Duydum
Gerçek, kişinin hissettiği ve gözleriyle gördüğü şeydir. Bu anlayış “ödül ve ceza” olarak adlandırılır; yani emek olmadan hiçbir şey kazanılamaz. Bu, evinde oturan ve rızkını temin etmek için hiçbir şey yapmak istemeyen birinin durumuna benzer. “Yaradan iyi ve iyilik yapandır, herkesi rızıklandırır, öyleyse benim hiçbir şey yapmama gerek yok; ihtiyaçlarımı mutlaka gönderecektir,” der.
Elbette, bu kişi böyle davranırsa, kesinlikle açlıktan ölecektir. Aklın hükmü de budur ve gözle görülen gerçek de budur: Bu kişi açlıktan ölecektir.
Ancak aynı zamanda, kişi mantık ötesinde şuna inanmalıdır: İlahi Takdir sayesinde tüm ihtiyaçlarını hiçbir çaba ve zahmete katlanmadan da elde edebilir. Başka bir deyişle, her şeyi Yaradan yapar ve yapacaktır; kişi hiçbir şekilde O’na yardım etmez. Aksine, her şeyi Yaradan yapar; kimse buna ne bir şey ekleyebilir ne de çıkarabilir.
Şu halde, bu iki durum nasıl birbiriyle bağdaşır, zira biri ötekine zıttır? Bir anlayış kişinin aklının edindiği şey olarak adlandırılır, bu da insanın yardımı olmadan, yani önceden emek ve çaba sarf etmeden hiçbir şeyin elde edilemeyeceği anlamına gelir. Yaradan, insanın bu şekilde hissetmesini istediği için buna “gerçek” denir. Bu yüzden bu yola “gerçeğin yolu” denir.
Bu iki yolun çelişkili olması durumunda, bu durumun gerçek olmasının nasıl mümkün olabileceği sizi şaşırtmasın. Çünkü “gerçek” yol ya da durumla ilgili değildir. Gerçek, Yaradan’ın kişinin bu şekilde hissetmesini istemesi demektir. Dolayısıyla “gerçek” tam olarak Yaradan hakkında, yani O’nun arzusu hakkında söylenebilir: İnsanın bu şekilde hissetmesini ve görmesini istemektedir.
Ama aynı zamanda, kişi şuna inanmalıdır: Aklının gözüyle görmese ve hissetmese de, Yaradan kişinin hiçbir emek ve çaba sarf etmeden tüm kazançları elde etmesini sağlayabilir. Ancak bu, İlahi Takdir’le ilgilidir.
Kişinin ödül ve ceza meselesini edinmeden önce İlahi Takdir’i edinememesinin nedeni, İlahi Takdir’in ebedi, insanın aklının ise ebedi olmamasıdır. Dolayısıyla ebedi olan, ebedi olmayana giydirilemez. Bu yüzden, kişi ödül ve ceza ile ödüllendirildikten sonra, ödül ve ceza İlahi Takdir’in kıyafetlenebileceği bir Kli [kap] olur.
Şimdi “Ey Efendimiz, kurtar; Ey Efendimiz, başarılı kıl” ayetini anlayabiliriz. “Kurtar,” ödül ve cezayı ifade eder. Kişi, Yaradan’ın kendisine ödüllendirileceği emek ve çabayı sağlaması için dua etmelidir. Aynı zamanda başarı için de dua etmelidir ki bu İlahi Takdir’dir; yani kişi, hiçbir emek ya da çaba sarf etmeden dünyadaki tüm kazançlarla ödüllendirilecektir.
Bunu maddi sahipliklerde de görürüz. (Mekân ayrılığıyla, yani iki farklı bedende tezahür eder. Oysa maneviyatta her şey tek bir bedende ama iki zamanda tezahür eder.) Kimileri, büyük emek, enerji ve zekâ ile sahip olduklarını elde eder. Ama aynı zamanda, pek zeki olmayan, fazla enerjisi bulunmayan ve büyük gayret göstermeyen insanların da başarılı olduklarını ve dünyanın en büyük servet ve mülk sahipleri haline geldiklerini görürüz.
Bunun cevabı, bu maddesel şeylerin üst köklerinden, yani ödül ve cezadan ve İlahi Takdir’den kaynaklanıyor olmasıdır. Tek fark şudur: Maneviyatta bu, tek bir yerde, yani tek bir taşıyıcıda ortaya çıkar, ama teker teker, yani tek bir kişide fakat iki durumda; maddesellikte ise tek bir zamanda, ama iki taşıyıcıda, yani aynı anda ve iki farklı kişide ortaya çıkar.