1948’de duydum
Asla kaybolmayacak olana maneviyat denir. Bu nedenle, alma arzusu mevcut haliyle, yani almak için olan formunda, “maddesellik” olarak adlandırılır; çünkü bu form iptal olacak ve “ihsan etmek için” formunu edinecektir.
Maneviyattaki gerçek bir yere “gerçekliğin yeri” denir; çünkü oraya, o yere kim gelirse, diğerinin gördüğüyle aynı şekli görür. Tersine, hayali bir şey gerçek bir yer olarak kabul edilmez; çünkü hayali olduğu için herkes onu farklı şekilde hayal eder.
“Tora’nın yetmiş yüzü vardır” dediğimizde, bu onların yetmiş derece olduğunu ifade eder. Her derecede Tora, kişinin bulunduğu dereceye göre yorumlanır. Ancak bir “dünya” bir gerçekliktir; yani o dünyadaki yetmiş dereceden herhangi birine kim gelirse, oraya gelmiş olan bütün edinenlerin edindiği aynı formu edinir.
Buradan, Tora’nın ayetlerini yorumlayan bilgelerimizin söyledikleri anlaşılır. Onlar, “İbrahim İshak’a şöyle dedi” ve buna benzer sözler söylerler. Onlar, ayetlerde açıklanan şeyleri dile getirirlerdi.
Soru şudur: Birinin diğerine ne söylediğini nasıl bildiler? Bunun nedeni şudur: İbrahim’in (veya herhangi birinin) bulunduğu dereceye ulaşanlar, İbrahim’in bildiğini ve gördüğünü görür ve bilirler.
Bu nedenle, İbrahim’in ne söylediğini bilirler. Aynı şekilde, bilgelerimizin Tora’nın ayetlerini yorumlayan tüm sözleri de böyledir. Çünkü onlar da o dereceye ulaştılar. Ve maneviyattaki her derece bir gerçekliktir; oraya gelen herkes, tıpkı İngiltere’nin Londra şehrine gelen herkesin şehirde olanı ve şehirde söyleneni görmesi gibi, aynı gerçekliği görür.