta da bir dereceye kadar alma arzularının üstesinden gelme gücünü edinmiş ancak çevrenin kölesi olan insanlar vardır. İçinde yaşadıkları ortamın tersine hareket edemezler ama yine de alma arzularının istediğinin tam tersini yaparlar. Bu da ihsan etme arzusu ile çalıştıkları anlamına gelir.
Hayvansal: Görüyoruz ki her hayvanın kendine has bir özelliği vardır; çevrenin esiri değillerdir ve her birinin kendine has hisleri ve özellikleri vardır. Onlar kesinlikle mülk sahibinin arzusuna karşı çalışabilirler, yani ihsan etme arzusu ile çalışabilirler ve aynı zamanda çevrenin esiri değildirler. Aksine, kendi hayatları vardır ve canlılıkları başkalarının hayatına bağlı değildir. Bununla birlikte, kendi varlıklarından fazlasını hissedemezler. Diğer bir deyişle, başkasına dair hiçbir hisleri yoktur. Haliyle başkalarıyla ilgilenemezler.