“Ve Tanrınız Efendiniz sizin için antlaşmayı ve Hesed’i [merhamet/lütuf/] koruyacak.” Yaradan İsrail’e üç iyi armağan vermiştir: merhametliler, utangaçlar ve sadaka verenler, şöyle yazıldığı gibi, “koruyacak… ve Hesed [sadaka verme anlamına da gelir]” (Kudüs Talmudu, Bölüm 1, 45).
“Merhametliler”, “O nasıl merhametliyse, siz de öyle merhametlisiniz” sözünde olduğu gibi, veren olmak anlamına gelir.
Utanmak, kişinin kendisini memnun etmek için aldığında utanç duyması anlamına gelir. Aksi takdirde, ihsan etmek için çalışmaya ihtiyaç duymayacaktır.
Sadaka vermek de ihsan etme niteliğidir, çünkü merhamet, yoksullara merhamet edildiğinde sadaka ile ilgilidir. Bu, özellikle kişinin Tora ve Mitzvot’un [emirlerin] tadını hissetmediği bir zamanla ilgilidir ve o zaman tüm eylemlerinin Tsedaka [erdemlilik/ sadaka] olarak kabul edildiği düşünülür.
Sadaka vermek hem fakir hem de zengin için geçerlidir, yani kişi zaten Tora ve Mitzvot’un tadına varmış olsa bile, şimdi çaba göstermelidir zira daha sonra ona emeğinin karşılığını ona eşit olarak ödeyeceğine inanmalıdır.
Bu nedenle iki tür çalışma vardır:
1) Sadaka, kişi Tora ve Mitzvot için çaba sarf ettiğinde ve çalışmasından başka bir ödül istemediğinde.
2) Kişi sadaka vermediğini yani daha sonra emeğinin karşılığını alacağından emin olduğunu hissettiğinde.
Burada asıl eksiklik zamandır, bu da kişinin emeğinin karşılığını hemen alması durumunda, bu bir satma ve alma olarak kabul edilir, tıpkı kişinin para verip karşılığında bir şey almasında olduğu gibi. Ancak, “Bugün bunları yap ve yarın bunların karşılığını al” örneğinde olduğu gibi, geri dönüşü beklemek gerektiğinde, bu zaten bir borç ve sadaka olarak kabul edilir.
İnsan kendisi için bu üç armağanı edinmelidir, yani Yaradan tarafından sevilmeye çalışmalıdır ki O da ona yukarıda bahsedilen bu üç armağanı versin, zira genellikle bir kişi sevildiğinde ona armağanlar verilir.
Ancak, bir kişi armağanlarla ödüllendirilmeden önce, doğası gereği bu tür eylemleri yapmaktan acizdir ve ancak yetiştirme yoluyla yukarıdakilere ulaşabilir.
Ancak bu bütünlük değildir, çünkü yetiştirme yoluyla elde edilen şey niyetten yoksun olarak kabul edilir, yani kişinin seçim hakkı yoktur, bu da yaptığı her şeyin zorunlu olduğu anlamına gelir ve zorunlu olan şey ne kınanır ne de övülür, zira kişi bunu kendi arzusuyla değil, çevrenin içinde uyandırdığı bir arzu nedeniyle yapmaktadır. Eğer farklı bir ortamda olsaydı, şu anda yaptığından tamamen farklı şeyler yapardı.
Ancak, Yaradan’dan bu armağanı aldığımızda, buna “bütünlük” denir ve o zaman kişi her şeyi kendi iradesiyle yapar.