Terumah 6, 12 Şubat 1943’te duydum
“Harun iki teke için kura çekecek; bir kura Efendi’ye, öbür kura Azazel’e” diye yazılmıştır (Levililer 16:8). Haman’la ilgili olarak şöyle yazılmıştır (Ester 3:7): “Bir pur attılar, yani kura çektiler.”
Kura, akılda bir incelemenin olamayacağı yerlerde geçerlidir, çünkü akıl oraya ulaşamaz, öyle ki neyin iyi neyin kötü olduğunu ayırabilsin. Bu durumda, akla değil kuranın kendilerine söylediklerine güvendiklerinde bir pur atılır. Dolayısıyla “kura” sözcüğünü kullanırken, bu bize artık mantık ötesi gittiğimizi anlatmak ister.
Musa’nın doğduğu ve öldüğü Adar ayının yedisine [İbrani takviminin altıncı ayı] gelince, Adar’ın ne anlama geldiğini anlamamız gerekir. Aderet [manto] kelimesinden gelir, İlyas hakkında şöyle yazıldığı gibi (1. Krallar 19:19), “ve mantosunu onun üzerine attı.” Aderet, Se’arot [saç] ve Dinim [yargılar] olan Aderet Se’ar [saç] kelimesinden gelir; bunlar çalışmadaki yabancı düşünceler ve fikirlerdir, kişiyi Yaradan’dan uzaklaştırır.
Burada bunların üstesinden gelme meselesi vardır. Kişi, O’nun rehberliğinde birçok çelişki görse de, yine de mantık ötesi bir inançla bunların üstesinden gelmeli ve bunların “İyilik Yapan İyi” tarzında bir rehberlik olduğunu söylemelidir. Musa hakkında yazılan “Ve Musa yüzünü gizledi” ifadesinin anlamı budur. Bu, onun tüm bu çelişkileri gördüğü ve bunları mantık ötesi inancın gücüyle zorlayarak tuttuğu anlamına gelir.
Bilgelerimizin şöyle dediği gibi, “‘Ve Musa bakmaktan korktuğu için yüzünü gizledi’ ifadesine karşılık, ‘ve Efendi’nin suretini görmekle’ ödüllendirildi. “Kim benim hizmetkârım kadar kör ve kim benim meleğim kadar sağır olabilir?” ayetinin anlamı budur.
Eynaim’in [gözler] “akıl”, “zihin”, yani zihnin gözleri olarak adlandırıldığı bilinmektedir. Çünkü akılla algıladığımız bir şey için, “Ama görüyoruz ki akıl ve mantık böyle söylememizi gerektiriyor” deriz.
Dolayısıyla, mantık ötesi giden kişi, gözleri olmayan biri gibidir ve ona “kör” denir, yani körmüş gibi davranır. Ayrıca, casusların kendisine söylediklerini duymak istemeyen ve sağır gibi davranan kişiye de “sağır” denir. “Kim benim hizmetkârım kadar kör ve kim benim meleğim kadar sağır olabilir?” sözünün anlamı budur.
Ancak kişi, “Gözleri var ama görmezler; kulakları var ama duymazlar” dediğinde, Nun oğlu Yeşu hakkında yazıldığı gibi, bunun anlamı kişinin, aklının öne sürdüğü ve kulaklarının duyduğu şeylere itaat etmek istememesi, kulaklarına kötü bir şeyin asla girmemiş olmasıdır. Aderet Se’ar’ın anlamı budur, kişinin birçok çelişkisi ve yargısı vardır. Her çelişkiye Se’ar [kıl] denir ve her Se’ar’ın altında bir çukur vardır.
Bu, kişinin kafasında bir çukur açtığı, yani yabancı düşüncenin kişinin kafasını delip içeri sızdığı anlamına gelir. Kişi çok sayıda yabancı düşünceye sahip olduğunda, bu çok sayıda Se’arot’a sahip olmak olarak kabul edilir ve buna Aderet Se’ar denir.
Elişa hakkında yazılanların anlamı budur: “Ve oradan gitti ve önünde on iki boyunduruk öküzle çift süren Şafat oğlu Elişa’yı buldu, ve on ikincisiyle o; ve İlya onun yanına geçti ve mantosunu onun üzerine attı” (Krallar 1, 19). (Boyunduruk, Bakar [öküz] çiftleri anlamına gelir, çünkü çift öküzleri birbirine bağlayarak çift sürerlerdi. Buna öküz boyunduruğu denir). Bakar, Bikoret [eleştiri] anlamına gelir ve on iki, derecenin eksiksizliğini ifade eder (on iki ay veya on iki saat gibi).
Bu, kişinin dünyada olabilecek tüm Se’arot anlayışlarına zaten sahip olduğu ve daha sonra Se’arot’tan bir Aderet Se’ar yapıldığı anlamına gelir. Ancak Elişa’da bu, Yusuf’un sabahı formundaydı, “Sabah aydınlanır aydınlanmaz, adamlar, onlar ve eşekleri gönderildi” diye yazıldığı gibi.
Bu, kişinin zaten bu çelişkilerin üzerinde duran ışıkla ödüllendirildiği anlamına gelir, zira eleştiri adı verilen çelişkiler aracılığıyla, onları aşmak istediğinde, ışığı üzerlerine çeker. “Arınmak için gelene yardım edilir” diye yazıldığı gibi.
Çünkü kişi zaten tüm çelişkilerin üzerine ışık çekmiştir ve ekleyeceği başka bir şey yoktur, zira tüm çelişkiler kendisinde tamamlanmıştır, bu durumda eleştiriler ve çelişkiler kendiliğinden sona erer. Bu, hiçbir eylemin boşuna olmadığı kuralını takip eder, zira amacı olmayan hiçbir operatör yoktur.
Gerçekten de bilmeliyiz ki, kişiye “İyilik Yapan İyinin” rehberliğiyle çelişen şeyler olarak görünen şeyler, çelişkilerin üstesinden gelmek isterken kişiyi çelişkilerin üzerine üst ışığı çekmeye zorlamak içindir. Aksi takdirde kişi üstesinden gelemez. Buna “Yaradan’ın yüceliği” denir ve kişi Dinim [yargılar] adı verilen çelişkilere sahip olduğunda bunu genişletir.
Bu demektir ki, eğer kişi çelişkilerin üstesinden gelmek isterse, bunu ancak Yaradan’ın yüceliğini arttırarak yapabilir. Bu Dinim’in Yaradan’ın yüceliğinin çekilmesine neden olduğunu görürsünüz. Bu, “ve örtüsünü onun üzerine attı” diye yazılanın anlamıdır.
Bunun anlamı, kişinin daha sonra tüm saç örtüsünü O’na, Yaradan’a atfettiğidir. Yani, artık Yaradan’ın ona bu örtüyü, üst ışığı üzerlerine çekmek için kasıtlı olarak verdiğini görmüştür.
Ancak, kişi bunu ancak daha sonra, başlangıçta sahip olduğu bu çelişkiler ve Dinim üzerinde duran ışık kendisine bahşedildikten sonra görebilir. Bu böyledir çünkü saçlar, yani düşüşler olmadan, Kli [kap] olmadan ışık olamayacağı gibi, üst ışık için de orada bir yer olamayacağını görür.
Bu nedenle, edindiği Yaradan’ın tüm yüceliğinin Se’arot ve sahip olduğu çelişkiler sayesinde olduğunu görür. “Yüce Efendimiz her şeye kadirdir ”in anlamı budur. Bu, Yaradan’ın yüceliğinin Aderet aracılığıyla verildiği anlamına gelir ve bu da “Tanrı’nın yüceliği onların ağzında olsun”un anlamıdır.
Bu demektir ki, Yaradan çalışmasındaki hatalar, kişinin yükselmesine neden olur, tıpkı itici güç olmadan kişinin hareket etmek üzere atıl kalması ve içinde bulunduğu durumda kalmayı kabul etmesi gibi. Ancak kişi anlayabileceğinden daha düşük bir dereceye düşerse, bu kişiye üstesinden gelme gücü verir, zira kişi bu kadar kötü bir durumda kalamaz, çünkü bu şekilde kalmayı, düştüğü bu koşulu kabul edemez.
Bu nedenle kişi her zaman galip gelmeli ve düşüş koşulundan çıkmalıdır. Böyle bir durumda, Yaradan’ın yüceliğini kendi üzerine çekmelidir. Bu, onun yukarıdan daha üst güçleri çekmesine neden olur yoksa mutlak bir alçaklık içinde kalacaktır. Se’arot aracılığıyla kişi, “Merhametin on üç niteliği” olarak adlandırılan Yaradan’ın isimlerini bulana kadar Yaradan’ın yüceliğini yavaş yavaş keşfeder. Bu, “ve yaşlı olan küçüğe hizmet edecek” ve “günahkâr hazırlayacak ve erdemli giyecek” ve ayrıca, “ve sen kardeşine hizmet edeceksin” sözlerinin anlamıdır.
Bu demektir ki, tüm bu esaret, yani kutsal çalışmayı engelliyor gibi görünen ve Keduşa’ya [kutsallığa] karşı çalışan çelişkiler vardır. Şimdi ise, bu çelişkilerin üzerine yerleştirilen Yaradan’ın ışığı verildiğinde, bunun tam tersini -onların Keduşa’ya hizmet ettiklerini- görürüz. Yani, onlar aracılığıyla, Keduşa’nın onların giysilerinde kıyafetlenmesi için bir yer vardır. Buna “günahkârlar hazırlayacak ve erdemliler giyecek” denir, bu da onların Kelim’e [kaplar] ve Keduşa’ya yer sağladıkları anlamına gelir.
Şimdi bilgelerimizin yazdıklarını yorumlayabiliriz (Hagigah 15a), “Ödüllendirilmiş -erdemli. Cennetteki kendi payını ve dostunun payını alır. Suçlu bulunan -günahkâr. Cehennemdeki kendi payını ve dostunun payını alır.” Bu, kişinin Dinim’i ve dostunun yabancı düşüncelerini aldığı anlamına gelir ki bunu tüm dünya üzerinden yorumlamamız gerekir, bu da dünyanın bu kadar çok insanla dolu olarak yaratılmasının nedenidir, her birinin kendi düşünceleri ve görüşleri vardır ve hepsi aynı dünyada mevcuttur.
Bu kasıtlı olarak böyledir, öyle ki her biri bir dostunun tüm düşüncelerine dahil olsun. Böylece kişi tövbe ettiğinde, bu Hitkalelut’tan [karışmadan/birleşmeden] fayda görür.
Bu böyledir çünkü kişi tövbe etmek istediğinde, kendisini ve tüm dünyayı erdemin tarafına mahkûm etmelidir, zira kendisi tüm dünyanın tüm yabancı kavram ve düşüncelerine dâhil olmuştur. “Suçlu bulunan -günahkâr”ın anlamı budur. O, cehennemdeki kendi payını ve dostunun payını alır.”
Dolayısıyla, “suçlu bulunan” olarak adlandırılan kişi hâlâ günahkârken, kendi payı Se’arot’tan, çelişkilerden ve yabancı düşüncelerden oluşuyordu. Ama aynı zamanda, kişinin dostunun cehennemdeki payına karışmıştı, yani dünyadaki tüm insanların görüşlerine dahil olmuştu.
Bu nedenle, daha sonra “Ödüllendirilmiş -erdemli” olduğunda, yani tövbe ettikten sonra, kendisini ve tüm dünyayı “erdemin tarafına mahkûm eder, kendi payını ve dostunun cennetteki payını alır.” Bunun nedeni, bu kişinin dünyadaki tüm insanların yabancı düşünceleri için de üst ışığı çekmek zorunda olmasıdır, çünkü onlarla karışmıştır ve onları erdemin tarafına mahkûm etmelidir.
Bu tam da üst ışığı genel halkın bu Dinim’i üzerine yaymak yoluyla olur. Her ne kadar buna hazır Kelim’leri olmadığı için onlar adına çektiği bu ışığı kendileri alamıyor olsalar da, bunu onlar için de çekmiştir.
Yine de, şu meşhur kurala göre anlamalıyız ki, üst derecelerdeki ışıkların yayılmasına neden olan kişi için, bir üst derecedeki ışığı tetiklediği ölçüde, buna neden olduğu için bu ışıklardan da alır derler. Buna göre, günahkârlar da erdemlilerde neden oldukları ışıkların bir kısmını almış olmalıdırlar.
Bunu anlamak için kura meselesini gözden geçirmeliyiz. “Bir kura Efendimiz için, öbür kura Azazel için” diye yazıldığı gibi, iki kura vardı. Kuranın mantık ötesi bir konu olduğu bilinmektedir. Bu nedenle, kura mantık ötesi olduğunda, diğerinin Azazel için olmasına neden olur.
“Günahkârların başı üzerinde dönecektir” sözünün anlamı budur. Bu böyledir çünkü kişi bu çelişkiler aracılığıyla üst ışığı genişletmiştir. Bu şekilde Yaradan’ın yüceliğinin arttığını görürsünüz ve günahkârlar için bu bir dezavantajdır çünkü onların tüm arzuları sadece mantık dahilindedir. Mantık ötesine dayanan ışık arttığında, solup giderler ve iptal olurlar.
Dolayısıyla, günahkârların sahip olduğu tek şey, Yaradan’ın yüceliğini genişletmek için erdemlilere yaptıkları yardımdır ve sonrasında iptal edilirler. Buna “Ödüllendirildi – cennetteki kendi payını ve dostunun payını alır” denir. (Yazarın yorumu: Bu, sadece iyi eylemlerle ışığın ortaya çıkışının, gerçekliği yaratmanın ıslahına yardım eden kişinin, dolayısıyla bu eylemin Keduşa’da kaldığını ima eder. Kişi ışığın genişlemesine yer açmak için yukarıda tetiklediği şeyi alır. Bu durumda, altta olan üstte olanda sebep olduğu şeyi alır. Bununla birlikte, çelişkiler ve Dinim iptal edilir, zira onlar Yaradan’ın yüceliği ile yer değiştirirler, ki bu yücelik mantık ötesinde görünür, oysa onlar bunun özellikle mantık dahilindeki Kelim’de görünmesini isterler. Bu yüzden iptal edilirler. Bu şekilde yorumlayabiliriz).
Ancak, yabancı düşünceler de, ki bunlar halkın onların üzerine yüceliği çekmesine neden olmuştur, bu ışık onlar için kalır. Ne zaman ki almaya layık olurlar, o zaman her birinin üzerlerine üst ışığın çekilmesine neden olan şeyi de alırlar.
Bu, Zohar’da (Bölüm 15 ve Sulam [yorum], Madde 33, s 56) geçen ve sağ ile solu birbirinden ayıran “Bir yol ki saç telinin arasından geçer” ifadesinin anlamıdır. Yom Kippurim’de çekilen iki kura, korkudan tövbe etmektir. Ayrıca, sevgiden tövbe etmek demek olan Purim’de de bir kura vardır.
Bu böyledir çünkü bu, Tapınak inşa edilmeden önceydi ve o dönemde sevgiden tövbe etmeye ihtiyaçları vardı. Ama önce tövbe etmeleri için bir ihtiyaç olmalıydı. Bu ihtiyaç Dinim ve Se’arot’a [çoğulu saç] neden olur. Bu, Haman’a sizin üzerinizde hüküm sürmesi için yukarıdan yetki verildiği anlamına gelir.
Bu nedenle Elişa hakkında yazılan “on iki öküz” yazısında olduğu gibi, Haman’ın Adar ayında, yani on ikinci ayda “pur, yani kura attığı” yazılmıştır. En büyük Dinim olan Aderet Se’ar’da olduğu gibi, Adar ayı olan “iki sıra, her sırada altı tane” yazılmıştır.
Haman bununla İsrail’i yeneceğini biliyordu, zira Musa Adar ayında ölmüştü. Ancak, “ve bunun iyi olduğunu gördüler” de olduğu gibi, Musa’nın o ayda doğduğunu bilmiyordu. Bu böyledir çünkü kişi en zor durumda güçlendiğinde, ona “Yaradan’ın yüceliği” olarak adlandırılan en büyük ışıklar verilir.
“İnce dokunmuş keten“in anlamı budur. Başka bir deyişle, onlara “Bir yol ki saç telinin arasından geçer”, “iki sıra, her sırada altı tane”, sonra “ikiye ayrılmış”, “bir yabancı uzaklaştırılmış” ile ödüllendirilmişlerdir. Bu, yabancının, yani Sitra Ahra’nın, görevini çoktan tamamladığı için iptal edildiği ve gittiği anlamına gelir.
Görüyorsunuz ki, tüm Dinim ve çelişkiler sadece Yaradan’ın yüceliğini göstermek için gelmiştir. Dolayısıyla, Se’arot’u olmayan, düzgün bir adam olan Yakup ile Yaradan’ın yüceliğini ifşa etmek imkânsızdı, çünkü onları genişletmek için bir nedeni ya da ihtiyacı yoktu. Bu nedenle, Yakup İshak’tan kutsamaları alamadı, çünkü Kelim’i [kapları] yoktu ve Kli [kap] olmadan ışık olmaz. Bu yüzden Rebeka ona Esav’ın giysilerini almasını tavsiye etti.
“Ve eli Esav’ın topuğunu kavradı” ifadesinin anlamı da budur. Bu, hiç saçı olmamasına rağmen, onu Esav’dan aldığı anlamına gelir. İshak bunu gördü ve şöyle dedi: “Eller Esav’ın elleri, ama ses Yakup’un sesi.” Başka bir deyişle, İshak Yakup’un yaptığı ıslahı beğenmiş ve bununla kutsamalar için Kelim ‘i yapılmıştı.
Bu kadar çok insanın yaşadığı bu kadar büyük bir dünyaya ihtiyaç duymamızın nedeni de budur, böylece her biri dostuna dahil olacaktır. Dolayısıyla her birey bütün bir dünyanın düşünce ve arzularına dahil olur.
Yukarıdaki nedenden dolayı bir kişiye kendi başına “küçük bir dünya” denmesinin nedeni budur. “Ödüllendirilmemiş” kelimesinin anlamı da budur. Yani, kişi hâlâ ödüllendirilmemişse, “Cehennemdeki kendi payını ve dostunun payını alır.” Bu, onun dostunun cehennemine dahil olduğu anlamına gelir.
Dahası, kişi cehennemdeki kendi payını çoktan ıslah etmiş olsa bile, dostunun payını ıslah etmemişse, yani kendisinin dünya ile birleşmiş olan payını ıslah etmemişse, yine de bütün olarak kabul edilmez.
Şimdi anlıyoruz ki, Yakup’un kendisi Se’arot olmadan düzgün olmasına rağmen, yine de Esav’ın topuğunu tutuyordu. Bu, Esav ile birleşerek Se’arot’u aldığı anlamına gelir.
Bu nedenle, onları ıslah etmekle ödüllendirildiğinde, genel halkın Se’arot’u üzerinde genişlettiği üst ışığın yüceliğinin ölçüsüne atıfta bulunarak, dostunun Cennet’teki payını alır. O ödüllendirilir, ancak genel halk henüz bunu alamaz çünkü bunun için gerekli niteliklere sahip değildir.
Şimdi Yakup ve Esav arasındaki tartışmayı anlayabiliriz. Esav “Bende yeterince var” derken, Yakup “Bende her şey var” der, yani “iki sıra, her sırada altı tane”, bu da mantık dahilinde ve mantık ötesinde anlamına gelir ki bu da alma arzusu ve Dvekut’un [bütünleşmenin] ışığıdır.
Esav, “Yeterince var” dedi, bu da mantık dahilinde, alma kaplarına gelen bir ışıktır. Yakup her şeye yani iki anlayışa sahip olduğunu söyledi. Başka bir deyişle, alma kaplarını kullanıyordu ve aynı zamanda Dvekut’un ışığına da sahipti.
Buzağıyı yapan ve “Ey İsrail bu sizin tanrınızdır” diyen karışık kalabalığın anlamı budur, yani Mi [kim] olmadan Eleh [bunlar], bu da onların Mi’ye değil sadece Eleh’e bağlanmak istedikleri anlamına gelir. Bu demektir ki, birlikte Elokim [Tanrı] ismini oluşturan, yeterli ve her şey anlamına gelen Mi ve Eleh’in her ikisini de istemediler. Bunu istemediler.
Bu, Kravia ve Patia olan Kerubim’in anlamıdır. Bir uçtaki bir Kerub, yeterliliğin farkına varılması, diğer uçtaki bir Kerub ise her şeyin farkına varılmasıdır. Bu aynı zamanda “iki melek arasından onunla konuşan sesin” anlamıdır.
Ama bu nasıl olabilir? Ne de olsa bunlar birbirinin zıttı olan iki uçtur. Yine de bir Patia [aptal] yapmak ve böylece almak zorundaydı. Ve buna “mantık ötesi” denir: Kişi kendisine söylenen hiçbir şeyi anlamadığı halde söyleneni yapar.
“Mantık ötesi” olarak adlandırılan “her şey” söz konusu olduğunda, kişi sevinçle çalışmaya çalışmalıdır çünkü sevinç sayesinde her şeyin gerçek ölçüsü ortaya çıkar. Eğer kişinin sevinci yoksa, o zaman kişi, sevinci olmadığı için üzülmelidir, zira çalışmanın asıl yeri burasıdır, kişi, mantık ötesi çalıştığı için duyduğu sevinci keşfetmelidir.
Dolayısıyla, kişi bu çalışmadan sevinç duymadığında, bunun için üzülmelidir. “Kalbi istekli olan” ifadesinin anlamı budur, bu da bu çalışmadan sevinç duymamaktan dolayı hasta olmak ve eziyet çekmek anlamına gelir.
“Çünkü her şeyin bolluğundan ötürü Tanrınız Efendinize sevinçle hizmet etmediniz” ifadesinin anlamı budur. Bunun yerine, her şeyi bıraktınız ve sadece yeteri kadarını aldınız. Dolayısıyla, sonunda çok aşağıda ve hiçbir şeyiniz olmadan kalacaksınız, yani yeteri kadarını da kaybedeceksiniz. Bununla birlikte, kişi “her şeye” sahip olduğu ve memnun olduğu ölçüde, o ölçüde “yeterli” olan kendisine verilir.
Buna göre, “Tammuz için ağlayan kadınlar” (Hezekiel 8) sözlerini yorumlamalıyız. Raşi, bunu “Putperestlik yapıyorlardı, gözlerinin içinde kurşun vardı ve gözlerindeki kurşunu eritmek için onu ısıtıyorlardı” şeklinde yorumlar.
Ağlama meselesini, gözlerinde toz olduğu için sevinç duymadıkları şeklinde yorumlamalıyız. Toz, Behina Dalet’tir, yani cennetin krallığı, mantık ötesi inançtır.
Bu anlayış toz formunu taşır, yani önemsizdir. Ve bu çalışma toz tadı taşır, yani ancak toz kadar önemlidir. Tammuz için ağlayan kadınlarla ilgili alegori, bu putperestliği yakmalarıdır, böylece ısıtılarak kurşundan toz çıkacaktır.
Bu, onların mantık ötesinde O’nun rehberliğinin iyi olduğuna ve iyilik yaptığına inanmaları için kendilerine verilen çalışma için ağladıklarını, ancak mantık dahilinde O’nun rehberliğinde sadece çelişkiler gördüklerini ima eder. Bu çalışma Keduşa’nın çalışmasıdır ve tozu, yani “toz” olarak adlandırılan mantık ötesi çalışmayı kaldırmak isterler. Ancak, “görme” olarak adlandırılan gözler, O’nun rehberliğini görmeyi, mantık dahilinde olmayı ima eder; buna “putperestlik” denir.
Bu, zanaatı topraktan çömlek ve kap yapmak olan, işi çamurdan çömlek yapmak olan bir kişinin durumuna benzer. Bu kişi önce çamurdan yuvarlak toplar yapar, sonra bu topları keser ve delikler açar. Küçük oğul babasının ne yaptığını görünce, “Baba, neden topları mahvediyorsun?” diye bağırır. Oğul, babanın asıl amacının delikler olduğunu anlamaz, çünkü sadece delikler kap olabilir ve oğul babanın toplarda açtığı delikleri kapatmak ister.
Burada da öyledir. Gözlerin içindeki bu toz, kişinin görüşünü engeller, böylece nereye baksa İlahi Takdir’de çelişkiler bulur; bu, “M itzva’nın sevinci” olarak adlandırılan koşulsuz sevginin kıvılcımlarını keşfedebileceği tüm Kli ‘dir. Bu konuda şöyle denir: “Eğer Yaradan ona yardım etmezse, bunun üstesinden gelemez.” Bu, Yaradan ona bu düşünceleri vermemiş olsaydı, kişinin herhangi bir yükseliş alamayacağı anlamına gelir.